CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “ADALET KURULTAYI” AÇILIŞ KONUŞMASI (26 AĞUSTOS 2017)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “ADALET KURULTAYI” AÇILIŞ KONUŞMASI (26 AĞUSTOS 2017)
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “ADALET KURULTAYI” AÇILIŞ KONUŞMASI (26 AĞUSTOS 2017)CHP Genel Başk..

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “ADALET KURULTAYI” AÇILIŞ KONUŞMASI (26 AĞUSTOS 2017)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 4 gün sürecek Adalet Kurultayı’nın düzenlendiği Gelibolu Yarımadası’ndaki Kocadere köyünde kurulan kamp alanında yaptığı açılış konuşması şöyle: 


Hakkı, hukuku ve adaleti bu güzel ülkeye getirmek benim boynumun borcudur. Bütün mazlumların yanında olmak, zulmedenlere karşı olmak benim boynumun borcudur. Hepiniz hoş geldiniz.

Değişik siyasal partilerden çok sayıda vatandaşımız da var. Bugün “Adalet Kurultayı”nı başlatıyoruz. Ama önce bu topraklardan söz etmek isterim. Bu toprakları sıkarsanız şüheda fışkırır. Çanakkale’deyiz, şehitlerle kucak kucağayız. Çanakkale’yi geçilmez yapanların Çanakkale destanını yazanların topraklarındayız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önsözünü yazdığı topraklardayız. Ve onlar Çanakkale savaşını verenler hep birlikte mücadele ettiler. Türkiye’nin bütün illerinden, bütün görüşlerinden, bütün inançlarından insanlarımız bu topraklarda kucak kucağa yatıyor. Bu memleketin acıyla, kanla gözyaşıyla kurulduğunu Çanakkale bize hatırlatıyor. Bu kurultayımızın, “Adalet Kurultayı”mızın Çanakkale’de olmasının bir anlamı var. Biz biriz, biz bütünüz, biz vatanseveriz, biz bayrağımızı seviyoruz, biz insanımızı seviyoruz, biz insanlarımız arasında hiçbir ayrım yapmıyoruz. Biz görüşü ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun bütün insanlarımızı kucaklıyoruz. Biz toplumda gerginlik istemiyoruz, biz kavga istemiyoruz, biz kendi ülkemizde huzur içinde, barış içinde yaşamak istiyoruz. Biz adaletli bir Türkiye istiyoruz.

Çanakkale destanı yazıldı, Çanakkale geçilmez destanı yazıldı. Ama fazla sürmedi. 3 yıl sonra Çanakkale’den tek bir mermi bile atmadan düşman gemileri İstanbul’a gitti. Dolmabahçe’nin önünde demirlediler bunlar ve Başkenti ele geçirdiler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e Çanakkale’de kapattığı bir sayfayı 1919’da 3 yıl sonra yeniden açtı ve yeni bir mücadelenin öncülüğünü yapmaya başladı. Samsun’u, Havza’yı, Erzurum’u, Sivas’ı gezdi. Kuvayi Milliyeyi örgütledi ve bugün 26 Ağustos 1922’de Başkomutanlık meydan savaşının başladığı gündür bugün. Bugün Başkomutanlık meydan savaşına katılan ve şehit olan, hayattaysa gazilerimiz tamamına şükran borçluyuz, tamamına Allah’tan rahmet diliyoruz. Tamamına diyoruz ki, siz bu güzel ülkeyi inşa ettiniz. Siz kanlarınızla, gözyaşlarınızla bu güzel ülkeyi bize emanet ettiniz. Onlara her zaman, her zaman, her zaman şükran borçluyuz. Her zaman, her ortamda onlara saygı duyacağız, saygı duymaya devam edeceğiz. Herkese, her insana saygı duyduğumuz gibi bu ülke için kanını veren, gözyaşını veren, canını veren herkese şükran borçluyuz.

Ve o savaşı en iyi Nazım Hikmet anlatır. Şiirinde şöyle der Nazım Hikmet; “Dörtnala gelip uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları bir daha açılmasın. Yok edin insanın insana kulluğunu bu davet bizim. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu davet bizim”.
Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine nasıl yaşayacağız? “Adalet Kurultayı”mızın ana teması bu. Biz farklılıklarımızla bir arada bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine nasıl yaşayacağız, bunun temeli nedir, sihirli sözcük nedir? Bunun temeli, sihirli sözcüğü adalettir. Adalet içinde hep birlikte huzur içinde yaşayacağız ve bizim adalet mücadelemizin temel nedeni de budur. Biz adalet mücadelesini aslında yeni başlatmadık. Bu mücadele insanlık tarihi kadar eski bir mücadeledir. İnsanlık tarihi adalet mücadelesiyle geçmiştir. Bundan sonrada geçecektir. Bütün adaletsizliklere karşı ortak mücadeleyi birlikte götüreceğiz. Elbette ki, adaletsizliğin temellerinden birisi 15 Temmuz darbe girişimiydi. O darbe girişimine karşı duran, o darbe girişimini savuşturan parlamentoda görev yapan milletvekillerine, hayatlarını kaybeden 250 şehidimize ve gazilerimize de şükran borçluyuz. Hiç kimse unutmasın bu ülkede adaleti, hakkı, hukuku ve demokrasiyi sahiplenen herkese ama herkese şükran borçluyuz. Ama şu gerçeği de hepimiz bilmeliyiz. Bu ülkenin insanları iki 15 Temmuz olduğunu sakın unutmasınlar. Birinci 15 Temmuz halkın 15 Temmuz’udur. Darbeye karşı direnen halktır, o halkı saygıyla anıyoruz biz. 250 şehidimizi ve gazilerimizi anıyoruz.

Birde sarayın 15 Temmuz’u var. Karşı çıktığımız sarayın 15 Temmuz’udur. 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilip 20 Temmuz’da başka bir darbeyi yapanlara karşıyız. Bu ülkede 20 Temmuz darbesine ve o darbecilerin tümüne karşıyız biz.

Mücadeleyi nasıl başlattık? Sarayın 15 Temmuz’u ve 20 Temmuz’dan sonra bir darbe gerçekleşti. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir sivil darbe gerçekleşti. Masum insanlar, hiçbir günahı olmayan insanlar mağdur edildiler. Üniversiteden binlerce akademisyenin görevine son verildi. Hapishaneler gazetecilerle dolduruldu. Bu gerçekleri unutmadık, unutmayacağız ve her yerde, her ortamda bunları söylemeye devam edeceğiz. Milletvekilleri hapiste. Enis Berberoğlu’nun hiçbir suçu ve hiçbir günahı olmayan Enis Berberoğlu’nun tutuklanması bardağı taşıran son damla olmuştur.
Ve yürüdük. Ankara’dan İstanbul’a yürüdük. Hak, hukuk ve adalet diye yürüdük. Yürüyemez dediler yürüdük. Yürüyemezsiniz dediler yürüdük. Yolda kalırsınız dediler yürüdük. Hakkı, hukuku ve adaleti savunmak için yürüdük. Ama bize şunu asla söyleyemediler. Kardeşim yürüyorsunuz da bu ülkede hukuk var, bu ülkede adalet var niye yürüyorsunuz diyemediler. Çünkü onlarda biliyorlardı ki, bu ülkede hakta yok, hukukta yok, adalette yok. Biz hakkı, hukuku ve adaleti yeniden tesis etmek için yürüdük.

Bir bilge şunu söylüyor, İranlı bir bilge şunu söylüyor; “Dünyanın bütün nehirleri bir kişinin adalete susamışlığını gidermeye yetmez”. Bugün Türkiye’de bir kişi değil 80 milyonun adalete susamışlığı var. Sizler buraya adalet için geldiniz, sizler buraya adaleti savunmak için geldiniz, sizler buraya hakkı, hukuku, adaleti savunmak için geldiniz. Dolayısıyla biz adalet yürüyüşümüze bundan sonrada aynı kararlılıkla, aynı azimle devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, yakın dönemde bir anket yapılıyor. Vatandaşlara soruluyor, soru aynen şu; herhangi bir nedenle yolunuz adliyeye düştüğünde hakkınızda adil karar verileceğine inanıyor musunuz? Bu soruya evet adliyeye yolum düşerse, bir sorunum olursa oradan adil bir karar çıkar diyenlerin oranı yüzde 19. Hayır adil bir karar çıkmaz bu ülkede adalet yoktur diyenlerin oranı yüzde 73. Kararsız, görüş bildirmeyenlerin oranı da yüzde 8. Yani bu toplumun en az yüzde 80’i bu ülkede adaletin olmadığını bize söylüyor. Doğru mu söylüyor? Evet kesinlikle doğru söylüyor bu ülkede hakta yok, hukukta yok, adalette yok. Düşünün somut örnekler vereceğim. Bir yerde Büyükşehir Belediye Başkanısınız, hükümet size kızıyor, ofisiniz basılıyor, yerleriniz, memurlarınız gözaltına alınıyor 397 yıl hapisle yargılanıyorsunuz ve dava devam ediyor, sizi yargılayanlar hapse giriyor ve siz beraat ediyorsunuz ve 397 yıl hapisle yargılanacaksınız ve sonunda beraat edeceksiniz. Peki bu mudur adalet? Eğer bu adaletse böyle adalet olmaz olsun. Düşünün bu ülkenin hapishanelerinde anneleriyle beraber kalan çocuk sayısı 668. Bu çocukların oyuna ihtiyacı var, bu çocukların arkadaşlarıyla oyuna ihtiyacı var, bu çocukların babalarını görmeye hakları var. Ve bu çocuklar Türkiye Cumhuriyeti hapishanelerinde. Sormak gerekir bu mudur adalet? Düşünün üniversitelerde öğretim üyesisiniz, profesörsünüz, doçentsiniz, yardımcı doçentsiniz. Bir sabah kalkıyorsunuz bir kanun hükmünde kararnameyle görevinize son verilmiş, kapının önüne konulmuşsunuz. Hak aramak istiyorsunuz başvuracağınız hiçbir yer yok. Çünkü başvurmanızı, hak aramanızı yasaklıyorlar. Sormak gerekir bu mudur hak, bu mudur hukuk, bu mudur adalet? Bunun için adalet, adalet, adalet diyoruz.
Düşünün, sadece bu değil görevinize son verilmiyor. Görevinize son verildi diyelim diyorsunuz ki, ben bir üniversite hocasıyım, batıda dünya kadar üniversite var, doğuda dünya kadar üniversite var ve beni davet ediyorlar gel burada ders ver bizim öğrencilerimizi aydınlat diyorlar. Ve o kanun hükmünde kararnameyle sizin yurtdışına çıkışınızda engelleniyor. Bu mudur adalet? Bu da yetmiyor sadece sizin değil eşinizin de yurtdışına çıkması yasaklanıyor. Sormak gerekir bu mudur adalet? Buna adalet düzeni denmez. Biz buna ne dedik? Darbe düzeni. Hangi darbe? 20 Temmuz darbesi. 20 Temmuz darbesini her yerde dillendireceğiz, her yerde söyleyeceğiz 20 Temmuz bir sivil darbedir.

Bu da yetmiyor, kapının önüne konuyorsunuz, kanun hükmünde kararnamelerle görevinize son veriliyor ve siz dünyanın en barışçıl eylemini yapıyorsunuz. Elinizde bir kağıt diyorsunuz ki, işimi istiyorum. Nerede? İnsan hakları anıtının önünde. Geliyorlar her sabah seni oradan alıyorlar doğru karakola götürüyorlar ceza yazıyorlar ve serbest bırakıyorlar. Çünkü bu eylemin ceza kanununda bir hükmü yok. Ertesi gün yine gidiyorsunuz ben işimi istiyorum diyorsunuz yine sizi alıp götürüyorlar. Bakıyorlar başa çıkamadılar insan hakları heykelinin etrafını kuşatıyorlar, heykelin önünde kimsenin olmasını istemiyorlar. Sonra geçiyor bunları terörist ilan ediyorlar. Açlık grevi yapıyorlar siz açlık grevi de yapamazsınız deyip doğrudan doğruya hapse atıyorlar. Şimdi Nuriye ve Semih’i nasıl anmazsınız.

Sormak gerekir bu mudur adalet? Böyle bir adalet anlayışı olabilir mi? Hep birlikte ama hep birlikte bunun mücadelesini vermek zorundayız. Düşünün bu da yetmiyor mahkemeye çıkıyorsunuz, tutuklanmışsınız mahkemeye çıkıyorsunuz, aradan uzun süre geçmiş savcı tutuksuz yargılanmanızı istiyor. Hakim bu karara uyuyor evet tutuksuz yargılanabilirler diyor ve serbest bırakılıyor. Sen misin tutuksuz yargılama kararını veren. Hem savcıyı, hem hakimi görevden alıyorlar. Çünkü diyorlar ki, sen birisini bırakacaksan saraydan izin alacaksın kardeşim. Kendi özgür iradenle karar vermeyeceksin diyorlar. Atilla Taş ve Murat Aksoy tutuksuz yargılanmaları istenmesine karşın yeniden bir dava, gözaltındayken serbest bırakılmadan tekrar tutuklanıyorlar, tekrar hapse atılıyorlar. Şimdi sormak gerekiyor bu milletin vicdanına sormak gerekiyor bu mudur adalet? Düşünün dini inancı istismar ederek milyonlarca dolar, milyonlarca avro topladılar. Ve bunlar toplayanlar bugün aramızda. Alın terini çaldılar milyonlarca alın terini çaldılar ve bunlara hiçbir şey yapılmadı. Sormak gerekir adı alın terini çalanlardan hesap sormamak mıdır adalet? Bizim adalet anlayışımız bu değil. Alın terini çalanlar mutlaka adaletin önünde hesap vermeli ve hesabını hep birlikte sormalıyız.

Düşünün yoksul bir ailenin eğitim harcamalarıyla varlıklı bir ailenin eğitim harcamaları arasındaki fark 78 katına çıkmış. Sormak gerekir bu mudur adalet? Düşünün gariban bir aile boğazından kesiyor çocuklarına eğitim verdiriyor, sınavlara hazırlıyor. Sonra birileri geliyor Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezinden sınav sorularını çalıyor. O sınav sorularını hiçbir alın teri dökmeden birilerine dağıtıyorlar. Onlar sınavı kazanıyor emek harcayanlar, bekleyenler, çocuğum sınava girdi sınavı kazanacak diye umutla bekleyenlerin hiçbirisi ama hiçbirisi doğru dürüst bir yeri kazanamıyor. Sormak gerekiyor bu mudur adalet? Ve o sınav sorularını çalanların sırtı sıvazlandı uzun süre bekletildi. Hiçbir soruşturma yapılmadı, eleştirenlere de ne yapıyorsunuz siz böyle bir şey yoktur dendi. Sormak gerekir bu mudur adalet? Anayasa Mahkemesi dokunulmazlığı kalkan milletvekillerinin tutuklanmalarının doğru olmadığı yönünde bir karar verdi. Dedi ki, milletvekilleri yargılanabilir ama bunlar tutuklanamazlar. Anayasa Mahkemesinin bu kararına rağmen hala bugün çok sayıda milletvekili tutuklu. Çünkü sarayın iznine bağlı bunların serbest bırakılmalı. Ve Anayasa Mahkemesi, buradan Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerine de sesleniyorum. Siz gerçekten hakimseniz, gerçekten yargıçsanız, gerçekten verdiğiniz kararların arkasında onurluca durmak istiyorsanız biran önce ve biran önce kararlarınızı yeniden verin!

Düşünün, herkesin bildiği istisnasız bütün gazetelerin yazdığı MİT tırları meselesi. Havuz medyası da bunu yazdı MİT tırları meselesi. Devlet sırrı sayılarak Enis Berberoğlu milletvekilimiz gözaltına alındı. Kaçacak diye tutuklandı. Müebbete mahkum edildi iyi hal nedeniyle 25 yıl ceza verildi. Sormak gerekir, bütün dünyanın bildiği, herkesin bildiği, 80 milyonun bildiği bir konu nasıl devlet sırrı sayılır? Ve Enis Berberoğlu bugün cezaevinde. Enis Berberoğlu’na “Adalet Kurultayı”ndan adaletli selamlarımızı gönderiyoruz. Suçsuz yere yatıyor, Anayasa Mahkemesinin kararı var. MİT tırları olayı devlet sırrı değildir diye Anayasa Mahkemesi kararı var. Ama bu karara rağmen Enis Berberoğlu orada yatıyor. Düşünün Enis Berberoğlu’nu casuslukla suçlayacaksın, devletin bütün sırlarının saklandığı kozmik odaya, evet devletin bütün sırlarının saklandığı kozmik odaya FETÖ örgütünün militanlarını sokacaksın ve devletin bütün sırlarını FETÖ örgütüne vereceksin. Şimdi sormak gerekiyor devletin harimi ismetine girenlere hiçbir şey yapmayacaksın, devletin bütün sırlarını bir terör örgütüne vereceksin ama dönüp dolaşacaksın Enis Berberoğlu’nu suçlayacaksın. Niçin? CHP üzerinden bir operasyonu nasıl gerçekleştirebiliriz arayışındalar.

Buradan Çanakkale’den sesleniyorum, siz yalnız değil, 7 kişi, 77 kişi, 77 bin kişi, kaç kişi gelirseniz gelin CHP olarak dik, kaya gibi duracağız asla ve asla ödün vermeyeceğiz!

Hakkımızı, hukukumuzu sonuna kadar arayacağız. Zulme, zalime teslim olmayacağız. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki, haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır. Biz onların şeytanlıklarına asla boyun eğmeyeceğiz.

Düşünün taşeron işçisisiniz, söz veriliyor size kadro vereceğiz diye. Oy alıyorlar iktidar oluyorlar, iktidar olduktan sonra taşeron işçisini unutuyorlar. Şimdi sayıları 2 milyona yaklaşan taşeron işçisi kardeşlerime sesleniyorum, senin hakkını da, senin hukukunu da ben koruyacağım, biz koruyacağız. Size kadroyu biz vereceğiz kardeşim.

Düşünün, çiftçiye dünyanın en pahalı mazotunu satacaksın, gübresini satacaksın, suyunu satacaksın, ilacını satacaksın, tarlasını ekecek, biçecek, ürününü hasat edecek. Sanki bu ülkede hiç enflasyon yokmuş gibi, hiç büyüme yokmuş gibi geçen yılın fiyatını aynen vereceksin. Buradan çiftçi kardeşlerime de sesleniyorum. Karadeniz’deki fındık üreten kardeşlerime de sesleniyorum. Senin hakkını da, senin hukukunu da, senin adaletini de biz savunacağız yeter ki birlikte olalım.

Düşünün, sanki hiç Türkiye’de arazi yok, bütün araziler ekili, sanki Türkiye’de hiç insan yok, sanki su yok, güneş yok, deniz yok. Çiftçi kardeşlerim iyi dinlesinler gidiyorlar Sudan’da 780 bin dönüm arazi kiralıyorlar, hükümet kiralıyor. 780 bin dönüm arazi kiralıyorlar. Ne ekecekler? Yağlı tohum ve pamuk ekecekler. Sanki Türkiye’de pamuk ekilmiyor, sanki Türkiye’de yağlı tohumlar yok. Bir devlet düşünün Sudan’da arazi kiralayacak, orada ekecek, ürünleri Türkiye’ye getirecek, kendi çiftçisiyle rekabet edecek. Bir devlet kendi insanıyla rekabet eder mi? Çiftçi kardeşim senin hakkını da, senin hukukunu da hep birlikte biz savunacağız.

Ve bir garabet daha. Üniversitede hocasınız bir kanun hükmünde kararnameyle görevinize son veriliyor, maaşınız kesiliyor, yurtdışına çıkışınız engelleniyor, eşinizin de yurtdışına çıkışı engelleniyor. Diyorsunuz ki, ben daha gencim, giriyorsunuz üniversite sınavlarına kazanıyorsunuz. Birde başka bir fakültede başka bir ders görüyüm diyorsunuz. Oradan da mezun olayım diyorsunuz. Bir yönetmeliği değiştiriyorlar sen fakülteye devam edemezsin diyorlar. Böyle bir ahlaksızlığı, böyle bir hukuksuzluğu emin olun dünya görmemiştir. Dünya böyle bir haksızlığa tanık olmamıştır. Bu kardeşlerime de sesleniyorum, hep birlikte adaleti getirmek için mücadele edeceğiz. Sizin hakkınızı, hukukunuzu hep birlikte savunacağız.

Düşünün, diyorlar ya bylock kullandığı için tutuklandılar. Hiç bylock kullanmamış, hapse girmemiş, FETÖ’yle hiçbir ilgisi yok ama bylock kullanan birisi onu telefonla aramış ve siz kalkıyorsunuz bu gazetecileri hapse atıyorsunuz, bunları tutukluyorsunuz. Kadri Gürsel, Ahmet Şık, Altan kardeşler, Birgün Gazetesi Mahir Kanaat, Mediha Olgun Sözcü’den, Gökmen Ulu, Ali Bulaç, Murat Aksoy, Atilla Taş, Akın Atalay, Murat Sabuncu. 150’nin üzerinde gazeteci hapiste. 150’nin üzerinde gazetecinin hapiste olduğu bir ülkede haktan, hukuktan ve adaletten söz edemezsiniz. Artı zaten demokrasiden de söz edemezsiniz. Hapisteki bütün gazeteci arkadaşlarıma sesleniyorum. Sizin hakkınızı, sizin hukukunuzu sağlamakta bu ülkenin namuslu insanlarının temel görevi olacaktır.

Düşünün, ister bylock kullan, ister FETÖ’cü ol, eğer adamın varsa, birilerinin damadıysan, birileri kayınpederse, birilerinin paraları, pulu varsa, parayla, pulla istediğini satın alabiliyorsa rahatlıkla dışarıda gezebiliyorsun, gözaltına alınmıyorsun ve tutuklanmıyorsun. Gücün varsa, bir İtalyan hukukçunun dediği gibi hukuk gücü olanların delip geçtiği, güçsüzlerinse takılıp kaldığı bir ağ olmamalıdır. Evet gücü olanların delip geçtiği ama güçsüzlerinde takılıp kaldığı bir ağa dönüşmüştür. O nedenle Türkiye’de adalet yoktur. Parayı bastıran, gücünü kullanan, siyasal arkası olanların tamamı serbest bırakıldı. Ama bu örgütle yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan, sadece ve sadece muhalif göründüğü için hapishanelere tıkılan çok sayıda vatandaşımız var. Onlara da buradan seslenmek istiyorum. Sizlerin hakkını ve hukukunu sağlamak, temin etmek, bunun mücadelesini vermek hepimizin ama hepimizin, bu ülkenin yiğit insanlarının ortak görevidir.

Bir örnek veriyim size çok çarpıcı bir örnek. Az önce söyledim FETÖ’yle hiçbir ilgisi olmayan kişiler hapse atılıyor ama iktidara yakın birisi FETÖ mensubu birisine telefon ediyor, operasyon yapıyorlar aman sakın durma kaç diye. Ve bu tespit ediliyor savcının iddianamesinde yer alıyor. Bunu söyleyen adamın kılına dahi dokunmuyorlar. Ama hayatı boyunca bylock kullanmayan insanlar bugün Türkiye’nin hapishanelerinde. O nedenle adalet için toplandık, adalet için mücadele edeceğiz.

Düşünün, birileri faize karşıyım diyor. Faiz çok yüksektir diyor, son 15 yılda, altını çiziyorum son 15 yılda bu ülkenin insanlarının cebinden alınıp bir avuç faiz lobisine ödenen miktar, tutar 142 milyar dolar. Sabah, akşam benim atletimle uğraşacağına 142 milyar doları bu ülkenin çiftçisine versene, bu ülkenin köylüsüne versene, bu ülkenin emekçisine versene.

Düşünün, Gazze’ye gitmek için vatandaşları teşvik edeceksin, binin gemiye Gazze’ye gidin diyeceksiniz, göndereceksiniz, açık sularda, açık denizlerde müdahale edilecek gemiye 9 Türk vatandaşı hayatını kaybedecek. Kıyameti koparacaksın, asacaksın, keseceksin, her lafı edeceksin sonra gideceksin önlerinde diz çökeceksin, ben ettim sen etmeyin diyeceksin. 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarını satacaksın. Bu mudur adalet, bu mudur hak? 20 milyon dolara Türkiye’nin hakkı, hukuku ve adaleti satılmıştır. O kadar ki, bu 9 vatandaşımız dava açmak istese bile dava açma hakları ellerinden alınmıştır. Sormak gerekiyor bu mudur adalet?

Düşünün devleti yöneten şunu söylüyor, FETÖ’ye dönüyor ne istediniz de vermedik diyor. Her istediklerini verdiler her istediklerini. Okul dediler okul verdiler, müsteşar dediler müsteşar verdiler, vali dediler vali verdiler, kaymakam dediler kaymakam verdiler, general dediler general verdiler. Bize üniversite lazım dediler üniversiteler verdiler. Her şeyi verdiler. Peki kardeşim FETÖ’nün her istediğini verdin ne istediniz de vermedik dedin. Peki bu ülkenin çiftçisi istedi vermedin, emeklisi istedi vermedin, işsizi istedi vermedin, taşeron işçisi istedi vermedin, memuru istedi vermedin, emeklisi istedi vermedin ama FETÖ ne istediyse apar topar hepsini verdin. Sen vatansever değilsin kardeşim, bunu yapanlara vatansever denmez!

Son 15 yılda geldiğimiz noktaya bakın Allah aşkına. Hırsızlık, yolsuzluk yapanlar, kul hakkı yiyenler bu ülkede muteber kişi olmaya başladılar. Eğer kul hakkı yemiyorsanız, hırsızlık ve yolsuzluk yapmıyorsanız bunlardan iş olmaz, bunlar devleti yönetemezler. Devleti yönetmek için cin gibi olmak lazım, milleti soymak lazım, cebi doldurmak lazım. Bu anlayışı topluma yerleştirmeye başladılar, bu algıyı yerleştirmeye başladılar. O nedenle biz hak derken, hukuk derken, adalet derken onların bu algısını yıkmaya çalışıyoruz. Namuslu insanların, kul hakkı yemeyen insanların, yolsuzluk yapmayan insanların, devleti soymayan insanların ülkeyi yönetmesini istiyoruz.

Biliyorsunuz bunlar yeri, zamanı geldiği zaman benim adımı görünce kan beyinlerine çıkıyor, dayanamıyorlar. Ben buna Kılıçdaroğlu hastalığı nüksetti diyorum herhalde, öyle. Sağa dönüyorum Ey Kılıçdaroğlu diye bir ses geliyor, sola dönüyorum Ey Kılıçdaroğlu diye bir ses geliyor, arkaya bakıyorum Ey Kılıçdaroğlu, öne bakıyorum Ey Kılıçdaroğlu. Ya kardeşim bu Kılıçdaroğlu ne yaptı? Kılıçdaroğlu diyor ki, ben bu ülkede hakkı savunuyorum, ben bu ülkede hukuku savunuyorum, ben bu ülkede adaleti savunuyorum, ben bu ülkede huzuru savunuyorum, ben bu ülkede birlikte yaşamayı savunuyorum.
Benimle uğraşacağına, bakın sadece son bir haftada yaşadığımız iki dramı size aktarmak isterim. Kayseri’de 45 yaşındaki işsiz Haydar Çopur kendisini yaktı. Benimle uğraşacağına bununla uğraşsana kardeşim. Yine İzmir’de yaşayan 23 yaşında atama bekleyen öğretmen İsa Erdoğan intihar etti. Benimle uğraşacağına bunlarla uğraşsana kardeşim. Köylünün sorunu var, çiftçinin sorunu var, emeklinin sorunu var, atama bekleyen öğretmenin sorunu var, memuru açlığa mahkum ettin onun sorunu var, üniversite mezunları işsiz onların sorunları var. Onları bırakmış bir tarafa, onları bırakmış sadece ve sadece benimle ilgileniyor. Benimle ilgilenmesinden memnunum ama kendisine çok açık ve net çağrı yaptım, onun diliyle çağrı yaptım. Dedim ki, kardeşim sen ödlek değilsen, korkak değilsen, cesursan çık karşıma oturalım konuşalım. Çıkabilir mi, çıkabilir mi? Bende adım gibi biliyorum ki çıkamaz. Cesaret edemez. Ama şu konuda görüş birliği içinde olacağız. Bütün bu eleştirileri hafızamızı yenilemek için aktardım. Biz hep birlikte kimliğimiz ne olursa olsun, inancımız ne olursa olsun, siyasi görüşümüz ne olursa olsun, ülkenin hangi bölgesinde yaşıyorsak yaşayalım ve yaşam tarzımız ne olursa olsun hep birlikte adaleti savunacağız, hep birlikte hukuku savunacağız, hep birlikte birlikte yaşamayı savunacağız. Demokrasi paydasında hep birlikte buluşacağız. Görüşlerimiz farklı olabilir ama demokrasiyi istiyoruz. Görüşlerimiz farklı olabilir hukuku ve adaleti istiyoruz. Görüşlerimiz farklı olabilir barış içinde, huzur içinde yaşamak istiyoruz. Görüşlerimiz farklı olabilir bu ülkeye hakkı, hukuku ve adaleti getirmek için ortak mücadele edeceğiz.

Dolayısıyla ilk hedefimiz; nasıl Gazi Mustafa Kemal Atatürk ilk hedefiniz Akdeniz’dir demişse artık bizimde bu ülkenin bütün insanlarına sesleniyorum, 80 milyonuna sesleniyorum, ilk hedefimiz hak, hukuk ve adalettir.

Bütün sorunlara hak, hukuk ve adalet penceresinden bakacağız. Bu pencereden baktığımız zaman sorunları çok daha rahat çözmüş oluruz ve sorunu çözdüğümüz zamanda toplumun vicdanında, halkın vicdanında kabul görmüş oluruz. Çünkü sorunu hakla, hukukla ve adaletle çözmüş oluyoruz. Ve bunun için yargı bağımsızlığını kesinlikle sağlayacağız. Yargı siyasi otoritenin de, bir başka vesayetinde egemenliğinde olmayacak. Yargı hakkı, hukuku ve adaleti savunacak ve adalet dağıtacak. Adaletli bir yargıyı her zaman her ortamda savunacağız ve yeniden ama yeniden inşa edeceğiz. Medya özgürlüğünü birlikte sağlayacağız. Hep birlikte gazeteciler özgürce yazacak. Hiçbir gazeteci korkarak eline kalemi almayacak. Her gazeteci ben Türkiye Cumhuriyetinde hakkın, hukukun egemen olduğu bir düzende yazımı yazıyorum diyecek ve ben siyasi otoriteyi ve ben hükümeti ve ben haksızlıkları rahatlıkla eleştirebiliyorum diyecek. Ve yine hep birlikte din ve vicdan özgürlüğünü sağlayacağız. Hiç kimseyi inancından ötürü ötekileştirmeyeceğiz. Hangi inançtan olursa olsun her inanca saygı duyacağız, her inancı hiçbir zaman siyasete malzeme yapmayacağız. Kesinlikle hep birlikte ama hep birlikte devlette liyakati sağlayacağız. Yani işi ehline vereceğiz. Onun kimliğine bakmayacağız, onun inancına bakmayacağız, onun yaşam tarzına bakmayacağız ve ona diyeceğiz ki, bu işi en iyi sen biliyorsan gel kardeşim bu işin başına geç sen bunu yönet diyeceğiz. Yine biz hep birlikte kışlaya siyaseti sokmayacağız, camiye siyaseti sokmayacağız, adliyeye siyaseti sokmayacağız. Hep birlikte camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti sokmayacağız. Kimlik üzerinden siyaset yapmayacağız, inanç üzerinden siyaset yapmayacağız, yaşam tarzı üzerinden siyaset yapmayacağız. Yani toplumu ayrıştıran, toplumu bölen, toplumda gerginlik yaratan bütün unsurları siyasetin dışında tutacağız.

Adaletin ölçülerinden biriside barışçıl dış politikadır. Ortadoğu’da kan akıyor, insanlar birbirini öldürüyor. Öldüren insanların iki tarafı da Allah Allah diye birbirlerini öldürüyorlar. Ve bunların eline silahlar Türkiye’den gidiyor. Bu tabloya da son vereceğiz. Ortadoğu’da barışın olmasını sağlayacağız. Bize emanet edilen barışçıl bir dış politikayı yeniden inşa edeceğiz. Çünkü bu ülkenin kurucusu savaş meydanlarından geldi ve bu ülkenin kurucusu şunu söyledi; “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir”. Ve bu ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Yurtta barış, dünyada barış” dedi. Yurdumuzda da, dünyada da barışı egemen kılacağız.

Bütün bunların tamamını birlikte yapacağız. Bütün bunların tamamını birlikte yaptığımız zaman birlikte kazanacağız. Ben kazanacağım, siz kazanacaksınız, Türkiye kazanacak, doğusu kazanacak, batısı kazanacak, güneyi, kuzeyi kazanacak. Ortadoğu kazanacak, AB kazanacak, Rusya kazanacak, Türk Cumhuriyeti kazanacak, İngiltere kazanacak, herkes kazanacak. Çünkü Türkiye bölgesinde de, Türkiye dünyada da lider ülke olmayı hak ediyor. Türkiye bölgesinde de, dünyada da demokrasisine imrenilen bir ülke olacak. Bunun sözünü hep birlikte vereceğiz. Bunun için hep birlikte çalışacağız. Demokrasi paydasında birlikte mücadele edeceğiz. Bu mücadele kutlu bir mücadeledir. Bu mücadele çocuklarımıza güzel bir Türkiye bırakma mücadelesidir. Bu mücadelenin ruhunda Çanakkale vardır. Bu mücadelenin ruhunda 26 Ağustoslar, 30 Ağustoslar vardır. Bu mücadelenin ruhunda Kuvvayi Milliye vardır. Kuvvayi Milliyenin ruhu vardır. Ve mücadeleyi en iyi anlatan Nazım Hikmettir. Diyor ki, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”. Biz hep birlikte bir ağaç gibi tek ve hür olacağız ama bir orman gibi kardeşçe yaşayacağız.

Bir orman gibi kardeşçe yaşama özlemiyle adalet mücadelemize hep birlikte katkı verme umuduyla, barışı egemen kılmak, huzuru egemen kılmak umuduyla, hakkı, hukuku ve adaleti egemen kılmak umuduyla hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum.
Kaynak: chp.org.tr

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.