36. OLAĞAN KURULTAY DİVAN BAŞKANI YILMAZ BÜYÜKERŞEN’İN KURULTAY AÇIŞ KONUŞMASI (03 ŞUBAT 2018)
36. OLAĞAN KURULTAY DİVAN BAŞKANI YILMAZ BÜYÜKERŞEN’İN KURULTAY AÇIŞ KONUŞMASI (03 ŞUBAT 2018)
Yılmaz Büyükerşen, “Bu kurultay normal zamanlardaki bir kurultay olmaktan çok Sivas’ta toplanan ilk kongremiz gibi ülkemizi ve milletimizi içinde bulunduğu alaca karanlıktan aydınlığa çıkaracak yolu tartışmak ve bulmak için bizlere büyük bir görev ve sorumluluk yüklemektedir” dedi.
36. Olağan Kurultay Divan Başkanı Büyükerşen’in konuşması şöyle:
Sayın Genel Başkanım, Sayın Kurultay üyelerimiz, cefakâr basın mensuplarımız, sayın konuklarımız, sizleri ve aziz milletimizi derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin 36. Olağan Kurultayının Başkanlığına beni seçerek şahsıma gösterdiğiniz güven ve tevcih ettiğiniz onur için şükranlarımı sunuyorum. Geçmişten bugüne terörle mücadele eden askerlerimiz ve güvenlik görevlilerimizden şehit düşenlere minnet duygularımızla Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar dilerken gazilerimize de sevgi, saygı ve şükranlarımı iletiyorum. Ayrıca önceki Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal’a da kurultayımız adına acil şifalar diliyorum.
Çok kıymetli Cumhuriyet Halk Partililer, aziz Atatürk’ün “benim iki büyük eserim vardır bunlardan biri cumhuriyet, diğeri ise Cumhuriyet Halk Partisidir” diye tanımladığı bu büyük milli mücadele hareketi bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır koşullar düşünüldüğünde 36’ıncısını yapacağımız bu büyük kurultayımız için çok büyük önem taşımaktadır. Burada yapacağımız çalışma biz Cumhuriyet Halk Partililere yine büyük bir görev yüklemektedir. Çünkü bu kurultay normal zamanlardaki bir kurultay olmaktan çok Sivas’ta toplanan ilk kongremiz gibi ülkemizi ve milletimizi içinde bulunduğu alacakaranlıktan aydınlığa çıkaracak yolu tartışmak ve bulmak için bizlere büyük bir görev ve sorumluluk yüklemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi bu ülkede siyasete müdafaa-i hukuk hareketiyle başlamış ve onun ilk siyasi kadrosu olarak uzun yıllar demokrasi yolunda mesafeler kat etmiş bir harekettir. İkinci Cumhurbaşkanımız rahmetli İsmet İnönü, Atatürk’ün idealleri arasında olan çok partili hayata geçişimizi sağladığı 1946’dan bu yana zaman zaman iktidar ve muhalefette olduğu süreçlerde daima demokrasinin ve parlamenter sistemin savunuculuğunu yapmış ve onun mücadelesini vermiştir. Bunun örneklerinden biri de İnönü’nün 12 Temmuz 1947’de yayınlanan beyannamesidir. O tarihte iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisinin Başbakanı Recep Peker ile muhalefetin Genel Başkanı Celal Bayar arasında 1947 Haziranında çok şiddetli tartışmalar yaşanmaktadır. Muhalefet partisi iktidarın kendilerine ağır baskılar uyguladığından şikayetçidir. Başbakan ise muhalefetin ülkenin huzurunu bozacak kanun dışı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettiğini iddia etmektedir. Bu durum da gerginliğe yol açmaktadır. İnönü, Başbakan Recep Peker ile muhalefet lideri Celal Bayar’ı birkaç kez bir araya getirerek Cumhurbaşkanı olarak her iki partiye karşı eşit mesafede ve tarafsız olduğunu söyleyerek şikayetlerini dinledikten sonra genç demokrasinin gelişebilmesi için taraflara siyasi partilerin hangisi işbaşına gelirse gelsin karşılıklı güven ve emniyetin önemli olduğunu, muhalefetin kendisini yasaların teminatı içinde yaşamaktan ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından emin bulunması gerektiğini belirtmiş ve bunu Türk milletine ajanslar ve basın yoluyla açıklamıştır.
O tarihte iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisinin Başbakanı Recep Peker ile Celal Bayar arasında 1947 Haziranında başlayan çok şiddetli tartışmalar bir müddet sonra son bulmuştur. Keza 1950 seçimlerine gidilirken İsmet İnönü’nün isteğiyle parlamentoda Cumhuriyet Halk Partili ve Demokrat Partili milletvekilleri olarak ortak bir komisyon oluşturarak, demokraside önemli ortak bir adım olan yeni seçim kanununu birlikte hazırlamışlardır.
Yine bundan tam 50 yıl önce 1968’de batılı ülkelerin başkentlerinde başlayan gençlik hareketleri dünyaya dalga dalga yayılırken olup bitenleri anlayarak ortanın solu sloganıyla Cumhuriyet Halk Partisini dünyadaki siyasi gelişmelere uyumlu hale getirende rahmetli Bülent Ecevit olmuştur. 1973 – 1974 döneminde Kıbrıs’taki soydaşlarımıza yönelik kanlı EOKA terörizm faaliyetlerine gözü pek bir şekilde son vererek adaya barışı getiren, akrabalarımızın can ve mal güvenliğini sağlayan koalisyon hükümetinin Başbakanı da rahmetli Bülent Ecevit’tir.
Görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda ve muhalefette bulunduğu parlamenter cumhuriyet süreci boyunca demokratik hukuk sistemiyle gerek iç ve gerek dış siyasette Ortadoğu’daki diğer despotik rejimlerle yönetilen ülkelere örnek bir konumdayken bugünkü görünümüyle bu vasfını ne yazık ki yitirmiş bulunmaktadır. Demokrasimiz süreklilik gösteren OHAL uygulamaları nedeniyle askıya alınmış, anayasaya aykırı uygulamalar ile devlet çarkının işleyişi ve hukuk sistemimiz tartışmalı hale gelmiş, her konuda hak, hukuk ve adalet mumla aranır olmuştur. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ağır baskılarla hapishane duvarları arasına sıkıştırılmıştır. İş arayanların sayısı ile yurtdışına serveti ile beraber gidenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Sanayiciler, esnaflar, tüccarlar, işçiler, memurlar, emekliler ekonomik krizin şartları karşısında ayakta kalabilmenin mücadelesini vermektedirler. Köylü sahipsiz ve yalnızdır. Köyden şehre göçü önleyecek hiçbir politika ele alınmamış, köyde kalanlar sosyal yardımlarla kıt kanaat geçinmeye mahkum edilmişlerdir. Bir zamanlar tarım üretimi fazlası ihracatımızla kendimizden başka iki, üç ülkeyi besleyebilen Türkiye son 10 yılda çoğu gıda ihtiyacını dış ülkelerden satın alır duruma düşmüştür. Tarımda kullandığımız genleriyle oynanmış tohumlar ile zirai ilaçların yanı sıra, kanser ve benzeri hastalık ilaçlarını da üreten yabancı ortak kuruluşlar yeni bir emperyalizm türünü ortaya çıkarmaktadır. İktidarın halka bedava diye sunduğu sağlık hizmeti ulaşımda olduğu gibi yerli ve daha çok yabancı finansmana dayanan kuruluşlardan sağlanan kar garantili yeni bir yap-işlet modeliyle satın alınmakta, gerçekte ise bu durumun yarattığı maliyet yine yeni vergiler salınarak veya oranlarına zam yapılarak vatandaşın cebinden çıkarılmaktadır. İsminin başında milli sözcüğü olan eğitim sistemimiz ise bir yapboz tahtasına dönüştürülmüştür. Yüksek öğretimde çok sayıda açılan vakıf üniversitelerinin birer ticarethane görüntüsünün yanı sıra devlet üniversitelerimizin memleket ve dünya meselelerinde hiç sesinin çıkmaması hüzün vericidir. Bilimin sesini duyurmaya teşebbüs eden akademisyenler ise görevlerine son verilerek açlığa mahkum etmektedirler. Bu durum bir bakıma engizisyonun mahkum ettiği Galileo’nun dediği gibi dünyada bilgisizliğin bilime karşı duyduğu kin ve nefretin siyasi hayatımıza bir yansımasıdır. Uluslararası sosyal ve ekonomik ilişkilerimizde ülkemizin müttefikleri tarafından Ortadoğu’da tam anlamıyla yalnızlığa terk edildiği görülüyor. Yabancı kaynaklı yatırım kredileri ve hazine taahhütleriyle Türkiye’nin borçları hızla artmaktadır. Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü hızlandıran Düyunu Umumiye’yi ve rejim idaresini şimdi hatırlamanın ve de hatırlatmanın tam zamanıdır.
Üzülerek ifade edeyim ki, ülkemizin bugünkü genel görünümünün özeti maalesef böyledir.
Aziz CHP’liler bugün 3 Şubat 2018’de, burada bir araya toplandığımız bu kurultayda ülkemizde Osmanlı’nın meşrutiyet döneminde bile olmayan ve örnekleri ancak Ortadoğu ile gelişmemiş ülkelerde görülen tek adam rejimini Türkiye’de de oturtmak hevesinde olan ve bunun için 2023 yılını, yani cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıldönümünü hedef seçen iktidarın Genel Başkanının hoyrat ve insafsız ithamları karşısında demokrasimizin ve parlamenter sistemimizin korunması için milletçe birleşmemizin ne kadar çok önemli olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Kurtuluş Savaşında düşman Polatlı’ya kadar geldiğinde top sesleri duyulurken TBMM’nin Kayseri’ye taşınması önerisine milletvekilleri hep bir ağızdan geri çekilmeyiz, düşman buraya gelirse bu mukaddes çatının altında gerekirse dövüşerek ölürüz diyerek birlik ve beraberliğin eşsiz örneğini vermişlerdir.
Aynı şekilde 15 Temmuz’da da bütün siyasi partilerimizin milletvekilleri de bombalanan meclisin çatısı altında toplanarak parlamenter rejime sahip çıkmanın ikinci anlamlı örneğini vermişlerdir. Bu da göstermiştir ki, bizler milletçe dikta rejimi heveslilerinin veya bir tek kişinin yönetimi altında yaşamaya razı olmuş milletlere benzemeyiz. Çünkü Aziz Atatürk’ün dediği gibi cumhuriyeti kuran Türkiye halkına Türk milleti denir ve işte bizler o milletiz. Yoksa bazılarının tanımlamaya çalıştığı gibi milletimizi cemaat, ümmet, tarikat ve etnik kökenler gibi sıfatlarla sınıflandırmaya kalkmak gerçekte millet bütünlüğünü bozan ve devleti çöküşe götürecek olan bir bölücülüktür.
Çok kıymetli kurultay üyelerimiz ve delegelerimiz, başkanlık divanımızın kurultay boyunca tam bir tarafsızlık içinde demokratik kurallara uygun adaletli bir tutum içinde olacağından emin olmanızı isterim.
Son olarak kurultayımızın partimize, aziz milletimize, ülkemize, bölgemize hayırlı olmasını temenni ediyor, partimize yakışır olgunluk, centilmenlik içerisinde geçmesi için kurultay divanımıza azami kolaylığı göstereceğinizden emin olarak hepinize başarılar diliyor, saygılarımı sunuyorum.
Kaynak: chp.org.tr