Sevgili dostlar yaşadığımız topraklar insanın var olduğundan bu yana medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bunu gezdiğiniz her karış toprakta görebilirsiniz. Bu topraklarda yaşayanların yarattığı bu medeniyetler zaman zaman işgalci ve zorbalar tarafından kendilerine mal etme çabalarına tanık olmuş, sanki dışarıdan birileri gelip bu medeniyetleri kurup buhar olmuş gibi, asıl medeniyeti kuranları yok saymıştır. Saymaya da devam etmektedirler.
Halk inançları da kullanılarak yabancı kültürlerin etkisinde bırakılmakta o kültürlerin etkisi ile de sanatı ve sanatçıyı yok saymak ta ve baskılamaktadır.
Gerçekte ise 100 yıl önce büyük bir mucize gerçekleşmiş yer yüzüne bin yılda bir gelen bir dahi Türklere gelmiştir.
Önce işgal ve yok olmaktan çıkılmış ardından hanedanlar ve işgalciler tarafından dili dışında her şeyi ile kendine yabancılaştırılmış halk kendi kimliğine ve benliğine kavuşmuştur.
Ulusal Kahramanımız Kurtarıcı ve Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk birçok konuda olduğu gibi büyük bir tarihi derinlikle Türk halkına yüz yıllardır kurulan tuzağa ve asimilasyona son vermiştir. Bununla ilgili aydınlanmayan birçok konunun kalıcı sonuca bağlanması ve sürekli çalışarak tarihin derinliklerinde yok olmaya duran tarihimiz ve kaybolma aşamasına gelmiş dilimizi kurtarmak kaybolanı yeniden kelime dağarcığana katmak amaçlı iki önemli kurumu kurmuş hatta yaşaması için servetini bu iki kuruma bırakmıştır. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu. Bu kurumların Kuruluş amaçlarına çalışmaları yapıp yapmadığı tartışılmalıdır. Kuruluştaki hedeflere varmak için gereği yapılmalıdır.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk "Arkadaşlar, gidip Toros Dağlarına bakınız. Eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla Türk'ü yenemez." demiştir.
Aslında bu söylem çok anlam ifade eder bu toprakları işgale gelenler o dağlarda yaşayamazlar oralarda yaşamak yüzyılların birikimini gerektirir bu toprakların yüzlerce yıllık sahibi Türklerdir der.
İkinci söylemi ise "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlayacağımız bu yıl Cumhuriyet hedeflerinde ne kadar vardığımız tartışılmalı ve eksik kalanlar tamamlanarak değişen ve gelişen çağın koşullarına göre devrimler hızla devam etmelidir. Mustafa Kemal Devrimciliği diğer devrimcilere benzemez onların sadece doktrin üzerine iken Mustafa Kemal! İn bizlere bıraktığı miras sürekli devrimdir aksi takdirde çağdaş uluslar seviyesine ulaşamazsınız.
Mustafa Kemal’in Tarih ve dil konusundaki iddiaları birçok bilim insanı tarafından teyit edilmiştir. Bunların başında ise Prof.dr. Kazım Mirşan, Haluk Tarcan ve vb gelmektedir
3000 Yıllık Sır Çözüldü: Türk Tarihi Yazılıkaya’da
Bu durumda Anadolu medeniyetlerinin sahibi bizler olduğu kanıtlanmışken bu topraklar da 30 bin kişiye yakın izleyici kapasiteli amfi tiyatrolar yanı sıra birçok sanat eseri varken Anadolu da Türk sanat tarihini 100-150 yıl öncesinden başlatmak ondan öncesini yok saymak insanın kendisini yok saymakla eş anlamlıdır. Bundan 80- 90 yıl önce sanata ve sanatçıya olan üstü olanaklar sağlanmaya çalışılırken bu gün sanatçının hiçbir sanat kolunda esnaf ve sanatkarlar meslek kollarında olmaması yok sayılması onun olmadığ anlamına gelmiyor. Tüm baskılara ve yok saymalara rağmen bu ülkede sanatın belini kırmaya kimsenin gücü yetmiyor onlar varlar ama öyle ama böyle ancak bu yok sayışın finalinde senin birçok konuda örnek aldığın hayranlıkla takip ettiğin alkışladığının o sanatçının yokluk ve yoksulluk içinde yaşamını sonlandırması bir ulusun ayıbı değildi nedir. Ülkenin sanatkarı üçbeş aidat hesabı yada delege yandaş hesabına peşkeş çekilecek kadar değersiz olmamalı bu sorumsuzluğumuz gelecekte çocuklarımızın çocukları tarafından hiçte iyi anılmayacağımız gerçeğidir.
Sanat insana Tanrının verdiği çok özel bir yetenek değil midir?
Peki yaratanın verdiği özel yeteneğe karşı durmak onu hor görmek onu aşağılamak Sanata karşı olmak Yaratılışa karşı duruş değil midir?
Bu gün gelinen noktada ülkede sanatın meslek kollarında yer almaması, bu alanda ikinci bir meslek odasının kuruluşuna olanak vermemektedir.
Diğer meslek kollarında faaliyet gösteren Meslek odaları ise ne Anayasamızın hedeflediği meslek kolunda iyileşme ve geliştirmenin ötesinde kurum yönetimine geleneler maaşınızı yoluğunuz alın keyfinize bakın suya sabuna dokunmayın demek olmuyor mu* ?
Tabi bütün bu olumsuzlukların sorumlusu sadece idare mi peki kendini kurtaran şöhrete ve paraya kavuşan sanatçıların ben gemiyi kurtardım sen ne hailin varsa gör deme hakkı var mı? Anayasamızın 64. Maddesini alt uygulama kanunlarının yokluğu onları ilgilendirmiyor duama finalde sizde aynı yoksulluğun içine düşmeye aday değil misiniz?
Herkes bir an önce kendine gelmeli Sanatına ve sanatkarına sahip çıkmalıdır.
Güzel günlerde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.
Yaşar Kaba
Bu köşe yazısı flashistanbul internet sitesinden alınmıştır