Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınarak yerine kayyım atanması, ülkemizde yerel yönetimlerin demokratik işleyişine dair tartışmaları yeniden ateşledi. İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy’un kayyım olarak atanması, Esenyurt halkının seçilmiş temsilcisinin yerine atanmış bir ismi geçirdi. Bu durum, halk iradesine yapılan bir müdahale olarak değerlendiriliyor ve seçilmişlerin yerine atanmış kişilerin getirilmesinin doğru olup olmadığı konusunda kamuoyunda yoğun bir tartışma yaratıyor.
Bu noktada, önemli bir soruyu kendimize sormak durumundayız: Eğer bugün CHP Genel Başkanı olarak Özgür Özel değil de Kemal Kılıçdaroğlu görevde olsaydı, bu tablo farklı olabilir miydi? Halk iradesinin korunması ve yerel yönetimlerin demokrasinin bir parçası olarak savunulması sürecinde daha sağlam bir duruş sergilenir miydi? Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderliği altında muhalefet, demokrasinin korunması adına daha etkin bir strateji geliştirmiş olabilir miydi?
Kılıçdaroğlu, halkın iradesine saygının ve demokratik değerlerin korunması konusunda uzun yıllardır istikrarlı bir tutum sergilemiş bir isim. Geçmişte "helalleşme" çağrıları ve toplumsal barışa yönelik adımları, demokrasiyi sahiplenme noktasında umut verici bir duruş sergilemişti. Ancak, Özgür Özel’in liderliğiyle birlikte CHP'de yeni bir dönem başladı. Özel’in daha genç, dinamik ve çatışmacı tarzı, Türkiye siyasetinde farklı bir enerji ortaya koyarken, kayyım uygulamaları gibi halkın seçme hakkını ilgilendiren meselelerde ne kadar etkili bir muhalefet yürütüleceği konusunda bazı soru işaretlerini beraberinde getiriyor.
Esenyurt gibi geniş nüfuslu bir ilçede halkın seçilmiş başkanının idari bir kararla görevden alınması, kısa vadede bir yönetim boşluğunu doldurabilir; ancak uzun vadede demokratik işleyişe olan güveni zedeleme riski taşıyor. Bugün Esenyurt'ta yaşanan bu gelişme, sembolik olarak, halkın temsil gücünün elinden alınmasını ifade ediyor.
Bu noktada, “Kemal Kılıçdaroğlu olsaydı, bunlar yaşanır mıydı?” sorusu daha da anlam kazanıyor. Halk iradesine yapılan bu müdahalelere karşı güçlü bir savunma sergilenebilseydi, belki de bugün Esenyurt'ta yaşanan tablo bu kadar dramatik olmayabilirdi. Halkın, "seçimle gelenin seçimle gitmesi" gerektiği yönündeki çağrısı aslında demokrasinin en temel ilkelerine bir göndermedir. Eğer bu ilke göz ardı edilirse, halkın demokratik katılım hakkı uzun vadede daha da erozyona uğrayacaktır.
Sonuç olarak, Kılıçdaroğlu’nun uzun yıllar boyunca savunduğu demokratik değerlerin korunması noktasında gösterdiği duruşun, yerel yönetimlerin demokratik işleyişine yönelik müdahalelerle tekrar gündeme gelmesi önem taşıyor. Bugün Esenyurt’ta yaşananların, demokratik temsiliyet açısından bir uyarı olarak değerlendirilmesi ve halkın iradesini korumak için daha güçlü bir duruş sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum.