Dayak meselesinin başlı başına toplumun demokratik ve hukuki yapısıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Dayak yeme ve atma hakkına sahip olan toplumların çok daha demokratik oldukları inancındayım. Toplumlar dayak mekanizmasını siyasi, askeri veya kast sistemi gibi belirli odaklara havale ettikleri zaman aslında baskıcı bir toplumda yaşamış oluyorlar.
Hemen çeşitli film ve dizi sahneleriyle açıklamaya çalışayım.
Diktatoryal dayağın en belirgin konu alındığı filmlerden biri Organize İşler 1 isimli Yılmaz Erdoğan tarafından sinemaya uyarlanan filmdi. Örneği vermeden diktatöryal dayağı tarif etmekte fayda var. Bu dayak sisteminde dayağı uygulayan ve üzerinde dayak uygulanan olmak üzere iki taraf vardır. Biri varoluşu gereği dayağa maruz kalırken, diğeri ise dayak atma hususunda tek yetkilidir. Dayağa maruz kalan hayatını dayaktan korkarak ve dayak atacak olanın koyduğu sınırların dışına çıkmamaya çalışarak ve onun da bu sınırları genişletmemesini temenni ederek yaşar. Dayak atacak olan, dayak yiyecek olanın dayak yeme sebebini anladığına ikna olana kadar dayak atmaya devam edecektir. Karar mekanizması ve uygulayıcı hatta yargılayan tek merkezdir. Halk arasında bu ikna süresi “eşek sudan gelene kadar” diye tarif edilmektedir. Yani dayak atmaktaki amaç bir davranışın tekrarlanmaması için eğitici ve caydırıcılıktır. Hatta çoğu zaman bu henüz hiçbir sınırı aşmamış, kaidelere uymuş kişilere ibret olması amacıyladır. Sınırı aşan kişiyle dahi dayağın pek ilgisi yoktur.
Organize İşler 1’de Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Müslüm denen… pardon Müslüm Bey karakteri dayağı Sıradan ve Yaratıcı dayak olarak ikiye ayırarak, az sonraüzerlerinde tatbik edeceği dayağın amacını muhataplarına açıklar ve Yaratıcı Dayak atmak suretiyle vücutta dayağa karşı arzuyu attırdığını iddia ettiği “ardinal hormonununJ” salgılanmasını engellemeye çalışır. Bu sayede dayağın dayak yiyenin üzerindeki etkisi dayağın sonuna kadar azalmadan sürebilecektir.
Bu dayakla amaçladığı ise, dayağın muhatabının kabahatlerini hatırlayarak bir daha bu kabahati işlemelerini engellemektir. Yani dayak uygulayıcı,dayak yiyeni kendi istediğisınırlarda tutmayı ve sınırların dışına çıktıysa geri gelmesini amaçlamaktadır. Dayak yiyenin buna muhalif olma veya yer değiştirme şansı ya yoktur, yada çok örgütlü ve şiddetli bir şekilde dayak uygulayıcısına karşı savaşmak zorundadır.
Müslüm Bey’in dayağın amacını açıkladığı sahnenin linki https://www.youtube.com/watch?v=lRUoQBiy1Fc
Demokratik Dayak ise bana göre en güzel Dövüş Kulübünde anlatıldı. Dayak, bu filmde herkesin birbirine karşı uygulayabildiği dövüş halinde yansıtıldı. Filimde kulübün patronu Bred Pitt tarafından canlandırılan Tyler Durden, üyelere kurallar koyar. Kulübün üyeleri ne kadar dayak yiyeceklerine kendileri karar veriyor, taraflardan biri “yeter” dediği anda veya bayıldığında diğer taraf durmak zorunda kalıyordu. Eşitsiz cüsselerin de kapıştığı bu arenada, bir süre sonra en yenilmez olan dahi dayak yemenin tadına varmaya çalışıyor dövmek kazanç olmaktan çıkıyordu.
Bir süre sonra dövüş kulübünün lideri durumunda olan Tyler (spoiler vermiyorum) tüm şehirde kulüp üyelerinden bir kavga çıkarmalarını, ancak bu kavgayı kaybetmelerini ister. Kavga çıkarmak da, karşı tarafı kazanacağına inandırmak da çok zordur. Finans kapitalin kölesi haline gelmiş ve aldığı kredileri ödeyebilmek için sisteme uyumlu,kredi taksiti ödeme sorumluluğunun ete kemiğe büründüğü birvarlığa dönüşen insanları yumruk yumruğa bir kavganın içine sokmak oldukça zor oldu. Şehirde kavga çıkartıp dayak yiyen kulüp üyeleri, her dayak atana aslında öz güven kazandırdı. Bir süre sonra şehir kulüp üyelerinin hâkimiyetine geçerek finans kapitali yıktı. Burada dayak çok amaçlı ve bireyin fiziksel ve ruhsal gelişimi için araç olarak işlendi. Birbirlerinden dayak yiyen bireyler hem dayak yemek gibi küçültücü bir hale karşı mukavemetli hale geldi, hem de bu onlar için utanılacak bir hal olmaktan çıktı. Üstelik normal yaşamlarının da dayak yemek üzerine kurulu olduğunu anladılar.
Lider Tyler’ın dahi dayak yediği bu kulüpte, tartışma ve konuşma ile vakit kaybedilmez, kuralları belirlenen çerçevede eylemde bulunmak yani dövüşmek bir konuşma biçimi haline gelmekteydi. Kulübün kurallarını Tyler Duden aşağıdaki linkte anlatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=1dbZ7xYJpCU
Morarmış gözler, yarılmış kaşlar ve patlak dudaklar adeta bir aksesuar ve güzellik simgesi haline gelmeye başladı. Kulüp üyeleri bir süre sonra bu izlerle birbirlerini tanımaya başladılar. Bu kırıklar, yarıklar, patlaklar ve morluklar aslında kırılan zincirlerdi ve finans kapitalin köleliğini bitirmeyi vaad ediyordu.
Tyler Durden Felsefesi için bu sahne çok açıklayıcı.
https://www.youtube.com/watch?v=awoLHEVVDdc
Final Sahnesi: https://www.youtube.com/watch?v=uBatZnolDEI tavsiye ederim.
Demokratik dayağın yerli örneklerden birini ise Kaçak adlı dizide Berk Hakman’ın canlandırdığı Ertan rolünde izledim. Dizinin bütününü izlemedim ama bu gibi rollerin tam ustası olduğuna inandığım Berk Hakman’ın canlandırdığı sahne tam bir demokratik dayak örneğiydi. Dizide sevdiği kızla problem yaşayan Ertan karakteri bir kahvede kendisinden cüsse olarak kat kat gelişkin bir şahıstan kendisine dayak atması talebinde bulunur. İsteğini kırmayan/kıramayan iri kıyım dayak uygulayıcı, bir iki tokattan yeterli gördüğü dayağı sonlandırır.Anlaşıldığı kadarıyla iri kıyım abinin alışkanlığı diktatöryal dayaktı ve bu yüzden ne zaman dayağı bitireceğine kendi karar veriyordu. İşte dövüş kulübü kriterleri tam burada devreye girer. Çünkü dayak yeme hakkını sonuna kadar kullanmak isteyen Ertan, dayağı yarıda kesen uygulayıcıyı devam etmesi hususunda kibarca uyarır. Uyarının neticesinde yeterli dayağı yiyerek, psikolojisini düzelttiğini söyleyen Ertan, ihtiyaç duyması halinde tekrar geleceğini söyleyerek kahveden ayrılır.
Sahnenin linki : https://www.youtube.com/watch?v=v_NM1K1nVHc
Ertan aslında dizide dayak yiyecek bir karakter olmadığı halde dayağın tedavici edici etkisini üzerinde hissetmek istiyor. Bir kayıp ve gönül kırıklığı yaşayan Ertan karizmasını da masaya koyarak bir vazgeçişi ve yeniden toparlanmayı hedefliyor. Tedavi için yeterli dayağı yediğini düşündüğü yerde de dayağı sonlandırarak ve teşekkür ederek yüzündeki mutluluk ifadesiyle kahvehaneden ayrılıyor. Ertan kısa sürede olsa demokrasi arıyor. Kendi diktatörlüğünden bir an uzaklaşmak istiyor.
Deminden beri film sahnelerinde anlattığım dayağın hallerinin tek bir sahnede toplandığı en nadide eser ise Kemal Sunal ve Dinçer Çekmez’inoynadığı Şark Bülbülüdür. Sahne diktatöryal dayağın demokratik dayağa dönmesinin en başarılı örneğidir. Adeta belgeselidir ve bence dünyada dahi rakipsizdir.
Dayak hakkını tekelinde tutan Dinçer Çekmez’in canlandırdığı Rıfat bir gazino işletmekte ve kendisini strese sokan her gelişme karşısında ortaya çıkan baş ağrısını yenmek için yanında dayak yemek üzere istihdam ettiği Mazlum karakterini dayağa maruz bırakmaktadır. Mazlum’un kullanım süresinin dolmasının akabinde, Kemal Sunal’ın canlandırdığı Şaban tesadüf eseri işe alınır. Şaban işin dayak yemek olduğunu anladığında, dayağa karşılık verir. Keline keline yediği şaplaklarla demokrata dönüşen patron Rıfat, diktatöryal dayağın kimseyi mutlu etmeyeceğini demokratik dayağı yediği anda anlamaya başlar. Rıfat’ın da hakkını vermek lazım burada çünkü demokrasiye geçebilmek marifettir.
Rıfat’ın demokratik dayağın tadına vararak Türkiye’nin ilk dövüş kulübünü kurduğu video. https://www.youtube.com/watch?v=NVliEjUh8bc
Bir kişiden sürekli dayak yiyerek veya yememek için istenilen şekilde davranan, kazanma garantili kavgaların güvenli sınırlarında, sırtını en güçlüye dayamış şekilde ve gücün sırtından ayrılmayacağı inancıyla kendi karar mekanizmasından vazgeçmiş insanlarla birlikte yaşıyoruz. Sırtını dayadıkları diktatörün kendilerinden olmayanı dövmesi, hatta içlerinde yaramazlık yapanı er geç dayağa maruz bırakacağı inancı, insan kimliğinin görüp görebileceği en düşük seviyedir. Yanlışı alkışlatırlar doğruyu dövdürürler, doğruyu yapar yanlışa teşekkür ettirirler.
Dayak yemeyi ayıp ve küçültücü hale getirmemek gerek. Herkesin istediği kadar dayak yeme hakkını sağlamak ve korumak demokratik bir toplumun inşası için faydalı olacaktır.
Dayak yemekten münezzeh, bir kişi bile toplumda yaşamamalı. Dayak gerektiğinde ve birey tarafından talep edildiğinde bulunabilmeli. Toplumda bolca bulunmalı ve seçme hakkı olmalı. Bir kişinin hatasına ve doğrusuna mahkûm yaşamak dayak yemeye korkanların kaderidir.
Ben dayak dedim siz fikir hürriyeti anlayın.
Tabi gerekirse dayak da yemeli. Herkes fikrini dayak hakkını elinde bulunduranın yüzüne karşı söyleyebilmeli. Karşılığında dayak yemekten de korkmamalı.
Ben korku dedim, siz özgürlük anlayın.
Aklımdan bu sahneler ardı ardına geçerken mecliste bütçe görüşmelerine denk geldim. Mehmet Şimşek’in bütçeye ilişkin konuşmasını dinledim. Kendisi saygı duyduğum bir ekonomist ve siyasetçidir. Muhalefet vekilleri Mehmet Şimşek’e “kendi vekillerinizden alacağınız alkışa odaklanmayın. Onlar genel başkanınız size dolandırıcı dediğinde de, İngiliz ajanı dediğinde de, Nurettin Nebati size faiz lobisinin adamı dediğinde de alkışladılar. Bugün sizi alkışlayıp yarın yine hakaret ederler, siz bize kulak verin” diye haykırıyorlardı.
Dayak yeme korkusunun, hatalara alkış tutmanın onur kırıcı bedeli mecliste böyle yankılandı. Nurettin Nebatiye el çırpan Mazlum’lar, Rıfat’ın keline keline şaplak atan Şaban olamadılar.
Ben dayak yeme korkusu dedim, siz insan olma iradesi anlayın. Ya da artık ne anladıysanız…
Av. Burak DİYARBAKIRLIOĞLU