CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İSTANBUL’DA SERVİS ŞOFÖRLERİ VE ESNAFIYLA BİR ARAYA GELDİ
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “İki gündür tartışılıyor, dün akşamdan itibaren tartışılmaya başlandı, ‘Efendim burada nasıl bir şey Türkiye parçalanacak mı, parçalanmayacak mı, eyalet olacak mı, olmayacak mı’ Yeni mi keşfediyorlar bu beyler bunu? 50 sefer söylendi. ‘Efendim başkan yardımcıları söylemiş ama benim ağzımdan çıkmadı’ Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsülerinde 24 saat söylendi daha ne söylensin? Sen de dinledin kardeşim, Başbakan da dinledi, bakanlar da dinledi. Çıktılar meydana dediler ki, bizim asıl hedefimiz anayasanın ilk 4 maddesini değiştirmektir. Ne istiyorsunuz siz Türkiye Cumhuriyetinden kardeşim, bu devletten ne istiyorsunuz?” dedi.
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da servis şoförleri ve esnafıyla bir araya geldiği toplantıda şöyle konuştu:
Hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Değerli arkadaşlarım, hepiniz evinize helal ekmek götürmek için direksiyon sallıyorsunuz. Bazen sabahın erken saatlerinde, bazen akşamın geç saatlerinde görevlerinizi yapıyorsunuz. Ama her demokraside, her mesleğin standartlarını belirleyen ve o meslek sahiplerinin haklarını koruyan hukuk kuralları vardır. Hiçbir demokratik ülkede örneğin bir sokakta 20 tane berber olmaz, 20 tane lokanta olmaz. Olursa hepsi iflas eder. Kuralları belirlerler. Herkesin kazanabileceği, herkesin evini geçindirebileceği belli bir gelir düzeyini standarda kavuşturmak için kurallar belirlenir. Bu kuralların bir kısmını kanunlarla koyarsınız, bir kısmını belediye koyar, bir kısmını yönetmelikler, tüzükler, bunlarla düzenlersiniz.
SİYASETİN MUHALEFETİ HALKTIR
Sizin bir sorununuz var uzun yıllardır biliyorum. Sadece servis araçlarının değil, tır şoförlerinin de, kamyon şoförlerinin de, minibüsçülerin de hepinizin bir sorunu var, birden fazla sorunu var. Belki şu soru aklınıza gelebilir. Neden bugüne kadar bizim bu sorunumuz çözülmüyor neden? Öyle ya bir sorun varsa bu sorunu çözecek olan siz değilsiniz, aslında birinci etapta bu sorunu çözecek olan siyaset kurumudur. Kuralı getiren odur, kanunu çıkaran odur, yönetmeliği çıkaran odur, tüzüğü çıkaran odur, siyaset kurumunun bu sorunu çözmesi lazım. Siyaset kurumu bu sorunu nasıl çözer? Gayet basit, dünya nasıl çözdüyse biz de öyle çözeceğiz. Dünya nasıl çözer? Bir sorun gelir o sorunun muhatapları vardır, bir derneği vardır, bir vakfı vardır, başka bir kuruluştur veya bir meslek odasıdır. Çağırır yetkililer oturur siyaset kurumuyla yan yana gelir oturur konuşurlar. Derdinizi anlatırsınız bizim şu dertlerimiz var ve bunun çözülmesi lazım. Oturulur birlikte konuşulur, bakılır gerçek midir, değil midir? Çünkü bir sorunu çözerken başka bir sorun çıkabilir. Siyasetçi bütün bunların tamamını değerlendirmek zorundadır. Bakar, kararı verir, oturulur konuşulur ve bu sorun çözülür. Sizin bu sorununuz uzun yıllardır niye çözülmüyor? Plaka tahdidi gelsin diyorsunuz. Gelmeli tabi. Niye sözlerime dedim bir sokakta 20 tane lokanta olursa hepsi iflas eder. Tahdit getiriyor. Kim getiriyor? Bazen belediye getirir, bazen bu işle ilgilenen odalar gelirler burada böyle olmalı, kurallar böyle konmalı denir ve o kurallara göre uygulamalar başlar ve devam eder.
Size söz verildiğini de biliyorum. O sözlerin yerine getirilmediğini de biliyorum. Söz verilip yerine getirilmeyince sizin demokrasilerde çok önemli bir hakkınız ortaya çıkıyor. Bir siyasetçi size gelip ben bu sorunu çözeceğim diye söz verir ve verdiği sözün arkasında durmazsa sizin en doğal bir hakkınız çıkıyor ortaya. O hakkı siyasette insanlar “Hayır” sözcüğünü kullanarak dile getiriyorlar. “Madem sen verdiğin sözü tutmadın kusura bakma ben de sana ‘hayır’ derim” derler. Bu sadece Türkiye için geçerli bir kural değil. Bütün dünyada demokrasilerde geçerli olan kuraldır. Madem söz verdin, madem yerine getirmiyorsun o zaman ilk seçimlerde ben de gereğini yapacağım. Sen verdiğin sözün arkasında durmazsan ben de bu kurala uyarım, doğal bir kurala uyarım ve sana oy vermem.
Sizden beklenen budur değerli arkadaşlar. Demokrasi, demokrasi, demokrasi diyorsanız demokrasiyi bir kişi değil, demokrasiyi iki taraf birbirini test ederek hayata geçirir. Siyasetçi size söz verir, sözünü yerine getirirse eyvallah devam edersiniz oy vermeye devam edersiniz. Siyasetçi verdiği sözü tutmazsa siz de ona oy vermezsiniz bitti. O zaman ne olur? Bir siyasetçi kolay kolay gelip size veremeyeceği sözü vermez, yerine getiremeyeceği bir vaadi dile getirmez. Ama nasıl olsa ben ne söylesem bana oy verirler dediniz andan itibaren mangalda kül bırakmaz siyasetçi. Nasıl olsa bunlar gelecek gene yarın bana oy verecekler derler. Bunun adı demokrasi değildir birbirimizi kandırmayalım. Demokrasi iki tarafın birbirini denetlemesi demektir. Neden her rejimde iktidar vardır ama demokrasilerde mutlaka muhalefet olur. Muhalefetin olmadığı bir demokrasi olmaz. Siyasetin muhalefeti kimdir? Halktır, vatandaştır. Siyasetçi vaatte bulunur, vatandaş bakar bu vaatleri yerine getiriyor mu, getirmiyor mu? Vaatleri yerine getirirse devam, yerine getirmezse bir dakika dur kardeşim buraya kadar bundan sonra hayır deme hakkınız var. Bu kural şu ana kadar yeteri kadar işlemiş değil kimse kusura bakmasın.
Bir özelliğim var benim, siyasette ahlakı egemen kılmak için her türlü çabayı gösteriyorum. Altına imza atamayacağım, yerine getiremeyeceğim bir vaatte asla bulunmadım. Biz asgari ücret net bin 500 lira olacaktır derken bu uygulanamaz deniyordu. Bugün bütün CHP’li belediyelerde asgari ücret en az net bin 500 liradır. “Hiç kimsenin tereddüdü olmasın. Her yoksul ailenin geliri 600 liranın altına düşmeyecektir” diye söz verdik Aile Sigortasıyla. “Kimsenin yoksulluğunu teşhir etmeyeceğiz” dedik. Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek dedik. Bugün bizim belediyelerimizde pilot uygulamalar başladı. Bazı belediyelerimizin sınırları içinde hiçbir yoksul aile yok. En düşük geliri ayda 600 lira banka hesabına yatıyor. Kimse onun fakir olduğunun farkında bile değil. Demek ki, iyi oturur, aklınızı kullanır, hesabını, kitabını yapar ve ondan sonra söz verirseniz gerçekleştiremeyeceğiniz bir vaat yoktur. Siz direksiyon sallıyorsunuz sizin işiniz kolay mı? Kolay değil. Çocukları size emanet ediyoruz, yükleri size emanet ediyoruz, vatandaşları size emanet ediyoruz. Siz de kazanacaksınız, evinize ekmek götüreceksiniz. Neden sosyal devlet diyoruz? Varlıklı adam için sosyal devletin bir anlamı yoktur arkadaşlar. Zaten köşeyi dönmüştür o. Sosyal devlet fakir ve orta sınıflar için vardır. Kimse aç ve açıkta kalmasın diye sosyal devlet vardır. Bu kadar Türkiye’nin sorunu var.
AYIN 16’SINDA MUTLAKA OY KULLANIN, BİR OY ALTIN DEĞERİNDEDİR
Geliyorum ana konuya. Bu kadar derin sorunlarımız var. Önümüzde bir referandum var anayasa değişikliği var. Allah aşkına bu anayasa değişikliği sizin hangi derdinizi çözüyor? Türkiye’nin hangi derdini çözüyor? Bir Allah’ın kulu çıkıp anlatsın desin ki, bu anayasa değişikliği Türkiye’nin şu derdi çözülecek. Sizin sorununuz çözülüyor mu? Hayır. Terör sorunu çözülüyor mu? Hayır. İşsizlik sorunu çözülüyor mu? Hayır. Esnafın sorunu çözülüyor mu? Hayır. Fakir fukaranın sorunu çözülüyor mu? Hayır. Peki kimin derdi çözülüyor arkadaşlar kimin derdi? Size diyorlar ki, gidin ayın 16’sında oy kullanın. Evet doğru gideceksiniz oy kullanacaksınız. Ben de istiyorum. Mutlaka gidin diyorum sandığa, mutlaka oy kullanın diyorum size. Tercihiniz ne olursa olsun eğer bu ülkenin geleceğiyle ilgili karar verecekseniz, benimde çorbada tuzum olsun diyecekseniz, bu ülkenin kaderini belirleyen vatandaşlardan biriside ben olayım diyecekseniz kesinlikle sandığa gideceksiniz kesinlikle. Bir oy bir oydur ve çok değerlidir. Altın değerindedir bir oy. Sandığa giderken ben size şöyle oy kullanın, böyle oy kullanın değil, sandığa giderken düşüneceksiniz bu anayasa değişikliği ne getiriyor arkadaş? Topu topu 18 madde. Hani 1800 madde olurda deriz ki ya hiç anlaşılmıyor bu maddeler. Topu topu 18 madde. Düşüneceksiniz. Cumhurbaşkanı tarafsız mı olsun, Cumhurbaşkanı partizan mı olsun? Bu kadar kolay bir soru. Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır, 80 milyonu temsil etmelidir, bayrağı temsil etmelidir diyorsanız kullanacağınız oy belli. Cumhurbaşkanı partizan olsun diyorsanız kullanacağınız oy belli. Ne söyleyeyim ben başka size, bu kadar açık, bu kadar net.
Tarihimizi biliyoruz, tarihimizle övünç de duyuyoruz, kıvanç da duyuyoruz. Al Metehan’dan gel Osmanlı’ya kadar. Osmanlı’yı alalım, Başbakan var mıydı? Vardı. Adı neydi? Veziri Azam. Bakanlar var mıydı? Vardı. Adı neydi? Vezirler. Bakanlar kurulu var mıydı? Vardı divan, Divanı Hümayun, bakanlar kurulu. Cumhuriyeti kurduk Veziri Azam yerin Başbakan dedik. Vezir yerine bakanlar dedik. Divanı hümayun yerine de dedik ki Bakanlar Kurulu. Şimdi ne oldu ve hangi gerekçeyle Başbakanlığı ve Bakanlar kurulunu kaldırıyoruz niye? Tarihe bağlılıksa tarihe bağlılık değil. Örf, adet, geleneğe bağlılıksa onlara bağlılık değil. Niye kaldırıyoruz? Bir Allah’ın kulu çıksın anlatsın bana ben de anlayayım, siz de anlayın niçin kaldırıyoruz?
OY VERİP, 550 MİLLETVEKİLİ SEÇİP PARLAMENTOYA GÖNDERDİĞİNİZ BİR YAPIYI AŞAĞILIYORLAR
Türkiye Büyük Millet Meclisi. Adı üstünde Türkiye hepimizi kapsıyor. Büyük hepimizi temsil ediyor. Millet milleti temsil ediyor. Meclis hepimizin düşüncesi. Türkiye Büyük Millet Meclisi. Bu meclis ne yaptı Türkiye Büyük Millet Meclisi? Milli Kurtuluş Savaşını yönetti. Dünyada milli kurtuluş savaşını yöneten tek meclis Türkiye Büyük Millet Meclisidir. O nedenle unvanı Gazi Meclistir. 23 Nisan 1920’de açıldığında çok sayıda milletvekili geldi orada ve Türkiye’yi temsil ettiler. Ve o günü biz çocuklarımıza bayram olarak armağan ettik. Neden? Çünkü o meclis Türkiye’nin geleceğini belirleyecekti, çocuklarımızın geleceğini belirleyecekti. Meclis bu kadar önemli. Peki o meclis başka ne yaptı? O Türkiye Büyük Millet Meclisi Kıbrıs Barış Harekatını yönetti. Başka? O büyük millet meclisi 15 Temmuz’da darbe girişimini bombalar altında, kurşunlar altında püskürttü. Ne yapmamız lazım normalde? Bu meclisin onurlandırılması lazım, her vatandaşın gururlanması lazım, bu meclis benim meclisimdir demesi lazım. Milli iradeyi temsil ediyor demesi lazım.
Şimdi önünüze bir anayasa değişikliği geliyor. Ne oluyor? Meclisin yetkilerini elinden alıyorlar niçin? Niye alıyorsunuz meclisin elinden yetkileri hangi gerekçeyle alıyorsunuz? Bir Allah’ın kulu çıkıp makul bir gerekçeyi söylesin bana. Makul bir gerekçe. Hadi bana söylemiyorsun çık televizyonda söyle. Niçin meclisin yetkilerini alıyorsunuz? Ne yaptı Türkiye Büyük Millet Meclisi? Diyeceksiniz ki hangi yetkileri alıyorlar? Bir; Cumhurbaşkanını temsil yetkisi meclisten alınıyor. Şu anda Sayın Cumhurbaşkanı herhangi bir yere gittiğinde ona Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı vekalet eder. Neden? Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçimle gelmiştir, milletvekilidir. Yeterli mi? Hayır. Parlamentoda seçilmiştir Meclis Başkanı olmuştur. Yeterli mi? Hayır. Milli iradeyi yani Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil eder. Yeterli mi? Hayır. Sayın Cumhurbaşkanı bir yere gittiğinde ona Türkiye’nin en büyük organı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ona vekalet eder. Şimdi bu yetkiyi alıyorlar. Kim vekalet edecek? Atamayla gelen bir Başkan Yardımcısı. Atamayla gelen bir Başkan Yardımcısı nasıl Türkiye’yi temsil edecek? Bir devlet memuru Türkiye’yi nasıl temsil edecek? Bana çıkıp bir Allah’ın kulu anlatsın nasıl temsil edecek? Peki Türkiye’de böyle bir dönem oldu mu? Evet oldu. Ne zaman temsil ediyor seçimle gelmeyende atamayla gelenler? 12 Eylül darbesinde, 12 Mart Darbesinde. Kenan Evren seçimle mi geldi? Yok. Darbeyle geldi. Şimdi biz darbe dönemlerini geri getiriyoruz neden? Bir Allah’ın kulu çıkıp bunu anlatması lazım. Benim anlattıklarım anlaşılmazsa Allah aşkına söyleyin deyin ki şu cümleyi anlamadık. Bakın, bu anlattıklarımın hiçbir partiyle ilgisi yoktur. Hiçbir kişiyle de ilgisi yoktur. Bu demokrasiyle ilgili bir olaydır. Bu sorun sadece benim sorunum değil. Çiftçinin de, şoföründe, emeklinin de sanayicinin de, tüccarında, taşeron işçisinin de, sendikacının da hepsinin ortak sorunu, hepimizin ortak sorunu. Sonuçta bu memlekette yaşıyoruz. Demokrasiyi niye biz askıya alıyoruz?
Daha başka bir şey söyleyeyim, şimdi referanduma gidip oy kullanacaksınız. Öyle bir değişiklik getiriyorlar ki, herhangi bir milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisinde kürsüye çıkıp bakana soru soramayacak yasak. İnanamıyorsunuz değil mi böyle bir şey olur mu diye. Vallahi de billahi de var kardeşim. Daha ne söyleyeyim ben size. Bir milletvekili kürsüye çıkıp bakana beyler şoför esnafının, minibüs esnafının, servis esnafının bu sorunu var niye çözmüyorsun sorusunu kürsüde soramayacak yasak. Niye yasak kardeşim? Anayasayla böyle bir yasak gelir mi? Getiriyorlar. Bu ne demektir? Parlamentonun aşağılanması demektir. Sizin oy verip 550 milletvekili seçip parlamentoya gönderdiğiniz bir yapıyı aşağılıyorlar. Milletvekili soru dahi soramayacak. Niye sormasın kardeşim? Yani bir soru sorsa kıyamet mi kopacak? Hayır o değil amaç. Hiçbir bakan milletvekili değil çünkü. Hiçbir bakan Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyesi değil bu da yasaklanıyor. Hiçbir bakan, hiçbir başkan yardımcısı Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyesi olmayacak. Dolayısıyla bakan niye meclise gelsin ki, niye soru önergesine cevap versin? Şimdi sizin vicdanınız buna evet diyorsa kullanacağınız oy belli. Böyle saçma şey olmaz diyorsanız yine kullanacağınız oy belli. Öyle çok karmaşık bir iş değil bu arkadaşlar. Derdinizi dile getireceksiniz. Siyaset kurumu yani milletvekilleri sizi dinleyip ne yapacaklar? Mecliste de dile getirseler ne olacak? Hepimizin düşünmesi lazım. Ben size sandığa giderken düşünün, elinizi vicdanınıza koyun ve ondan sonra gidip oyunuzu kullanın. Sıradan bir kanunu görüşmüyoruz, bir parti seçimi yapmıyoruz, bir kişinin seçimini yapmıyoruz. Bir anayasayı hepimizin ortak yasasını oyluyoruz. Hepimizin ortak yasası anayasayı.
“EYALET OLACAK MI, OLMAYACAK MI” YENİ Mİ KEŞFEDİYORLAR BU BEYLER BUNU?
İki gündür tartışılıyor, dün akşamdan itibaren tartışılmaya başlandı. Efendim burada nasıl bir şey Türkiye parçalanacak mı, parçalanmayacak mı, eyalet olacak mı, olmayacak mı? Yeni mi keşfediyorlar bu beyler bunu? 50 sefer söylendi. Efendim başkan yardımcıları söylemiş ama benim ağzımdan çıkmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsülerinde 24 saat söylendi daha ne söylensin? Sen de dinledin kardeşim, Başbakan da dinledi, bakanlar da dinledi. Çıktılar meydana dediler ki, bizim asıl hedefimiz anayasanın ilk 4 maddesini değiştirmektir. Ne istiyorsunuz siz Türkiye Cumhuriyetinden kardeşim, bu devletten ne istiyorsunuz?
Bakın birisi ne diyor? Gene Sayın Cumhurbaşkanının danışmanlarından. 16 Nisan için diyor ki, “halk kendi devletini kurmak için adım atıyor”. Ne demek ya? Yani 16 Nisan’da mı biz kendi devletimizi kuracağız? Bu devlet ne zaman kuruldu? Bu kadar şehidi biz niye verdik, bu gaziler neden çıktı, bu bayrak kimin bayrağı, bu devlet kimin devleti? Yeni devlet kuracakmışız. Kim söylüyor bunu? Yardımcısı söylüyor. Türkiye bir felaketin içine sürüklenmek isteniyor değerli arkadaşlarım. Hepimizin aklımızı başımıza alması lazım hepimizin. Ben Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir üyesi olmaktan, bir vatandaşı olmaktan onur ve gurur duyarım. Ben bayrağımın altında yaşamaktan onur ve gurur duyarım. Ben istiklal marşımızdan onur ve gurur duyarım. Ben benimle aynı dünya görüşünü paylaşmasa bile her vatandaşın düşüncesine saygı gösteririm. Ben her vatandaşımın kimliğine, her vatandaşımın inancına, her vatandaşımın yaşam tarzına saygı duyarım. Onları asla ve asla siyasete konu etmem. Siyasetin konusu onlar değil ki. Siyasetin konusu nedir? İşte sizin sorunlarınız bunu çözmektir. Siyasetin konusu budur. Vatandaşın derdi varsa o derdi çözeceksin kardeşim. Siyasetin konusu budur. Adamın diniyle, imanıyla siyaset nasıl uğraşır? Adamın kimliğiyle siyaset niye uğraşır? Kişinin yaşam tarzıyla siyaset niye uğraşır? Bir partinin Genel Başkanı yetki verilmek isteniyor, bir partinin Genel Başkanı mahkemelere hakim tayin edecek. O hakim adalet dağıtır mı? Düşünün sizin bir davanız var, siz A partisindesiniz bende B partisindenim. Kamulaştırdım sizin dükkanlarınızı, işyerlerinizi, düşükte bir bedel tayin ettim. Nereye gideceksiniz? Mahkemeye gideceksiniz, adalet arayacaksınız, diyeceksiniz bu kadar olmaz bu çok düşük bir rakam. Hakkımı verin bari. Hakimi kim tayin etti? Ben tayin ettim. Hakim sizi mi dinler yoksa bana mı bakar beni tayin eden adam ne diyor diye. Beni düşünür herhalde. Bönce bir bana bakar göz ucuyla ne diyorsun Sayın Başkan ona göre karar veriyim. Öyle demez mi? Öyle der. Velev ki, doğru karar verse dahi siz ya bu adalet dağıtır mı, dağıtmaz mı diye bir endişe duymaz mısınız? Ne zamandan beri partilerin Genel Başkanları hakim tayin etmeye başladı değerli arkadaşlar. Bu anayasa değişikliğiyle bu geliyor. Niye ben size diyorum bu sorumluluk sadece bana ait değil, tek tek hepinize ait tek tek. Ben sorumluyum sizde sorumlusunuz. Bu bayrak sadece benim bayrağım değil ki sizin de bayrağınız. Bu devlet sadece benim devletim değil ki sizin de devletiniz. Bu ülkede sadece ben yaşamıyorum ki hepimiz yaşıyoruz. Benim çocuklarım var, sizin de çocuklarınız var. Benim torunlarım var, sizin de torunlarınız var. Nasıl yaşayacağız? Kavga ederek mi? Hayır. Huzur içinde yaşayacağız. Görüşlerimiz farklı olabilir ama bir araya gelip pekala yemek yiyebiliriz, pekala sohbet edebiliriz, pekala konuşabiliriz, pekala dertleşebiliriz. Akıl akıldan üstündür. Diyorlar ki, 80 milyon düşünmesin tek adama yetki verelim istediğini yapsın. Türkiye’yi tepe tepe kullansın. Buna doğrudur diyorsanız kullanacağınız oy bellidir. Böyle bir rezalet olmaz diyorsanız yine kullanacağınız oy bellidir. Ben burada size bir partinin Genel Başkanı olarak değil, sizin gibi vatanını, milletini, bayrağını seven bir vatandaş sıfatıyla konuşuyorum. Bundan emin olmanızı isterim.
ÜLKENİN BİRLİĞİNDEN VE BÜTÜNLÜĞÜNDEN HEPİMİZ SORUMLUYUZ
Hepimizin sorumluluğu var. Bu cumhuriyet hepimizin cumhuriyeti. 29 Ekim 1923’te biz cumhuriyeti kurduk bütün İslam alemine örnek olduk. Hepsi cumhuriyete geçtiler. Çok partili hayata geçtik, demokrasimizi geliştirdik bütün Müslüman ülkeler çok partili hayata geçmek için mücadele ettiler, çaba harcadılar. Hep dünyaya örnek olduk. Şimdi geriye doğru gidiyoruz. Niye geriye doğru gidiyoruz? Tek adam rejimleri nerede uygulanmışsa o ülkelere felaket getirmiştir. Buyurun Saddam’a bakın, Irak’ın Saddam’ında ne oldu? Irak paramparça, bitti. Suriye, 4 milyon Suriyeli burada gerisine zaten hiç değinmiyorum. 4 milyon Suriyeli burada ama onlar birinci sınıf vatandaş sizler ikinci sınıf vatandaşsınız. Onlar hastaneye giderken para ödemezler, siz hastaneye giderken hem sıra beklersiniz, hem para ödersiniz. Sizin çocuğunuz üniversiteye girmek için sınava girer, Suriyelinin çocuğu üniversiteye girmek için sınava hiç girmez, doğrudan doğruya gider. Siz esnafsınız vergi ödersiniz, Suriyelide açar dükkanını o vergi ödemez. Onu da biliyorum, sizin çocuklarınız El Bab’a gider, Suriye’nin 25-30 yaşındaki genci İstanbul’da volta atar. Şimdi diyorlar ki “Evet” oyunu verin, “Evet” ten sonra da bunlara vatandaşlık vereceğiz. Hadi gözünüz aydın. Siz düşünerek sandığa giderseniz ve oy kullanmaya giderseniz Türkiye’nin kaderini birlikte değiştireceğiz. Bunun sağı solu yok arkadaşlar. Bunun A partisi B partisi olayı yok bu bir memleket meselesi, bu bir demokrasi meselesi, olaya öyle bakmamız lazım, ben falan kişiyi çok seviyorum o böyle dediği için gidip oy atacağım. Olmaz. Kişiler sevilebilir, seçime girer oyunuzu verirsiniz. Bir partiye sempati duyabilirsiniz, seçime girersiniz o partiye oy verirsiniz ama bir temel kanunun, anayasayı değiştiriyoruz. Hepimizin düşünmesi lazım, karar verirken dikkatli bir karar vermemiz lazım, ülkenin birliğinden ve bütünlüğünden hepimiz sorumluyuz. Bir daha söylüyorum, ülkenin birliğinden ve bütünlüğünden hepimiz sorumluyuz.
BİR KİŞİ TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİYLE İLGİLİ KARARLARI TEK BAŞINA ALACAK, “HADİ BEYLER SABAHLEYİN SAVAŞ AÇIYORUZ…”
Bir kişiye yetki verilirse ne olur? Madem İstanbul’da yaşıyorsunuz, Çanakkale ve İstanbul’dan söz edeyim. “Çanakkale geçilmez” destanını biz yazmadık mı? Biz yazdık. 13, 14, 15 yaşında çocuklarımız orada şehit oldu mu? Oldu. Her karış toprağında şehidin kanı var mı Çanakkale’de? Var. 7 düvel geldi mi? 7 düvel geldi. Mücadele ettik mi? Mücadele ettik. İstanbul’a soktuk mu? Sokmadık. Bir destan yazık, adı Çanakkale geçilmez. Sonra ne oldu? Bir tane yetkili çıktı ortaya, bir kişiye yetki verdiler, gitti anlaşmayı imzaladı 3 yıl sonra o gemilerin tamamı tek kurşun atmadan geldiler Dolmabahçe’nin önünde demirlediler ve İstanbul’u işgal ettiler. Bir adama yetki verirseniz bu manzaralarla karşılaşırsınız. Sadece o mu? Hayır. Yeni bir örnek vereyim size, 1 Mart Tezkeresi, Türkiye üzerinden yabancı devletlere ait askerler geçecek ve Irak’ta savaşacaklardı. Cumhurbaşkanını ikna ettiler, Bakanlar Kurulunu ikna ettiler, Milli Güvenlik Kurulu tamam dedi, sonra ne oldu? Geldi meclise, 550 milletvekili dedi ki kusura bakmayın biz kendi ülkemizde yabancı askerleri istemiyoruz. İki, bir komşumuza gidip savaş açmalarını istemiyoruz. Üç, Müslüman kanının bizim bölgede akmasını istemiyoruz ve reddettiler. Meclis budur. Şimdi bu yetki meclisin elinden alınıyor. Milli Güvenlik Kurulu yok. Bir kişi Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili kararları tek başına alacak bir kişi, “hadi beyler sabahleyin savaş açıyoruz, tamam...” Neye açıyorsun kardeşim, kime danıştın kardeşim? Bir partinin Genel Başkanı Genelkurmay Başkanı tayin eder mi arkadaşlar? Bir partinin Genel Başkanı mahkemelere hakim tayin eder mi? Akıl var mantık var, OHAL’i kim ilan edecek? Şimdiki modeli anlatayım, şimdiki modelde Olağanüstü Hal ilan edilmesi için, önce Milli Güvenlik Kurulu toplanıyor. Hükümete tavsiye kararı alıyor, gerekçelerini anlatıyor. Hükümet oturup düşünüyor, sonra meclise geliyor, sonra mecliste tartışılıyor karar çıkarsa hükümete yetki veriliyor. Şimdi bunların tamamının üzerine bir çizgi, bir kişi sabah kalkıyor ben OHAL ilan ettim beyler diyor. Bir kişi, 80 milyonun can ve mal güvenliği bir kişiye emanet. Doğrudur bu çok doğrudur boş ver ya ne demek öyle Milli Güvenlik Kurulu, Bakanlar Kurulu, Başbakan bunları silin atın kardeşim. Bir kişiye verelim yetki ne istiyorsa yapsın diyorsanız kullanacağınız oy bellidir. Devletin bir ciddiyeti vardır, devlette önemli kararlar alınırken oturulup istişare edilmesi lazım, oturulup düşünülmesi lazım, akıl akıldan üstündür, bu işin uzmanlarına sorulması lazım deniyorsa onunda cevabı bellidir, tercihte gidip oyunuzu öyle kullanacaksınız. Çok zor mu? Hayır. Sizin önünüze bir tablo koydum bu tabloda kararı siz vereceksiniz.
KENDİ KADERİMİZİ KENDİMİZ BELİRLEYECEĞİZ
Bize söylediler, niçin CHP Anayasa Mahkemesine gitmedi diye. Onlara gayet net şunu söyledim, bir milletin kaderini mahkemeler belirlemez. Bir milletin kaderini o milletin kendisi belirler kardeşim dedim, o nedenle gitmiyorum. Kendi kaderimizi kendimiz belirleyeceğiz. Ben bunları anlatınca diyorlar ki, Kılıçdaroğlu doğruları söylemiyor. Bende onlara her medeni insan gibi çağrı yapıyorum, beyler diyorum ben doğruları söylemiyorsam hatta onların diline göre yalan söylüyorsam, 18 madde, alırsın 18 maddeyi gelirsin senin istediğin televizyon kanalında dersin ki, Sayın Kılıçdaroğlu sen bu millete doğruları anlatmıyorsun. Bak okuyorum maddeyi sen bu maddeyi anlamamışsın, beni mahcup et. Beni mahcup et sana büyük bir fırsat veriyorum. Fırsatı kullan belki bu konuşmalara hiç gerek kalmayacaktı ben mahcup olacaktım diyecektim ki ya özür dilerim, biz başka bir yere bakmışız diyecektim. Gelin bana bunu, beni mahcup edin. Gelmiyorlar. Gelemezler. Çünkü onlarda çok iyi biliyorlar ki ben doğruları söylüyorum, doğrulardan yanayım, vatandaşın doğru bilgilenmesi lazım, sandığa gidip ona göre oy kullanması lazım.
Miting yapıyorlar, mitingde ne olması lazım? Neden vatandaş “Evet” desin. Bunun anlatılması lazım, diyecekler ki sevgili vatandaşlarım şunu getiriyoruz, şunu getiriyoruz daha iyi olacak, demokratik standartlar yükselecek, vatandaşın can ve mal güvenliği olacak, eksiklikleri gideriyoruz, milli iradeyi meclise tam yansıtacağız. Anlatacaklar, bunları anlatamıyorlar.
BENDEN NE İSTİYORSUNUZ?
Niçin? Çünkü bunlar yok. Gündem maddesi ne? Madde 1 Kılıçdaroğlu, madde 2 Kılıçdaroğlu, madde 5 Kılıçdaroğlu, madde 15 Kılıçdaroğlu, madde 18 Kılıçdaroğlu. Dayanamıyorum soruyorum emin olun dayanamıyorum soruyorum, arkadaş ben size ne yaptım? Haram yemedim, yolsuzluk yapmadım, kul hakkı yemedim, herkese saygılı oldum, saygıda kusur etmedim, çocuğun elini öptüm, büyüğümün de elini öptüm. Yaşıtlarıma saygı gösterdim, kendi kültürümü bu toprakların kültürünü yaşıyorum, bu toprakların kültürüyle büyüdüm. Peki kardeşim benden ne istiyorsunuz? Devletin arabalarını kullanmıyorum, devletin uçaklarını kullanmıyorum, devletin forsunu kullanmıyorum, devletin televizyonlarını kullanmıyorum, devletin paralarını kullanmıyorum siz bütün bunları kullanıyorsunuz ve yine de yerinizde rahat durmuyorsunuz. Peki, biz ne yapıyoruz? Emin olun, tek güvendiğim bu milletin kendisi ve Allah’ıma güveniyorum başka kime güveneyim? Gelin diyorum gelmiyorsunuz, adalet diyorum adalete inanmıyorsunuz kaçıyorsunuz, hukuk diyorum dinlemiyorsunuz, hak diyorum dinlemiyorsunuz. Peki, bu milletten ne istiyorsunuz, bu Cumhuriyetten, bu devletten ne istiyorsunuz? Niye biz yeni bir devlet kuracağız diye ortaya çıkıyorsunuz? Niçin? Hangi gerekçeyle? İki Cumhurbaşkanı, Başbakan yardımcısı çıkıp konuşuyor, efendim bunları benim ağızımdan duymadınız diyor, bunlar senin yardımcın, bunlar bu anayasayı kaleme aldılar, bunlar gerçeği biliyorlar, bunlar söylendi bir değil, iki değil, üç değil elli kez söylendi. Efendim istifa etmeleri lazım bunların, niye istifa etsinler, niye etsinler? Düşündüklerini söylüyorlar. Ne yapmak istediklerini de söylüyorlar, niye istifa etsinler? İstifalarını isteyenin oturup düşünmesi lazım, bu memleket bu hale niye geldi?
KUL HAKKI YEMENİN ANAYASAL GÜVENCESİ GETİRİLİYOR
Biz bu memlekette neyi paylaşamıyoruz Allah aşkına, neyi paylaşamıyoruz? Dünyanın en güzel ülkesinde yaşıyoruz. Dünyanın en güzel insanlarıyla beraber yaşıyoruz. Doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi bütün insanlarımız çok güzel, emin olun. Farklı kimliklerimiz olabilir bu bizim zenginliğimizdir. Kimse annesini, babasını seçme özgürlüğüne sahip değil ama hepimiz annemizle, babamızla gurur duyarız. Ben bu ülkede mi yaşıyorum? Evet. Eşit vatandaş mıyım? Evet. Eşit vatandaşsam neden ben şikayet edeceğim? Huzur içinde bu memlekette yaşamak istiyoruz. Neden ayrıcalık? Neden ülkenin bizler ve ötekiler diye ayrılmasına imkan veren bir anayasa değişikliğini getiriyoruz? Neden? Üstünlerin sınıfını kurmak istiyoruz, üstünlerin hukukunu oluşturmak istiyoruz. Neden? Bir Bakan yolsuzluk yapsa, bir Başkan yardımcısı yolsuzluk yapsa, mecliste gensoru veremeyeceğiz, bu da yasak. Yani kul hakkı yemenin anayasal güvencesi getiriliyor. İnsaf ya emin olun insaf, emin olun anlatırken sıkılıyorum. Böyle bir şey yani 40 yıl düşünsem aklımın köşesinden bile geçmez. Geldi önümüze.
Son sözüm şu, “Evet” oyu kullanmanın vebali çok ağırdır. Bir daha söyleyeyim, “Evet” oyu kullanmanın vebali çok ağırdır. Bunun hesabını kimse veremez çocuklarına. Bu memleketin birliği, bütünlüğü ve dirliği için, geleceğimiz için, barış ve huzur içinde yaşamak için birinci sınıf demokrasiye ihtiyacımız var. Elin oğlunun memleketinde hangi demokratik standartlar varsa benim ülkemde niye yok? Yani bu ülke birinci sınıf lige çıkacakken niye üçüncü sınıf lige indiriliyor? Niçin? Cumhurbaşkanı tarafsız olmak zorunda, çünkü cumhurbaşkanlığı makamı bizim ortak paydamız, hepimizin ortak paydası. Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı makamında tarafsız davrandı bir Allah’ın kulu çıkıp saygısızlık yaptı mı? Hayır. Niçin? Hepimizin ortak paydasıdır. Bayrağımızı temsil ediyor, hepimiz saygı duyuyoruz. Şimdi oradan çeki çıkarıyoruz. Niye çekip çıkarıyoruz? Hangi gerekçeyle? Neden tarafsız? Çünkü devletin sigortasıdır Cumhurbaşkanlığı makamı, devletin sigortası. Bir temel sorun çıktığı zaman Cumhurbaşkanı iktidar, muhalefet herkesi çağırır, gelin beyler buraya memleketin böyle bir sorunu var bunu nasıl çözeceğiz, anlatın bakalım? Anlatırız. Bir partinin Genel Başkanı ne yapacak? Devletin sigortası olabilir mi? Ben devletin sigortası olabilir miyim? Hayır. Binali Bey olabilir mi? Hayır. Devlet Bey olabilir mi? Hayır. Bizim böyle bir fonksiyonumuz yok çünkü biz tarafsız değiliz. Mecliste yemin içerken tarafsızlık üzerine yemin içmeyiz, milletvekili yemininde tarafsızlık yoktur. Tarafsızlık sadece Cumhurbaşkanı yemininde vardır. Neden? Devletin sigortasıdır. Neden? 80 milyonu temsil eder. Neden? Hepimizin ortak paydasıdır Cumhurbaşkanlığı. Cumhuriyetin kuruluşlundan beri bu böyle, şimdi onu da değiştiriyor. Niçin? Bir Allah’ın kulu çıkıp bana anlatsın niçin?
ÖYLE BİR DEVLET DÜZENİ GELİYOR Kİ, HAKKINIZI ARAYACAK YER YOK!
Sizi her zaman saydım, size her zaman saygı duydum. Alın teri döken, alın teriyle para kazanan ister çiftçi olsun, ister çöpten kağıt toplayan vatandaş olsun, ister sanayici olsun, ister devlet memuru olsun kim olursa olsun hep saygı duydum hep ama. Evine alın teriyle para kazanıp, ekmek götüren herkese saygı duydum. Elbette ki farklı görüşlerimiz olabilir bu da gayet doğaldır. Akıl akıldan üstündür, benim görmediğimi bir başkası görebilir, benim bir yanlışımı bir başkası düzeltebilir. Devlet bunun üzerine inşa edilmiştir. Devletin dengeleri vardır. Dengesiz bir devlet yoktur. Çünkü devlette bir kurumun yaptığı hatayı öbür kurumun düzeltmesi lazım, mahkemeler bunun üzerine inşa edilmiştir. Alt mahkemeye gidersiniz dava açarsınız, kaybedersiniz. Haklı olduğunuza inanıyorsanız bir üst mahkemeye müracaat edersiniz. Hakkınızı ararsınız sonuna kadar, ta Avrupa insan Hakları mahkemesine kadar gidip hakkınızı ararsınız. Öyle bir devlet düzeni geliyor ki hakkınızı arayacak yer yok arkadaşlar. Hakimi ben tayin edersem, kararı ben verirsem hakkınızı nerede arayacaksınız siz? Böyle bir devlet düzeni bizde hiç olmadı. Oysa ne güzel lafımız var, “Mahkeme kadıya mülk değildir” diye. Kadının doğru karar vermesi lazım, vicdani kanaatine hukukun üstünlüğüne göre karar vermesi lazım, üstünlerin hukukuna göre karar verirse vatandaş ezilir, yok olur vatandaş. Bizim derdimiz ne? Vatandaş huzur içinde düşüncesini söylesin. Benim düşünceme aykırı olabilir. Olabilir tabi. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil ki. Herkes benim yaptığımı yapmak zorunda değil ki, belki o benden daha iyi düşünüyordur. Dünyada en tipik örneğini vereyim, bir adam çıkıyor ortaçağda diyor ki, dünya yuvarlaktır diyor. Kıyamet kopuyor çünkü dünyada herkes diyor ki, dünya düzdür. Birisi diyor ki yuvarlaktır. Bugün dünya düzdür diyen var mı? Kimse yok. Çünkü hepimiz gözlerimizle görüyoruz dünya yuvarlaktır. Aykırı fikirler toplumların büyümesine ve gelişmesine katkı verir. Ve Rabbimizin bize verdiği en değerli hazine akıldır. O nedenle kitabında der ki, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” niçin? Çünkü hata insana mahsustur. Başka bir canlıya ait bir kavram değildir hata. Yılan birisini ısırdığında der miyiz yılan hata yaptı? Akrep birisini ısırdığında der miyiz akrep hata yaptı? Çünkü onlar akıllarıyla değil, onlar içgüdüleriyle hareket eder. Aklıyla hareket eden tek canlı insandır. Ve aklımızı kullanalım diye yüce Rabbimiz bize talimat vermiştir. Herkesin de bu talimata uyması lazım. Evet aklımızı kullanmıyoruz, aklımızı kullanacağız. Hata insana mahsus olduğu içindir ki, akıl akıldan üstündür diye bize öğrettiler. Ben yanlış düşünebilirim bir başkası onu düzeltir. Padişah bile tek başına karar almaz. Osmanlı’da padişah tek başına karar almamıştır. Şimdi biz bir kişiye her türlü kararı tek başına alma yetkisi veriyoruz ve hiç kimse unutmasın teklik sadece ve sadece Allah’a aittir, başka kimseye ait değildir.
Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum değerli arkadaşlar.
Kaynak: chp.org.tr