CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, Cumhuriyet Halk Partisi Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Toplantısı sonrasında yaptığı basın açıklamasında şöyle konuştu:
Değerli basın mensubu arkadaşlarım, hepinize merhaba. Bugünden sonra yeni bir görevle sizlerle beraber çalışmaya devam edeceğiz. Parti Sözcüsü olarak her çarşamba yine MYK sonucu partinin mesajlarını kamuoyuyla sizler aracılığıyla paylaşacağız. Yine önemli dönemlerde parti adına sizler aracılığıyla kamuoyuna mesajlarımızı ileteceğiz.
Öncelikle benden önce görev yapan Parti Sözcüsü arkadaşımız layıkıyla çok iyi, güzel bir Parti Sözcülüğü görevi yürüttü, emek verdi. Kendisinin isteği üzerine bu görevdeki boşalma meydana geldi ve bugün Sayın Genel Başkanımızın görevlendirmesiyle Parti Sözcüsü olarak bundan sonra çalışmaya devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz Parti Sözcülüğünde hem daha önce Sayın Selin Sayek Böke arkadaşımız, hem ondan önce Haluk Koç hocamız şimdi hala Merkez Yönetim Kurulunda ve daha önceki arkadaşlar çok önemli görevler yaptılar. Onlardan sonra bu görevi yapabilmek tabi ayrı özel bir çalışmayı gerektiriyor, yükümüz ağır onun farkındayım. Onların yaptığı, verdiği emeğe layık olarak devam etmeye çalışacağız.
MÜHÜRSÜZ SEÇİMİN GAYRİMEŞRU SONUÇLARININ PARÇASI OLMAYACAĞIZ, HAKİMLER SAVCILAR KURULU OYLAMASINA KATILMAYACAĞIZ
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin gündemi yoğun. Merkez Yönetim Kurulu toplantımız önemli konuları görüştü, bir taraftan da gündem hızla akıyor. Öncelikle bütün vatandaşlarımızın ve insanlığın Beraat Kandilini tebrik ediyorum. Bu akşam Beraat Kandilini kutlayacağız, idrak edeceğiz. Kardeşliğin ve dostluğun hakim olacağı bir gelecek arzuluyoruz. Bu özel günlerde onları yeniden kardeşliği ve dostluğu hatırlama dileklerimi de paylaşmak istiyorum.
Gündemde yargıyla ilgili yoğun bir süreç yaşanıyor, Merkez Yönetim Kurulumuzda bunları görüştük. Son anayasa değişikliği referandumdan, mühürsüz seçimden aslında geçmediği halde geçmiş gibi bir gayrimeşru sürecin başlamasıyla birlikte bu gayrimeşru sürecin gayrimeşru kurumları da ya da kurumları da gayrimeşru şekilde oluşturulmaya çalışılıyor. Bu süreç içerisinde hızla oluşturulacak kurulların ilki Hakimler ve Savcılar Kurulu. TBMM’de bu konuda karma komisyon geçen hafta çalışmalarına başlamıştı, dün ikinci toplantısını yaptı. 83 aday adayı müracaat etti TBMM’nin seçeceği 7 üye için. Karma komisyon bunları görüşecek. Bir ibret vesikasıdır değerli arkadaşlar. Müracaatlar bir ibret vesikasıdır. Yargıda yeniden bir cemaat-siyaset, tarikat-siyaset ittifakının köşe taşlarının döşenmeye başlandığını görüyoruz. Dünden itibaren Hakimler Savcılar Kurulunun oluşumunda tıpkı 2010’dan sonra olduğu gibi AK Parti iktidarının cemaatlerle ittifakının yeni dönemde de aynı kararlılık ama aynı aymazlık içerisinde devam ettiğini ibretle izliyoruz. Dün karma komisyonda arkadaşlarımız bunu anlattılar, biz anlattık ve oylamaya katılmayacağımızı ifade ettik. Merkez Yönetim Kurulunda da hem daha önce yaptığımız değerlendirme hem de bugün yaptığımız değerlendirmede oylama bugün olacak karma komisyonda. Bu mühürsüz seçimin gayrimeşru yapılanmasının parçası olmamaya karar verdik ve bu çerçevede Hakimler Savcılar Kurulu oylamasına katılmayacağız. Komisyon çalışmalarına katıldık, düşüncelerimizi söyledik, kayıtlara geçirdik ama bu mühürsüz seçimin gayrimeşru sonuçlarının parçası olmayacağız oylamaya katılmayacağız. Kendilerini baş başa bıraktık. Bu yapının kurucularını baş başa bıraktık yeni bir cemaat-siyaset ittifakının Türkiye için hayırlı bir sonuç yaratacağını düşünmüyoruz.
DANIŞTAY BAŞKANININ KONUŞMASI YÜKSEK YARGIDA HANGİ NOKTAYA DÜŞTÜĞÜMÜZÜN ÇARPICI BİR ÖRNEĞİ
Değerli arkadaşlar, bugün Danıştay’ın 149. Kuruluş yıldönümünün kutlamaları vardı. Kutlamaların açılışına katıldık Sayın Genel Başkanımızla birlikte. Çok ilginç bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Sayın Danıştay Başkanının yaptığı konuşma aslında Türkiye’de günümüzde hem yargının, hem özellikle yüksek yargının hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından çok çarpıcıdır. İdarenin işlem ve eylemlerini denetlemek ve hukuk devletinin güvencesi olmak üzere kurulmuş ve 149 yıllık bir geçmişi olan Danıştay’ın Başkanı bugün ne yazık ki, bu anayasa değişikliğini değerlendirirken kuvvetler ayrılığının belirgin bir şekilde anayasa değişikliğinde ifade ettiğini söyleyebilecek duruma gelmiştir. Sanıyorum bunu söyleyebilmek için hukukçu olmak değil ama bugünün Danıştay Başkanı olmak gerekiyormuş. Yine aynı Danıştay Başkanı konuşmasında bugün olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile ilgili inceleme komisyonunun 685 sayılı KHK’yla oluşturulmuş olmasını bir hukuk devletinin gereği ve hukuk devletinin önemli bir özelliği gibi göstermek ustalığını sergilemiştir. Bizim için hayret verici bir noktadır. Herhalde olağanüstü hal inceleme komisyonu gibi tam da kanun hükmünde kararnameyle yargısal denetimin önünü tıkamak için binlerce, yüzbinlerce mağdurun hak aramasının önünü kapatmak için oluşturulmuş bir komisyonu adı konmuş henüz kendi dahi kurulmamış bir komisyonu hukuk devletinin bir gereği diye yutturabilmek, yutturmaya çalışmak, yutturmaya kalkışmak sanıyorum bugünün Danıştay Başkanlarına özgü bir yetenek olsa gerek. Bu tablo yargıda ve özellikle yüksek yargıda hangi noktaya düştüğümüzün, hangi acz içerisinde bulunulduğunun çarpıcı bir örneğidir.
Değerli arkadaşlar, tabi bu doğal atmosferin ve bu doğal psikolojisinin sonucu salondaki protokol işleyişine de etki etti. Çok tuhaf bir şeyle karşılaştık. Sayın Cumhurbaşkanının haberi vardır yoktur bilemem haberi var mıydı ama törenin bitiminde Cumhurbaşkanı ayrılırken Danıştay’dan hakimler salona hapsedildi. Salonların kapısı güvenlik görevlileri tarafından tutuldu, Sayın Cumhurbaşkanı Danıştay’dan ayrılırken hakimlerin çıkmasının hangi tehdit ve tehlikeyi oluşturacağını bilemiyoruz. Salon çıkışları kapatıldı ne zaman Sayın Cumhurbaşkanı ayrıldı ondan sonra yüksek hakimler, yargıçlar salondan çıkarıldı. Tarihimizde yargı sürecinde yaratılan bu psikolojinin kara bir fotoğrafı olarak tarihin sayfalarına ne yazık ki bugünkü Danıştay açılış törenleri düşmüş oldu.
GÜLMEN VE ÖZAKÇA’NIN AİLELERİNİN RANDEVU TALEBİNİ GENEL BAŞKANIMIZ BAŞBAKAN’A İLETTİ
Değerli arkadaşlar, yine olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri bir hukuk devleti olmanın gereği gibi yutturmaya çalışan yüksek yargı anlayışı bir tarafta devam ederken işlerinden, mesleklerinden ihraç edilip haklarını arama imkanı bulamayan kamu görevlilerinin her türlü demokratik yolu deneyerek haklarını arama mücadelesini sürdürdüklerini biliyoruz. Bu çerçevede özellikle 63. gününe giren açlık grevinde iki kamu görevlisi, bir üniversite öğretim üyesi ve bir sınıf öğretmeni Nuriye Gülmen ile Semih Özakça Ankara Yüksel caddesinde artık ölümle pençeleşecek kritik eşiğe doğru hızla sürükleniyor. Bu çerçevede dün arkadaşlarımız ziyaret ettiler. Bu noktada hakkını arayan, hukuksuz bir şekilde ihraç edildiğini iddia edip hukuk önünde hakkını arayabilme imkanı ve yolu kapatılan öğretim üyelerinin, öğretmenlerin bu sıkıntılarını ifade etmek üzere kendi bedenini direnişin bir parçası haline getirmek için protestosunu açlık greviyle yürütenlere ne yazık ki hükümet 63 gün geçmiş olmasına rağmen ciddi ve vahşet derecesinde diye ifade edebileceğimiz bir ilgisizlik içerisindedir. Aileler hükümet yetkilerinin kendileriyle konuşmasını istiyorlar. Aileler hükümetten Başbakan ve sorumlu Başbakan Yardımcılarından randevu istiyorlar ama bugüne kadar sadece dertlerini anlatabilmek için canını ortaya koyan evlatlarının, kardeşlerinin derdini bir hükümet yetkilisine yüz yüze anlatabilmek için talep ettikleri randevuyu alamıyorlar. Ben Sayın Başbakana ve hükümet yetkililerine soruyorum öldükleri zaman mı hatırlayacak ve anlayacaksınız?
Bugün Sayın Genel Başkanımız Danıştay toplantısında konuyu önce Başbakan Yardımcısı Sayın Numan Kurtulmuş’a iletmiştir, arkasından da Sayın Başbakan Binali Yıldırım’a iletmiştir. O açlık grevinde 63. gününe gelen kritik eşiğe yaklaşan öğretmenler ve ailelerin görüşme talebini iletmiş ve hükümetin bu noktada bir çözüm arayışı içerisinde olması gerektiğini Sayın Genel Başkanımız doğrudan bildirmiştir. Bizde bir kere daha hükümeti bu noktada sorumlu davranmaya, dikkatli davranmaya ve ilgili davranmaya davet ediyoruz.
CUMHURBAŞKANININ ABD ZİYARETİNİ CİDDİ OLARAK BİR KERE DAHA GÖZDEN GEÇİRMESİ GEREKİR
Değerli arkadaşlar, Türkiye 15 yıllık AKP iktidarı döneminde dış politikası çökmüş, iflas etmiş bir noktaya sürüklendi. Bu dış politikanın çökmesinde hepimiz çok iyi biliyoruz ki, dışişleri bürokrasisinin özellikle AKP iktidarı tarafından çürütülmek istenmesinin, yok edilmek istenmesinin bozulmasının vebali çok fazladır, çok büyüktür. İşte bu sürede “Monşerler” diyerek alay ettikleri dışişleri bürokrasisini yok edip devletin dışişleri birikimini hafızasını yok eden anlayış Türkiye’yi bütün uluslararası ilişkilerde çaresiz ve ne yapacağını bilmeyen, rotası bozuk bir gemi durumuna düşürmüştür.
Bugün Cumhurbaşkanının, AK Parti üyesi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye ziyareti öncesi tam da bu dışişleri bürokrasisindeki çürümüşlüğün çarpıcı neticeleriyle karşı karşıya kaldık. ABD’ye gönderilen dışişleri heyetinde heyeti ABD’ye gönderilen öninceleme heyeti dışişleri kadrolarından oluşturulmadı. Dışişleri ağırlıklı oluşturulan bir heyet yerine Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanının içinde yer aldığı, dışişleri kadrolarının ağırlıklı yer almadığı bir öninceleme heyeti gönderilerek orada hangi tabloda neyin mesajının dahi verileceği belli olmayan bir çarpık sürecin içine girilmiştir. Ve ne yazık ki, Sayın Cumhurbaşkanı ABD’ye gitmeden önce henüz ön heyet oradayken ABD YPG’ye ağır silahlar vereceğini ilan etmiş ve konuda karar vermiştir. Bu Türkiye için kabul edilebilir bir şey değil. Bu Türk dış politikası için Türkiye’nin güvenlik anlayışı için, Türkiye’nin bölgede söylediği bütün temel argümanlara karşı NATO müttefikimiz olan ABD’nin çok ciddi bir problemidir.
Değerli arkadaşlar, böyle bir tablo kuşkusuz hepimizin şiddetle reddedeceği ve karşı çıkacağı bir tablodur. YPG’ye ağır silahlar verilmesi demek hem bölge güvenliğinin, hem de Türkiye’nin bütünlüğünün önemli ölçüde tehdit altına alınması demektir. Böyle ağır bir adımın karşılığında başta Cumhurbaşkanlığı makamı ve hükümet olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti devletinin basiretsiz ve zayıf bir pozisyonda olması düşünülemez ve kabul edilemez. Bu nedenle Sayın Cumhurbaşkanının bu kararın arkasından ABD ziyaretini ciddi olarak bir kere daha gözden geçirmesi ve yeniden değerlendirmesi gerekir diye düşünüyoruz.
TARİHÇİ KILIĞINA BÜRÜNMÜŞ SAHTEKARLAR BİR PROJENİN PARÇASI
Değerli arkadaşlar, yine bir başka önemli nokta Atatürk’e hakaretin maharet haline geldiği bir döneme girdik. Ne yazık ki, 15 yıllık AKP iktidarı döneminde Mustafa Kemal Atatürk’e, kurucu önderimize, kurucu liderimize hakaret etmek bir iltifat, bir taltif, bir teşvik meselesi haline gelmiştir. Bugüne kadar tarihçi kılığına bürünmüş bazı sahtekarlar özellikle iktidar imkanları tarafından semirtilmiş bir takım medya kuruluşlarına çıkarak isimleri cilalanıp, parlatılıp Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e, onun yakınlarına, onun aziz hatırasına hakaret etmeyi bir maharet haline getirdiklerini görüyoruz. Bunlar tesadüf değil değerli arkadaşlar. Bu bilinçli olarak milletin gönlünden kurucu önderi silme çabasının ve projesinin parçasıdır. Bunları görüyoruz. Bu insanlar kendiliğinden çıkmadılar. Bu tarihçi görüntüsü altındaki sahtekarlar özellikle belirli yayın kuruluşlarına kendi maharet ve yetenekleriyle çıkarılmıyorlar. Bu özel bir projenin parçasıydı ve görüyoruz ki bu proje artık Atatürk’ün en yakın manevi evladına hakaret edecek ve onun üzerinden Atatürk’e hakaret edecek noktaya ulaşmıştır. Türkiye’nin, ülkemizin, milletin ortak değerlerini tahrip etme anlayışı 15 yılda Türkiye’yi buraya getirmiştir. O yüzden mesele sadece bu hakareti yapanlara yönelik adli kovuşturma meselesi değil, mesele kurumsal olarak bu saldırıyı yayın kuruluşlarında, dergilerinde, siyaset anlayışında yerleştirmek isteyen anlayışı topyekûn terk etme meselesidir. AK Parti’nin kadroları içerisinde cumhuriyet dönemi için bir reklam aralığı var diyenlerin ikbal ve istikbalinin güvence altına alındığı bir tabloda böyle bir tablonun devam etmesi halinde bu tip hareketlerinde altyapısının özellikle hazırlandığını ve hazırlanacağını biliyoruz. Bu nedenle bir kere daha iktidarın bu çerçevede toplumda oluşacak algıya karşı kararlı bir duruş göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.
“HAYIR” BULUŞMASINI BÜYÜTME MÜCADELEMİZ DEVAM EDECEK
Değerli arkadaşlar son olarak, Türkiye mühürsüz seçimin gayrimeşru ortamında yaşamaya devam ediyor. Mühürsüz seçimin meşru olmayan referandumun sonuçlarını konuşmaya devam edeceğiz. Bununla ilgili hukuk sürecindeki mücadelemiz devam ediyor. Arkadaşlarımız AİHM’ye müracaat çerçevesindeki çalışmalarını önemli bir noktaya getirdiler. Bir süreye daha ihtiyacımız var hazırlıkların tam olması için. Çünkü AİHM’nin içtihat değişikliği yapmasını sağlayacak bir müracaat olacak. Bu nedenle ciddi hazırlık gerekiyor, o hazırlığımız devam ediyor. Ama bir taraftan da sandıkta en az toplumun bir yarısının yüzde 50’den fazlasının “Hayır” dediği bir süreçte “Hayır” buluşmasını büyütme mücadelemiz devam edecek. Bu çerçevede yaratılan bütün spekülasyonlara, yaratılmak istenen bütün spekülasyonlara karşı demokrasi ekseninde, tek adam rejimine karşı mücadele etme ortak paydasında bir araya gelen “Hayır” buluşmasını daha büyük topluluklar, daha büyük oranlara taşıma konusunda çalışmalarımız devam ediyor, edecek. Siyaseti tekelleştirmek değil, kolektif olarak demokrasi ortak paydasında büyütme yolunda yürüyüşümüz devam edecek.
Hepinize teşekkür ediyorum. Sorularınız varsa alabilirim, buyurun.
Soru- Efendim öncelikle tekrar hayırlı olsun. Bir MYK revizyonu beklentisi vardı kulislerde bununla ilgili bir adım atılacak mı? Birde Sayın Muharrem İnce’nin attığı bir tweet var, Genel Merkez yönetimini basiretsizlikle suçlamıştı bir disiplin süreci olacak mı?
Bülent TEZCAN- Şimdi biliyorsunuz tüzüğümüze göre Merkez Yönetim Kurulunu oluşturmak Sayın Genel Başkanımızın yetkisindedir. Şu ana kadar Sayın Genel Başkanımızın mevcut Merkez Yönetim Kurulunu değiştirme konusunda herhangi bir niyeti, ifadesi, işareti ve adımı olmamıştır. Bu Sayın Genel Başkanın takdirindedir. Ama şu ana kadar görünen böyle bir tablo yoktur. Sayın İnce, kendi siyasi yaklaşımı doğrultusunda değerlendirmeler yapabilir. Cumhuriyet Halk Partisinde bugüne kadar özellikle Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olduğu dönemden bugüne parti içi tartışma, ifade ve düşünce özgürlüğünün en geniş şekilde tanındığı, yaşandığı bir sürecin içerisindeyiz. Bu noktada Sayın Genel Başkanımız parti içinde yarışmak isteyen herkesin önünü açan bir siyasetçidir, bırakın önünü kapatmayı. Dolayısıyla parti hukuku ve disiplini çerçevesinde atılan bütün adımlar meşru adımlar olarak kabul edilir ve buna ne Sayın Genel Başkanım ne de bizim itirazımız olmaz. Disiplinle ilgili yapılan çalışmalar meselenin bir parti içi yarış olmanın ötesinde, partinin disiplin kurallarına aykırı, partinin çalışma tarzı söylemlerine aykırı tutumlar, yani disiplin suçu oluşturan tutumlar çerçevesinde başlatılan soruşturmalardır. Onlarında yetkili organları vardır. Bu noktada daha önce çeşitli beyanlar nedeniyle, çeşitli disiplin soruşturmaları, çeşitli partili arkadaşlarımız hakkında yapılmıştır. Bundan sonra da bu çerçevede dikkat edilecektir. Özel olarak söylenen sözleri, kendi bütünlüğünün içerisinden çekip şu sözle ilgili hemen bugün disiplin soruşturması başlatılacak demek durumda değiliz. Yetkili kurullarımız incelerler eğer gerçekten bu yaklaşım içerisinde tüzük gereği disiplin soruşturması gerektirecek bir şey varsa o yapılır. Ben Sayın İnce’nin şu ana kadarki beyanlarında benim görebildiğim kadarıyla disiplin soruşturmasını başlatacak bir şey göremedim ama benim gözümden kaçan bir şey var mıdır bilmiyorum. Ona da yetkili kurullarımız bakarlar. Mesele kimin neyi söylediği değil, söylenen sözün ne olduğudur.
Soru- Efendim Başbakanın Londra öncesinde bir açıklaması oldu, CHP içi tartışmaların AKP eliyle ve iktidar eliyle yapıldığına yönelik bazı iddialar sorulduğunda, Saray’ın başka işi gücü yok mu? CHP zaten karışır her seçim sonrası gibi bir açıklaması oldu. Nasıl değerlendirirsiniz?
Bülent TEZCAN- Tabi şimdi ne yazık ki, Saray ve Sayın Erdoğan işi gücü olmayan birçok işe karıştığı için Türkiye bugün bu noktaya geldi. Saray seçildiği günden itibaren yemin ettiği tarafsızlık yeminine uygun bir şekilde anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde Cumhurbaşkanlığı görevini yapsaydı Türkiye bugün tartıştığı problem olan birçok şeyi yaşamayacaktı ama üstüne vazife olmayan işleri yapma konusunda maharetli bir Saray tecrübesi edindik. O Saray tecrübesinin de devam ettiğini biliyoruz. Bu noktada sandıktan çıkan “Hayır” ların bir an önce parçalanması için Saray kaynaklı senaryoların planlandığını da biliyoruz. Sayın Genel Başkanımız bu konu da çokta net açıklama yaptı. Bir tarafta Saray’da bu senaryolar planlanırken, partililer olarak, partinin sorumlu kadroları olarak bizlere düşen görev bu senaryoların parçası olmak değil, bu senaryolara karşı durmak ve boşa çıkarmaktır. Parçası olmak ifadesinden kastettiğim şey, bilinci olarak bunların parçası olmak değildir. Bilinçli ya da bilinçsiz bir tarafta o senaryo yürürken, bir tarafta da bu senaryonun hedefine uygun bir ortam yaratmanın doğru olmadığını düşünüyoruz. Sayın Genel Başkanımız da bunu çok net olarak vurgulamıştır. Tabi Sayın Başbakana ondan daha fazla bir şey söyleyebilmek düşmez, düşmediğini biliyoruz. Çünkü söylediği daha fazla bir şeyin olmayacağını da bilir, kendi niyeti ne olursa olsun. Bu nedenle biz bir şeye dikkat etmek zorundayız. Bu oyunlar bundan sonra da belki büyüyerek devam eder, edecektir. Bizim görevimiz onlarla meşgul olmadan Türkiye’yi demokrasi buluşması etrafında toplanan o büyük seçmenin bir yarısını daha da büyütecek bir hayırlı büyük buluşmayı sağlamaktır.
Soru- Başbakan Londra’ya gitmeden önce bir başka konuya daha dikkati çekti. 16 Nisan seçimlerini siz mühürsüz seçim olarak dillendiriyorsunuz ama Sayın Başbakan şu ifadeleri kullandı, “Neymiş efendim, mühür vardı, yoktu oradaki sandık kurullarının hatalarını oy verenlere çıkartmaya hakkımız var mı? Önemli olan “Evet”tir, “Hayır”dır. Öbür mühürlerin önemi yoktur” dedi. Sizin itirazınızın temelsiz olduğunu ileri süren bir değerlendirmesi oldu. Birde yine aynı konuşmasında Sayın Genel Başkanın kampanya dönemindeki kuzu taktiğine dönebileceğini böylelikle 2019’da daha kolay hazırlanabileceğini ifade etti.
Bülent TEZCAN- Pardon ikinci soruyu alamadım.
Soru- Sayın Genel Başkanın, Sayın Kılıçdaroğlu’nun tekrar 2019’da, tekrar kuzu taktiğine dönebileceğini kampanya dönemindeki gibi. Belki 2019’a böyle hazırlandığı için daha olacağını ima etti. Değerlendirmeniz olur mu?
Bülent TEZCAN- Sayın Başbakan hiçbir zaman kendi elindeki Başbakanlık mührünü de kullanmadığı, kullanmaktan aciz olduğu ve o mührü bugüne kadar yetkisi olmadığı halde Cumhurbaşkanına terk ettiği için onun gözünde mühürlerin önemi olmayabilir. Ama mühürlerin seçimlerde ne kadar önemli olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Mühür seçim hilesi ve sahteciliğin önüne geçmekte en önemli önlemlerden birisidir. Kanun koyucu onun için koymuştur. Yani Sayın Başbakan şöyle düşünüyor, ben kendi mührümü kullanmadığım için yasaya, anayasaya aykırı olarak Yüksek Seçim Kurulu da bu mühürleri dikkate almamasının bir mahsuru yok diye söylüyor. Mühürsüz seçim atı çalanın Üsküdar’a doğru gitmesinin sebebi olmuştur. Sayın Başbakan buna razıysa bizim söyleyecek, buna söyleyecek bir şeyimiz yoktur ama millete söyleyecek şeyimiz çoktur. Bunun sebebi olan Yüksek Seçim Kuruluna söyleyeceğimiz şeyimiz çoktur ve söylemeye de devam ediyoruz. Sayın Genel Başkanımızın üslubu konusunda herkes çok iyi bilir ki, mesele kurt ya da kuzu üslubu değil, mesele milleti kucaklama meselesidir. Sayın Genel Başkanımız siyasette uzun zamandır herkesin çok ciddi biçimde özlediği nezaketi getirmiş bir siyasetçidir. Üslubu, kucaklayıcı üslubu kendi siyaset tarzından kaynaklanmaktadır. O yüzden Sayın Başbakanın bu noktadaki tavsiyelerine teşekkür ediyoruz ama tavsiyelerine ihtiyacımız olduğunu düşünmüyoruz.
Soru- Bir önceki konudan devam edersek, bu Saray’ın talimatıyla hareket eden, Genel Başkanın ifadesi, bunla ilgili bir disiplin süreci olacak mı? Bir de muhaliflerin olağanüstü kurultay talebi var. Bir olağanüstü kurultay olacak mı, yoksa bekleme takvimle mi kurultay devam edecek?
Bülent TEZCAN- Teşekkür ederim. Sayın Genel Başkanımızın Cumhuriyet Halk Partisinde şu veya bu şekilde kurultay isteyen ya da başka bir şey söyleyenlerle ilgili Saray’ın işaretiyle hareket ediyorlar sözü yoktur. Öyle bir sözü hiçbir yerde söylememiştir, bunu bilmekte yarar var. Biraz önce anlattığım çerçevede bir tarafta Saray organizasyonu vardır, bir tarafta da şu veya bu sebeple düşüncelerini söyleyenler vardır, partililer. Onların düşüncelerini söylemesi bazen Saray organizasyonunun arzu ettiği çerçeveyle örtüşebilir. Bizim dikkat çektiğimiz nokta budur. Bu çerçevede tabi ki her partili partinin geleceğiyle ilgili düşüncelerini paylaşacaktır.
Olağanüstü kurultay meselesi bir partilinin olağanüstü kurultay talep etmesinde bir mahsur yoktur. Ama olağanüstü kurultayın nasıl toplanacağı tüzüğümüzde üç ayrı şekilde ifade edilmiştir. Bunlardan birincisi Sayın Genel Başkan çağırabilir olağanüstü kurultaya, ikincisi seçimle olağanüstü kurultaya, ikincisi Sayın parti meclisi seçimli olağanüstü kurultay toplayabilir, üçüncüsü de kurultay delegelerinin yarıdan bir fazlası seçimle olağanüstü kurultay çağrısı yapabilir. Arkadaşlarımız bu üç yetkili kurumdan şu ana kadar Sayın Genel Başkanın bu yetkisini kullanmasını istiyorlar. Bu talebi böyle anlamak lazım, istedikleri şey budur. Onların bunu isteme, bunun gerekliliğini söyleme hakları ne kadar makul ve meşru kabul edilebilirse, Sayın Genel Başkanın da olağan kurultay takvimi başlamıştır, bundan sonra artık olağanüstü kurultay yapmanın parti yararı açısından yararlı olduğunu düşünmüyorum deme hakkı vardır. O sebeple Sayın Genel Başkana biz istedik ama niye kurultayı toplamıyorsunuz deme hakkı kimsede yoktur. O yol kapalıysa iki tane daha yol vardır. Buna inanan arkadaşlarımız ya Parti Meclisini ikna edeceklerdir ya da delegenin bir yarısını, yarıdan fazlasını ikna edeceklerdir. Zaten öyle bir tablo olursa da yapılacak bir şey yoktur. Tüzüğün kuralları uygulanır.
Partide olağan kurultay takvimi başlamıştır. Olağan kurultay takvimi içerisinde partinin bütün değişim ve yenilenmeye ilişkin söylemini ilçe kongrelerinden başlamak üzere hatta mahalle delege seçimlerinden başlamak üzere ifade edebilme imkanı vardır. Tek bir kurultayda bunu tartışmanın yerine, partinin bütün kurullarında ilçe kongreleri, il kongrelerinde bunları tartışıp, konuşup, sonuca bağlayıp buna bağlı, buna uygun kadroları, bu anlayıştaki kadroları partinin tabanından kurultaya kadar taşıma imkanı vardır. Olağanüstü kurultayda bu imkan yoktur. O zaman bu noktada ciddi iddia sahibi arkadaşlarımızın olağanüstü kongreler döneminde bu iddialarını taşıyan kadroların parti örgütünde etkili noktaya gelmesi için çalışmaları hem hakkıdır hem de siyaseten görevidir diye düşünüyorum.
Peki, son soru evet.
Soru- Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına bir atama yapılacak mı, yoksa boş mu bırakılacak? Buna ek olarak da olağan kurultay takvimi de netleşti mi, MYK’da bir karar alındı mı?
Bülent TEZCAN- Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığıyla ilgili tasarruf tamamen Sayın Genel Başkanımızın takdirindedir. Kendisi oraya bir arkadaşımızı görevlendirebilir, boşta bırakabilir henüz o konuda bir tasarrufu yoktur, paylaştığı bir şey de yoktur. Zaten o tasarrufu kullandığında bizden önce eminim siz öğrenirsiniz basın mensupları olarak bunu.
Diğer konuya gelince takvim zaten bundan önce geçen Merkez Yönetim Kurulumuzda kongre kararı alındı ve bunun takvimi oluşturuldu. Takvim içerisinde yetki kullanma konusunda da Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Tekin Bingöl yetkilendirildi ve görevlendirildi. Bu çerçevede elimizde bir takvim vardır. O takvim çerçevesinde önümüzdeki günlerde bütün örgütlerimiz çalışmalarına başlayacaktır. Takvimin bir bölümü Genel Merkezin yapacağı işleri düzenlemektedir. Dolayısıyla Genel Merkez aşamasındaki üye kayıtlarının yeniden, yeni seçmen kütüklerine göre gözden geçirilmesi, düzenlenmesi, aktarmaların yapılması gibi ilçe örgütlerinin değil, Genel Merkezin yapacağı işlemler vardır. O işlemler tamamlandıktan sonra ilçe örgütlerinin yapacağı askı ve diğer işlemler devam edecektir. Bu çerçevede oluşturulmuş bir takvim vardır. Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız da o takvim doğrultusunda çalışmaları yürütmektedir. Söylendiği gibi ortada tarihlendirilmiş bir takvim yok ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır.
Teşekkür ediyorum arkadaşlar.
Kaynak: chp.org.tr