CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (30 NİSAN 2019)
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (30 NİSAN 2019) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Yerel seçimlerden sonra ilk grup toplantımız. Hepiniz hoş g
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (30 NİSAN 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Yerel seçimlerden sonra ilk grup toplantımız. Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz.
“Beynelmilel” filminin belleklerimizde önemli bir yer tuttuğunu biliyorum. O filmin bir kahramanı Dilber Ay vardı, söylediği türküleri hepimiz biliyoruz. Onu bugün kaybettik, Allahtan rahmet diliyoruz. Adalet yürüyüşüne katılmıştı, birlikte güzel bir sohbetimiz olmuştu. Bütün sanat camiasına başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım; hangi siyasi görüşten olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun, al bayrağın altında yaşamaktan onur duyan bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi grubundan selamlarımızı ve sevgilerimizi saygılarımızı gönderiyoruz.
MART’IN SONUNDA BAHAR GELDİ, BAHARINIZ KUTLU OLSUN
Demiştik ki “Mart’ın sonu bahar olacak” diye, öyle bir düşüncemiz vardı. Neden Mart’ın sonu bahar demiştik? Bahar hepimizin özlemle beklediği bir aydır, bahar bir mevsimdir. Kışın atmosferinden kurtulmak, ağaçların tabiatın canlandığını görmek, baharı yaşamak hepimizin en büyük arzularından birisidir. Ve Mart’ın sonu bahar demiştik, Mart’ın sonunda bahar geldi, baharınız kutlu olsun.
Kuşkusuz Mart’ın sonu bahar dedik, ama Türkiye’ye iyi gelsin dedik, ama sonuçta sadece Cumhuriyet Halk Partisi değil, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti gibi diğer partilerimiz de baharın gelmesi için ortak çaba gösterdiler. Ben buradan Cumhuriyet Halk Partisi belediye başkanlarına oy veren bütün vatandaşlarıma yürekten teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Eğer bir bahar geldiyse, o baharı yaşatanlar onlardır, demokrasidir o baharı yaşatan. Dolayısıyla altı büyükşehir belediye başkanımız vardı, başarılı belediye başkanlarıydı, onlar görevlerinin başındaydı yeniden seçildiler. Mansur Yavaş Ankara’ya baharı getirdi. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu İstanbul’a baharı getirdi, Adana’da Zeydan Karalar Adana’ya baharı getirdi, Mersin’de Vahap Seçer Mersin’e baharı getirdi, Antalya’dan Muhittin Böcek Antalya’ya baharı getirdi. Baharı getirmek kolay, ama baharı sürdürmemiz lazım. O nedenle bütün belediye başkanı arkadaşlarıma şunu söyledim: Asıl görev şimdi başlıyor. Mazbatayı aldığınız günün ertesi gününden itibaren, bir sonraki beş yılın hazırlıklarını şimdiden yapın, verdiğiniz her sözü yerine getirin dedim ve 10 maddelik bir temel ilkeler belirledik.
VERDİĞİMİZ HER SÖZÜN ARKASINDA DURACAĞIZ
Partizanlık yapmayacaksınız, söz verdiniz bütün beldeyi kucaklayacaksınız, söz verdiniz asgari ücret net 2 bin 200 lira olacak, bunun hazırlıklarını yapın dedik. Verdiğimiz her sözün arkasında duracağız, her sözün! Ve bu beldelerde yaşayan vatandaşlar şunu görecekler. İyi ki biz oyumuzu Cumhuriyet Halk Partili bir belediye başkanına verdik ve o belediye başkanı bu kente huzuru getirdi, bu kente bereketi getirdi, bu kentte ayrımcılığı kaldırdı ve bu kentin bütün insanlarına oy versin vermesin hepsini kucakladı. Bu algıyı toplumun belleğine yerleştireceğiz. Biz ülkemizi seven, beldemizi seven, insanımızı seven bir anlayışla yola devam edeceğiz.
Elbette bu seçimler eşit koşullarda olmadı. Bütün medya onların emrindeydi, bütün billboardlar onların emrindeydi, bütün duvarlar onların emrindeydi. Ufak tefek yerlerde bizim ilanlarımız çıkıyordu, ama onları ya geceden kaldırıyorlardı veya bizim belediye başkan adaylarımızın küçük afişlerini gece söküp götürüyorlardı. Ama hep şunu söyledim, “Ne yaparlarsa yapsınlar bu milletin ferasetine güveniyorum, bu millet demokrasiden yana tavır alacaktır” dedim.
Bizi en ağır dille suçladılar. Aklın mantığın alamayacağı, hayal edemeyeceğimiz suçlamalarla karşı karşıya kaldık. Ama dilimizi bozmadık, ne derlerse desinler biz halkımıza kendi politikalarımızı anlattık, neleri yapacağımızı söyledik. Neleri yapamayacağımızı da söyledik. Halkı kandırmadık, verdiğimiz her sözün arkasında durmaya özen gösterdik ve verdiğimiz vaatleri oturup günlerce tartıştık. Bu vaadi veriyoruz, ama bunun gereğini yapabilir miyiz yapamaz mıyız? Yapabileceklerimizi söyledik ve halkın desteğini aldık ve sonuçta başarılı olduk. Bu başarının arkasında demokrasiye inanan, demokrasiden yana tavır alan bütün vatandaşlarımız var. Bu nedenle bütün vatandaşlarıma şükran borçluyum ve onlara sevgilerimi saygılarımı gönderiyorum.
YÜKSEK SEÇİM KURULU YASALARA VE DAHA ÖNCE ALDIĞI KARARLARA UYMAK ZORUNDADIR
Bir arkadaşımız var mazbatayı aldı, ama Yüksek Seçim Kurulu hâlâ karar vermedi. Niçin? Bakın değerli arkadaşlar, 31 Mart’ta sandığa gittik, bugün 30 Nisan, aradan bir ay geçti. Hukukun üstünlüğünü savunduk, hukuktan yana tavır takındık. Her seferinde uyardık, Yüksek Seçim Kurulunda görev yapan yargıçlar Yargıtay’dan ve Danıştay’dan gidiyor. Yani sıradan yargıçlar değil bunlar, yani belli bir süre görev yapmış ve belli bir noktaya gelmiş olan kişiler ve bunlar her ortamda hukukun üstünlüğünü savunmak zorundadırlar ve bunlar siyasal baskılara göğüs germek, o siyasal baskılara prim vermemek zorundadırlar. O nedenle Yüksek Seçim Kurulunun bu süreci bir an önce sonlandırması ve Ekrem İmamoğlu’nu İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı olarak ilan etmesini bekliyoruz.
Diyeceksiniz ki, başka bir seçenek var mı? Hiçbir seçenek yok. 39 ilçede vatandaşlar gittiler oy kullandılar. 39 ilçedeki bütün geçersiz oylar yeniden sayıldı. Eyvallah, itiraz ettik mi? Hayır. Sayın diyorsunuz, buyurun sayın, biz kendimize güveniyoruz, İstanbullulara da güveniyoruz. Sayın dedik, saydılar. Kim çıktı? Ekrem İmamoğlu. Yetmedi, 6 ilçede bütün oyları sayacağız dediler, buyurun sayın beyler. Ne oldu? Ekrem İmamoğlu’nun oyları biraz daha arttı. Sonra ne oldu? 22 ilçede, dediler ki 22 ilçede sondaj yöntemiyle, yani örnekleme yöntemiyle 57 sandığı seçeceğiz, 57 sandığı ayrıca sayacağız. Buyurun sayın. Seçtiler 57 sandığı bir daha saydılar, kim çıktı? Ekrem İmamoğlu çıktı. Allah aşkına ne bekliyorsunuz siz?
Aşağıdan yukarıya doğru sayıyorlar Ekrem İmamoğlu, yukarıdan aşağıya doğru sayıyorlar Ekrem İmamoğlu, sağdan sola sayıyorlar Ekrem İmamoğlu, soldan sağa sayıyorlar Ekrem İmamoğlu, daha ne yapacaksınız siz?
Biz şunu bekliyoruz. Yüksek Seçim Kurulu yasalara ve daha önce aldığı kararlara uymak zorundadır. Kanuna uyacak, daha önce de uyduğu, kanunun gereği olarak verdiği içtihatlara aynen uyacak, biz de bunu bekliyoruz.
Başka... Seçimde kaybedenlerin, devletin gücünü kullanarak ürettikleri yasadışı gerekçeleri reddetmek zorundadırlar. Başka... İktidar sahiplerinin Yüksek Seçim Kurulu üzerinde kurdukları baskılara prim vermemek, boyun eğmemek zorundadır Yüksek Seçim Kurulu. Başka... Üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savunmak zorundadır Yüksek Seçim Kurulu. Başka... Yüksek Seçim Kurulu iktidar sahiplerinin güçlerini kullanarak, demokrasiye karşı kurulan kumpası bozmak zorundadır. Biz Yüksek Seçim Kurulundan bunu bekliyoruz. Böyle 3 Mayıs, 4 Mayıs, 7 Mayıs değil, bir an önce kararı verin ve Türkiye gerçek gündemine dönmüş olsun, Türkiye seçim atmosferinden kurtulmuş olsun.
TÜRKİYE GERÇEK GÜNDEMİNE DÖNMELİ
Türkiye’nin gerçek gündeminde ne var? Türkiye’nin gerçek gündeminde bu var arkadaşlar; bir vatandaş borçları nedeniyle –evli çocukları var- borcunu ödeyemiyor, otobüs durağına ilan asıyor telefonunu yazıyor, bir böbreğimi satıyorum, alıcısı varsa satacağım diyor böbreğimi. 21.Yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum. Daha önce bir grup toplantısında bir kadının çöp konteynırından nasıl çöp topladığını açıklamıştım, kıyamet kopmuştu. Sonra bir kadın çıktı, efendim o kadın benim, benim dört katlı apartmanım var, bilmem şudur budur. Bunun için ne diyecekler acaba, kimi bulacaklar merak ediyorum. Evet, bu hayatın gerçeği, Türkiye’nin gerçeği. Açık açık, çocuklarına bakmak, ailesine bakmak, borçlarını ödemek için böbreğini satışa çıkaran bir vatandaş. 21.Yüzyılın Türkiye’sinde geldiğimiz nokta budur.
İktidar sahipleri bundan utanır mı? Hayır. İktidar sahipleri, biz ülkeyi nasıl bu hale getirdik diye düşünür mü? Hayır. Çünkü iktidar sahipleri halktan kopmuş vaziyette, sarayın sorunu ayrı vatandaşın sorunu ayrı; sarayın sorunu koltuğumu nasıl korurum, vatandaşın konusu ise karnımı nasıl doyururum. İkisinin arasında dağlar kadar fark var.
İşsizlik aldı başına gidiyor. Ekonomiyi kime teslim etmişler? Damada. Hanedanla koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilir mi? Damat hayatı boyunca açlık nedir biliyor mu, yoksulluk nedir biliyor mu, işsizlik nedir biliyor mu, bir ev nasıl geçindirilir biliyor mu, asgari ücretle bir aile nasıl geçindirilir biliyor mu, damat kira ödüyor mu? Damat ballarla kaymaklarla besleniyor, bir ekmeğin fiyatını damat biliyor mu, bir kilo soğanın fiyatını damat biliyor mu? Hiçbirisini bilmiyor. Ekonomiyi teslim etmişler, ekonomiyi düzeltecek diye. Kendi hallerini düzeltiyorlar, kendi mutfaklarını düzeltiyorlar, kendi ikballerini düzeltiyorlar vatandaşı değil.
165 MİLYAR DOLAR FAİZ ÖDEYECEKSİN, VATANDAŞ SONUNDA BÖBREĞİNİ SATACAK
Bakınız, bu yılın ilk üç ayında 33 milyar lira faiz ödendi. İlk üç ayında 33 milyar lira! Sormak istiyorum, 33 milyar lira faizi kim ödedi? 82 milyon vatandaş ödedi. 33 milyar lira! Bunların iktidar olduğu tarihten 2019’un Şubat’ına kadar... Bu söylenen 33 milyar üç aylık içeride ödenen faiz, bir de dışarıya ödenen faiz var. Dışarıdan da borç para aldılar. İktidar oldukları tarihten 2019’un Şubat sonuna kadar dışarıya, Londra’daki bir avuç tefeciye ödedikleri faiz 165 milyar Dolar. Bir daha söylüyorum, 165 milyar Dolar parayı bu ülkenin fakir fukarasından aldılar, Londra’daki bir avuç tefeciye verdiler. 165 milyar Dolar! Yeni bir Türkiye inşa edilir 165 milyar Dolarla. 165 milyar Dolar faiz ödeyeceksin, vatandaş sonunda böbreğini satacak.
HÂLÂ EKONOMİDE ÇOK İYİYE GİDİYORUZ DİYE AÇIKLAMA YAPIYORLAR, AKIL TUTULMASI VAR
Bunu vatandaşların görmesi lazım, bunu bizim vatandaşlara anlatmamız lazım. Olay sıradan bir olay değildir, yeniden Türkiye mali kıskaca alınıyor. Boyun eğiyorlar, faizi yükselt yoksa borç vermem diyor. Tıpış tıpış ertesi gün faizi yükseltiyorlar. Dolar aldı başını gidiyor, beylerin keyfi yerinde. Hâlâ açıklama yapıyorlar ekonomide çok iyiye gidiyoruz diye. Akıl tutulması var.
Bakınız değerli arkadaşlarım, bir yıllık fiyat artışı; çarliston biber yüzde 158, sivri biber yüzde 141, kuru soğan yüzde 222, beyaz lahana yüzde 128, kırmızı lahana yüzde 123, patlıcan yüzde 153, pırasa yüzde 182 fiyat artışı. Asgari ücret yüzde 16. Nasıl geçinecek asgari ücretli? Veriyorsun 2 bin 20 lira geçin diyorsun, nasıl geçinecek? Ev kirası mı verecek, okul parası mı verecek, yol parası mı verecek, elektrik parası mı verecek, doğalgaz parası mı verecek, su parası mı verecek, nasıl geçinecek bu adam? Ben bunları söyleyince bana kızıyorlar, ben bunları söyleyince Kılıçdaroğlu terörle iş birliği yapıyor diyorlar. Terörle iş birliği yapan sensin, vatandaşla iş birliği yapan benim.
Evet, terörle iş birliği yapanlar; bir dönem teröristlerin her dediğini yapanlar onlar, ama bu ülkenin vatandaşlarıyla kucaklaşan, bu ülkenin vatandaşlarının derdini dile getiren genel başkan da benim. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
CUMHURİYET GAZETESİ FETÖ’YÜ YILLAR YILI ELEŞTİREN BİR GAZETE, NASIL OLUYOR DA BUNLAR FETÖ’CÜ OLABİLİYORLAR?
Derdimiz sadece ekonomi değil. Bakın şimdi Musa Kart karikatürist, hapse atıldı, Mustafa Kemal Güngör hapse atıldı, Emre İper hapiste, Hakan Kara hapiste, Güray Öz hapiste, Önder Çelik hapiste. Cumhuriyet Gazetesinin yazarları bunlar, Cumhuriyet Gazetesinde yazı yazdılar. Bunları FETÖ’yle suçluyorlar. Akıl tutulması var. Cumhuriyet Gazetesi FETÖ’yü yıllar yılı eleştiren bir gazete, nasıl oluyor da bunlar FETÖ’cü olabiliyorlar? Beğenmiyorlar, hükümeti eleştiriyor, hapse atılmaları gerekiyor. Ne olacak? FETÖ’yle suçlayalım, kumpası destekleyecek hâkimler var savcılar var... Onlara hâkim savcı diyorum, ama unvanları öyle olduğu için, onlar ne hâkimdir ne savcıdır, onlar sarayın emrindeki kölelerdir. Bir daha söylüyorum, sarayın emrindeki kölelerdir onlar. Onlar adalet dağıtamazlar.
Beş yıldan az bunlar içeride, beş yıldan fazla yargılananların dosyası da Yargıtay’da. Bekliyoruz, ortada bir hukuksuzluk var, bir adaletsizlik var ortada ve bunun düzelmesi lazım. Bunu düzeltecek olan da iktidar sahipleri değildir, namuslu yargıçlar bunu düzeltecektir namuslu yargıçlar! Hukukun üstünlüğüne inanan yargıçlar bunu düzelteceklerdir.
Osman Kavala 546 gündür hapiste, ortada daha iddianame yok ve tek başına. Bu mudur adalet, bu mu dur hak? Bunların derdini kim dile getirecek, kim bunları söyleyecek? Tarihin bize yüklediği bir sorumluluk var, demokrasiyi güçlendirme sorumluluğu var bizim. Bu sorumluluk en çok Cumhuriyet Halk Partisine yakışıyor ve biz bu sorumluluğun gereğini yapıyoruz.
Eren Erdem 305 gündür hapiste. Bütün hayatı FETÖ’yle mücadeleyle geçmiş FETÖ’den içeride, FETÖ suçlamasıyla içeride. Mahkeme beraat ettiriyor, üst mahkemeye gidiyor, üst mahkeme beraatı kaldırıyor, aşağıya iniyoruz beraatı veren mahkeme bu sefer 4 yıl küsur hapse mahkum ediyor. Akıl var, mantık var. Geçen hafta ailesini ziyaret ettim, ailesi perişan vaziyette. Hani haksızlıkla karşı karşıya kaldığı için üzülüyorlar. Ailesine şunu söyledim, “Eren Erdem yolsuzluktan ötürü değil, kul hakkı yemekten ötürü değil, herhangi bir adi suçtan ötürü değil, onurlu kimliğiyle zamanında FETÖ’yle mücadele eden, bu konuda kitaplar yazan, bu konuda makaleler yazan, düzgün ve namuslu bir kişidir, onun hapiste kaldığı her gün onun şeref madalyası olarak tarihte yerini alacaktır.”
Geçen gün Anayasa Mahkemesinin 57’nci kuruluş yıldönümündeydik. Anayasa Mahkemesi 1960’lardan sonra bizim anayasamızda yer alan bir üst yargı organı, en üst yargı organı konumunda. Anayasa Mahkemesi Başkanı gerçekten de katılanların tamamına güzel bir hukuk dersi verdi. Kuvvetler ayrılığı ilkesini tarihsel köklerini anlattı, yargıcın ne kadar önemli olduğunu, vicdanını satmaması gerektiğini, baskıya boyun eğmemesi gerektiğini kısa özlü ve net cümlelerle ifade etti. Ama Anayasa Mahkemesi adalet dağıtacak, evet adalet dağıtacak, ama o Anayasa Mahkemesinin önünde cumhuriyet davasındaki bireysel başvurular iki yıldır bekliyor. Beklememeli. Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak’ın dosyaları iki buçuk yıldır bekliyor. Murat Aksoy, Yiğit Aksakoğlu, öğretmen Ayşe Çelik, hani “çocuklar ölmesin” diyen öğretmen Ayşe Çelik’in bireysel başvuruları hâlâ bekliyor.
ADALETSİZLİĞİ DÜZELTECEK OLAN, BU ÜLKEDE ADALETE İNANMIŞ, YANİ HUKUKÇULARDIR, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANAN İNSANLARDIR.
Az önce söyledim, adaletsizliği düzeltecek olan, bu ülkede adalete inanmış insanlardır, yani hukukçulardır, yani hukukun üstünlüğüne inanan insanlardır. Biz onlardan bir an önce karar alıp, adaletsizliklere son vermelerini istiyoruz. Bu Türkiye’de adaletin güçlenmesi, algının güçlenmesi açısından son derece önemlidir.
Bu arada Sözcü Gazetesiyle ilgili de malum davalar açıldı. Sözcü Gazetesi Türkiye’nin en geç gazetesi, Türkiye’nin en çok okunan gazetesi, yazarlarına saygı duyulan bir gazete, baskı önünde boyun eğmeyen dik duran onurlu duran bir gazete, iktidarın bütün baskılarına rağmen direnen, yayın çizgisinden ödün vermeyen bir gazete. Vay sen misin böyle? O zaman seni de FETÖ’yle suçlayacağım.
Emin Çölaşan, Allah aşkına Emin Çölaşan’la FETÖ’cü tanımı yan yana gelir mi? Necati Doğru, Mustafa Çetin, Yücel Arı ve sahibi Burak Akbay. Niçin? Susturmak istiyorlar, Sözcü yazmasın, Sözcü okunmasın. O da diğer gazeteler gibi havuz medyasının bir unsuru olarak yerini alsın, varsın 5 bin satsın, varsın 3 bin satsın önemli değil, ama halkın bilgilenmesi ve aydınlanması konusunda Sözcü yayın yapmasın, bunu söylüyorlar.
Zühtü Aslan 57’nci kuruluş yıldönümünde şunu söyledi: “Hâkim hiçbir şart ve ahval altında aklını ve vicdanını başkasına emanet edemez”. Doğrudur, ama bugün hâkim unvanlı, savcı unvanlı, vicdanını ve ahlakını ve de aklını birilerine emanet eden var, birilerine ipotek eden var. Biz bunlara hâkim ve savcı demeyeceğiz, asla demeyeceğiz ve bunlar göreceksiniz ileride çocukların dahi yüzüne bakamayacaklardır. Bir hâkim aklını ve vicdanını ve ahlakını nasıl birilerine teslim eder? Nasıl hukuksuzluğun kaynağı olur?
ADALETİN OLMADIĞI YERDE AHLAK OLMAZ ZATEN
Haşim Kılıç, o da Anayasa Mahkemesinin bir dönem başkanlığını yaptı. O da uyarısını yapıyor, şöyle diyor: “Ne yazık ki önce ahlak ve maneviyat diye iktidara gelen bu arkadaşlarımız, ne pozitif hukuk kuralları bıraktılar, ne de ahlak bıraktılar”. Ahlakın olmadığı yerde adalet olmaz, adaletin olmadığı yerde ahlak olmaz zaten. Küçük çocuklara tecavüzlerin bu kadar yaygınlaşmasının temelinde ne yatıyor? Ahlakı kaybettiğimiz yatıyor. Ahlakı kaybettik. Kimin döneminde? 17 yıldır başımıza bunların hiçbirisi gelmemişti, 17 yıldır şimdi geliyor bunların tamamı.
EKREM İMAMOĞLU’NUN UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE KOMİSYONU KURULMASI TEKLİFİNE RET VERİYORLAR
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bakın, çocuklarımıza verdiğimiz değere bakın, insanımıza verdiğimiz değere bakın, inançlara verdiğimiz değere bakın, kimliklere verdiğimiz değere bakın. Şimdi bunların tamamı yok edildi. 5 yaşındaki çocuğa tecavüz, çocukların kaçırılması, uyuşturucu. Ekrem Bey götürüyor, uyuşturucuyla mücadele komisyonu kuracaklar. O kadar kinlenmişler ki, nasıl olur da Ekrem İmamoğlu Büyükşehir Belediye başkanlığı kazanır, getirdiği her şeye ret vereceğiz, buna da ret veriyorlar. Uyuşturucuyla mücadele ret. O zaman git kullan kardeşim, git kullan! Uyuşturucuyla mücadele... Uyuşturucu nerelerde yaygın biliyor musunuz? En çok fakir mahallelerinde, o ailelerin yoksul çocuklarında.
İSTANBUL GENELİNDE BU ÇALIŞMANIN YAPILMASI LAZIM
Bu konuda bizim belediyelerimizin çok güzel çalışmaları var, ama İstanbul genelinde bu çalışmanın yapılması lazım. Yapmak istiyor, engelliyorlar. Aklın alacağı şeyler değil. Muhalefet etmesini de bunlar bilmiyorlar, nasıl muhalefet edileceğini de bilmiyorlar. Muhalefet hak temelli yapılar hak! Vatandaşın hakkını hukukunu korumak için muhalefet yaparsın. Buraya pek çok yasa gelir, vatandaşın lehineyse yasalar buradan oybirliğiyle çıkar, aleyhineyse otururuz muhalefetimizi yaparız. Niye muhalefet yaptığımızı da söyleriz, Meclisin tutanaklarına geçiririz. Siz uyuşturucuyla savaştınız da biz engel mi olduk? Siz uyuşturucuyu önlemek istediniz de biz engel mi olduk? Siz bu konuda bir yasa getirdiniz de biz engel mi olduk? Siz Avrupa Birliğiyle demokratik standartları geliştirmek için düzenlenmiş bir yasa taslağını buraya getirdiniz de biz buna engel mi olduk? Hayır. Bizim muhalefetimiz hak temellidir, vatandaşın hakkını ve hukukunu gözetiyorsa ona evet deriz. Ama onlar tam tersini yapıyorlar.
İKTİDARI DESTEKLEMEYEN GAZETELER FETÖ’CÜ VE TERÖRİST İLAN EDİLİYOR
Tabii gazetelerin iktidarı desteklemeyen grubu FETÖ’cü ilan ediliyor, terörist ilan ediliyor, terör örgütüyle iltisaklı ilan ediliyor. Ama bir kişi var ki, hem siyasi ayakta çok önemli, hem mali ayakta çok önemli. O bir numaralı FETÖ’cü ve o Erdoğan’ın yanında devletin protokolünde. Adı ne? Fettah Tamince. Bakın söylüyorum, 17-25 Aralık’tan sonra Zaman Gazetesinin yüzde 10’unu aldı. Diyorlar ya 17-25’ten öncekilere dokunmuyoruz. Sonra Zaman Gazetesinin yüzde 10’unu aldı. Bir şey söyleniyor mu? Hayır. Cumhuriyet yazarları suçlanıyor, Sözcü yazarları suçlanıyor, Gazete gazete suçlanıyor, ama Fettah Tamince el üstünde tutuluyor. Neden?
FETTAH TAMİNCE’YE KİMSE DOKUNMUYOR, EL ÜSTÜNDE TUTULUYOR
TUSKON üyesi aynı zamanda Fettah Tamince. Kanun hükmünde kararnameyle kapatılan pek çok vakfın ve derneğin aynı zamanda yöneticisi. Bir şey yapılıyor mu? Hayır, el üstünde tutuluyor. Fettah Tamince hakkında MASAK raporları var, MİT raporları var FETÖ’cü olduğuna dair. Kimse dokunuyor mu? Kimse dokunmuyor, el üstünde tutuluyor. Polis tutanaklarına göre himmet paraları toplamıştır Fettah Tamince. Bank Asya’nın önünden geçeni hapse atıyorsun, ama himmet paraları toplayana dokunmuyorsun. Neden? 17-25 Aralık’tan sonra Pensilvanya’ya gidiyor, ziyaretini yapıyor. Dokunan var mı? Dokunan yok, el üstünde tutuluyor. Ve 27 Ocak 2019’da Antalya’da AK Parti belediye başkanlarını tanıtırken Fettah Tamince orada protokolde oturuyor ve Fettah Tamince en son İstanbul’daki büyük bir ihaleyi aldı.
Bu iki siyahla beyazı şunun için anlatıyorum. Terörle mücadele yapıyoruz, FETÖ’yle mücadele yapıyoruz, PKK’yla mücadele yapıyoruz diye yola çıkanlar terör örgütlerini koruyorlar, kendilerine muhalif olanları cezalandırıyorlar. Artık bu gerçeği bütün Türkiye’nin görmesi lazım.
O ŞEHİT CENAZESİNE KATILAN TEK GENEL BAŞKAN BENİM
Efendim şehitlerimize geleyim. Şehitlerimizin anneleri ve babaları da burada, yukarıda da bir grup şehit yakını gelmişti Eskişehir’den, onlarla da kısa bir sohbetimiz oldu. Şehitler hepimizin şehididir, 82 milyonun şehididir. Şehidimizin kimliğine bakmayız, inancına bakmayız, hangi partiye mensup olduğuna bakmayız. Eğer bu ülke için bu vatan için bu bayrak için hayatını vermişse, bizler rahat edelim çocuklarımız rahat etsin diye hayatını vermişse şehitlere saygı göstermek hepimizin insani görevidir.
Şehitlerimiz musalla taşındayken cenazeyi kıldıran imam şehitlikten söz eder, Kurandan ayetler okur. Şehidin öbür dünyadaki konumunu da anlatır bize ve bizler sonunda bir helallik veririz ve oradan ayrılırız. Cenaze namazlarında ağırbaşlılık vardır, huşu içinde kılınır cenaze namazları, büyük bir saygı içinde kılınır. Şehir cenazeleri ayrıca devlet töreni vardır, devlet töreniyle şehidimiz sonsuzluğa uğurlanır ve bizler de şehitlerimizin cenaze namazlarına katılırız. Dualar okunur, namaz kılınır ve oradan belli bir saygı içinde ayrılırız ve evlerimize döneriz.
Şehit ailelerinin evinde yangın vardır, anneler ve babalar üzülürler. Evlat acısının ne olduğunu hepimiz çok iyi biliriz. Ama onları teselli eden bir şey vardır, çocuklarının şehit olması. 82 milyonun yüreğinin o cenaze namazında atmış olması vardır. Onları huzura kavuşturan, onları teskin eden olay da budur. O açıdan şehitlerimiz hepimizin şehididir.
Çubuk Akkuzu Köyünde şehit cenazesine katıldım. Köyden Çubuk İlçe Başkanlığımıza geldiler, köy için büyük bir Türk Bayrağı istediler, o bayrağı verdik, ilçe başkanlığımız verdi. İlçe başkanımız arkadaşlarla birlikte şehit ailesini ziyaret ettiler, saygılarını üzüntülerini başsağlığı dileklerini ilettiler. Sonra şehit cenazesine ben ve arkadaşlarım birlikte gittik, katıldık. Cenaze namazını doğru dürüst kıldırmadılar bir grup. Önce şunu söyleyeyim, Akkuzu Köyünün sakinlerine bir şey söylemiyorum, o sakinlere benim saygım vardır. Benim gündeme getirmek istediğim, provokasyon yapan ve kışkırtan insanlardır. Dolayısıyla Yener Kırıkçı şehidimiz, Allahtan rahmet dilemek, başsağlığı dilemek, hem aileye hem milletimize dilemek bizim boynumuzun borcudur. Bunu zaten yapmak zorundayız. Cenazeye gidiyorsanız, o cenazenin ağırlığına uygun bir duruş sergilemek, namazı kılmak, duayı yapmak bizim görevlerimizden birisidir.
Değerli arkadaşlarım, o şehit cenazesine katılan tek genel başkan benim. Daha namazın başında cenaze gelmiş, sloganlar hakaretler. Bırakın bari bir namaz kılınsın, bırakın bari bir Fatiha okunsun, bırakın bari bir helallik olsun! İzin vermiyorlar. İçimden geçirdim, bunlar gerçekten Müslüman mı, bunlar gerçekten şehide saygı gösteriyorlar mı, bunlar gerçekten de şehit ailesine saygı gösteriyorlar mı? Şehitlerimizin yüzde 99’u fakir aile çocuklarıdır. Bir daha söylüyorum, şehitlerimizin yüzde 99’u fakir aile çocuklarıdır. Şehit cenazelerine katıldığımızda, şehit cenazesi bir top aracının üstüne konur, arkasından aile yürür, devlet erkanı da onun arkasından yürür. O ailelerin yakınlarını hep gözlemlerim, çoğu yoksul ailelerin çocuklarıdır ve bunu zaten oturdukları evler, ailelerin evleri, geçimi vesaire baktığınızda bu çıplak gerçeği hepimiz görürüz.
ŞEHİT CENAZESİNE YAPILAN HAKARET BENİM VİCDANIMI DERİNDEN YARALAMIŞTIR
Değerli arkadaşlarım, geldiğimiz nokta şudur: Bana yapılan linç girişiminden çok, şehit cenazesine yapılan haksızlığı ben eleştiriyorum. Benim için fark etmez, bir canımız var, benim için fark etmez, şehit cenazesine yapılan hakaret benim vicdanımı derinden yaralamıştır. Şehit cenazesi, başka bir şey değil yani, nasıl siz bunu yaparsınız? Bırakın bari bir namaz kılınsın.
AÇIK VE NET SÖYLÜYORUM, BİR LİNÇ GİRİŞİMİYDİ
Arkasından bir linç girişimi. Saldırı diyorlar, protesto diyorlar. Açık ve net söylüyorum, bir linç girişimiydi, bunu yapmak istiyorlardı. Yapamadılar ve beceremediler. Hani derler ya, rahmetli annem çok sık kullanırdı, verilmiş sadakamız var diye, verilmiş sadakamız varmış.
Sadece bana değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili orada, milletvekillerimiz orada, aynı muamele onlara da yapıldı. Bir eve girdik, o aileye, ailenin küçük çocuğu Muhammet’e -diğer iki çocuğu daha var, ama onların isimlerini bilmiyorum- buradan selamlarımı saygılarımı gönderiyorum. O ailenin yaptığı iyiliği de unutmayacağım.
Hayatımda iki kez polisin akrep diye tanımladıkları zırhlı aracına bindim. Birincisi, Ardanuç’tan Şavşat’a giderken PKK’nın yaptığı saldırıydı ve bir erimiz şehit olmuştu. O ara uzun namlulu silahlarla pek çok atış yapıldı, o vadide kurşun seslerinin yankılarını duydum. Bir süre sonra polis aracı geldi ve ben o araca bindim ve başka bir yere götürdüler. Saldırıyı yapan PKK’ydı. Akkuzu Köyünde de evden çıkıp yine bir polis akrep aracına bindim, orada da saldırı vardı, onların PKK’dan hiçbir farkı yok, onların tamamı aynı zamanda PKK’lıdır.
ONLARIN PKK’DAN HİÇBİR FARKI YOK, ONLARIN TAMAMI AYNI ZAMANDA PKK’LIDIR
PKK ülkeyi bölmek istiyor, parçalamak istiyor, bunlar da ülkeyi bölmek parçalamak istiyorlar, aynı amaçla hareket ediyorlar, aynı yolun yolcuları. Ama biz sakinliğimizi koruduk ne yaparlarsa yapsınlar. Evde iki kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem Beyle görüştüm, orada bir olayın olmaması için toplantının mitingin bir an önce sonlanmasını da yumuşak bir dil, herkesi kucaklaşan bir dil kullanılması gerektiğini de ifade ettim. Çünkü bir provokasyonu yüz binlerin olduğu yerde bir provokasyonu engellemek çok daha zordur.
HİÇ KİMSE UNUTMASIN, BU PARTİNİN KOLTUĞUNDA İLK OTURAN KİŞİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’TÜR
Sanıyorlar ki, biz geri adım atacağız onlar bastırdığı zaman veya linçe kalktıkları zaman. Hiç kimse unutmasın hiç kimse, bu partinin koltuğunda ilk oturan kişi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Boynunda idam fermanıyla Türkiye’nin bağımsızlığını sağladı. Tarihin bize yüklediği bir sorumluluk vardır, cumhuriyeti güçlendireceğiz, demokrasiyle taçlandıracağız. Ülkemizin ekonomik ve siyasal bağımsızlığını koruyacağız. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye inşa edeceğiz. Çağdaş uygarlığı yakalayacağız ve onu aşacağız. Tarihin Cumhuriyet Halk Partililere yüklediği bir sorumluluktur bu. Biz bırakın bir milim geri adım atmayı, her adımımızı ileriye doğru atacağız, demokrasiye doğru atacağız, insanlara doğru hakka hukuka ve adalete doğru atacağız.
Az önce ifade ettim, şehitlerimizin büyük bir kısmı, hatta yüzde 99’u fakir aile çocuklarıdır diye. Son şehidimiz de fakir bir ailenin çocuğu, sözleşmeli piyade er. Evinde kaldığımız kişi benim akrabam dedi, yoksuluz fakiriz dedi, sözleşmeli er oldu diye. Sözleşmeli erler bir dernek kurmuşlar, daha önce beni ziyarete geldiler. Bizim sorunlarımızı ifade eder misiniz diye ve ben 19 Şubat 2019 tarihinde sözleşmeli erlerin sorunlarını bir grup toplantısında anlattım ve onların o sorunlarının çözülmesi gerektiğini söyledim.
SÖZLEŞMELİ ERLERİN SORUNLARINI BEN DİLE GETİRDİM, ALÇAKÇA LİNÇ GİRİŞİMİNDE BULUNANLARIN BUNDAN HABERİ VAR MI?
Neydi sorunları? Sözleşmeli er yedi yıl süreyle sözleşmeli erlik yapabiliyorlar. Yedi yıl bitince kapının önüne koyuyorlar. Bunların bir kamu kurumunda çalışması lazım, ama onun için de bir yönetmeliğin çıkması lazım, ama bir türlü bu yönetmelik çıkmıyor. Genelkurmay Başkanlığı yönetmelik taslağını hazırlamış, ilgili yerlere göndermiş, yönetmelik çıkmıyor. Çıkmadığı için yedi yılını dolduran sözleşmeli erler açıkta geziyorlar. Bunların derdini ben dile getirdim, alçakça linç girişiminde bulunanların bundan haberi var mı, bu sorundan onların haberi var mı? Hayır, haberleri bile yok. Onların derdini kim dile getirdi? Ben dile getiriyorum. Ama onlar iktidara neden bunu yapmıyorsun diye soracaklarına, soran kişiye saldırıyorlar.
Başka bir şey daha, Ocak 2018’de uzman çavuş astsubay ve üst rütbelilerin tamamına ayda 400 lira zam yaptılar. Zammı verilmeyen tek grup var, sözleşmeli erler. Ben bunu da dile getirdim. Erse er, askerse asker, silahsa silah, terörle mücadeleyse terörle mücadele, eksi 35-40 derecede mücadeleyse mücadele, herkesi 400 lira veriyorsun, bunlara neden 400 lira vermiyorsun? Soran kim? Ben. Saldırıya linçe uğrayan kim? Ben. Peki, bu sorunu dile getiren kim? Ben, ama neden böyle oluyor? Şimdi linç girişiminde bulunan o alçaklara sormak istiyorum. İnsan değil onlar, söyledim insan değil. Sormak istiyorum, ben onların hakkını savunurken sen neredeydin?
Bir şey daha, sözleşmeli erler. Bir kamu görevlisi bir yerden bir yere tayini çıkarken yol parası verirler. Yol parası verilmeyen tek grup sözleşmeli erler. Niye verilmiyor? Tapu memuru bir yerden bir yere tayini çıktığında yol parası alıyor, nüfus memuru alıyor, generali alıyor, paşası alıyor, subayı alıyor, memuru alıyor, herkes alıyor sözleşmeli ere sana vermeyiz diyorlar. Dile getiren kim? Ben. Yine o alçaklara sormak istiyorum, ben onların sorunlarını dile getirirken sen neredeydin?
Sözleşmeli erler, bunlar da evli çoluk çocuğu var. Bir kamu görevlisi tayini bir yere çıktığında eşi de çalışıyorsa, ailenin birliği açısından eşinin de tayini oraya çıkarılır. Anayasanın temel kuralıdır, ama sözleşmeli erlere bunu yapmıyorlar, eşinin tayini çıkarmayız diyorlar. Sen orada gideceksin dağın tepesinde, eksi 35-40 derecede mücadele edeceksin, terörle mücadele edeceksin, eşi doğum yapmış eşinin yanına gidemiyor. Hatta bir sözleşmeli er şunu söyledi. Beş-altı ay geçiyor gidiyoruz eşimize, çocuk biraz büyümüş annesine soruyor “anne bu gelen adam kim?” diye. Babasını tanımıyor. Peki, bu sorunu dile getiren kim? Biz. Peki, saldıran, linç girişiminde bulunan o alçaklar bunun farkında mı? Farkında değiller. Onlar da eğer vicdan sahibi iseler, insan iseler oturup düşünmeleri lazım.
ŞEHİT VE GAZİLER ARASINDA AYRIM YAPILMAZ
Başka bir şey daha, hep söyledim şehit ve gaziler arasında ayrım yapılmaz, şehit şehittir gazi de gazidir. Vatan için çarpışmıştır, ya yaralanmıştır veya hayatını kaybetmiştir. Şimdi herhangi bir şehir öldüğünde ailesine 5 bin 600 lira veriliyor. Peki, şehir er öldüğünde, yani sözleşmeli şehit er öldüğünde ailesine 5 bin 600 lira değil, 4 bin 200 lira veriliyor. Neden? Bunu dile getiren kim? Ben. Linç girişimine uğrayan kim? Ben. Peki, o alçaklar bunun farkında mı? Neden o aileye daha az para veriliyor? Şehitse şehit, devlet töreniyse devlet töreni, neden bu ayrımcılık yapılıyor? Biz bunları dile getiriyoruz.
Ne diyordu Haşim Kılıç? Önce ahlak ve maneviyatı yok ettiler, sonra hukuku yok ettiler. Ahlaksızlık budur işte, soruna sahip çıkıp o sorunu dile getiriyorsunuz, sorunu dile getirdiğiniz için, çözümünü dile getirdiğiniz için linç girişimine uğrayan da sizsiniz. Bunu milletimin vicdanına emanet ediyorum. Milletimin vicdanına sunuyorum. Eğer milletimiz bunu kabul ediyorsa, bu ülkenin vicdanı bunu kabul ediyorsa oturup düşünmemiz lazım.
Biz şehitlerimize saygıyı asla elden bırakmayacağız, gazilerimize saygıyı asla elden bırakmayacağız. Herkese, ama herkese, kim olursa olsun, hangi siyasi görüşten olursa olsun herkese insanca davranmak bizim insani görevimizdir. İnsansak böyle davranacağız. Herkesin düşüncesine, herkesin kimliğine, herkesin inancına, herkesin coğrafyasına saygı göstermek zorundayız. İster Hakkarili olsun, ister Edirneli, ister Diyarbakırlı olsun ister İzmirli, 82 milyonu kucaklayacağız ve yolumuza böyle devam edeceğiz.
Sağ olun, var olun diyorum.
Kaynak: chp.org.tr
HABERE YORUM KAT