CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (16 TEMMUZ 2019)
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU(16 TEMMUZ 2019)CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Efendim, hepiniz hoş geldiniz. Bu yasama döneminin son grup
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(16 TEMMUZ 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim, hepiniz hoş geldiniz. Bu yasama döneminin son grup toplantısı, sanıyorum önümüzdeki, yani bu hafta içinde parlamentonun, Meclisin kapanacağı ifade ediliyor. Gönlümüz çalışmasından yana, onu başlangıçta ifade edeyim, ama öyle bir kararın iktidar mensubu milletvekilleri tarafından alındığı grup başkan vekillerimize bir şekliyle iletildi.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle bir konu üzerinde duralım: 15 Temmuz darbe girişimi. Kimden gelirse gelsin, hangi gerekçeyle gelirse gelsin her zaman, her yerde, her ortamda darbecilere ve darbe girişimlerine karşı çıkacağız. Altını özenle çiziyorum. Bugüne kadar Türkiye’de eğer demokrasi toparlanamamışsa, bugüne kadar Türkiye’de doğru dürüst temel bir uzlaşmayla bir Anayasa yürürlüğe girmemişse, bunun nedeni darbelerdir, darbeler nedeniyle olmuştur. Darbeler nedeniyle toplumun bütün katmanları bir Anayasa değişikliğine dahil edilmemiştir. Bir darbede bir taraf, öbür darbede öbür taraf, bir başka darbede daha önce yapılan Anayasa değişiklikleri doğru bulunmamış ve bugünkü noktaya gelmişiz. Dolayısıyla Türkiye’nin bütün kesimlerin katılacağı demokratik bir Anayasaya ihtiyacı var, güçlü bir Anayasaya ihtiyacı var. Bir yönetmeliğe değil, bir Anayasaya ihtiyacı var. Türkiye’nin temel konularının, devlet yapısının, temel ilkelerinin yer aldığı bir Anayasaya ihtiyacı var. Bu Anayasa yapılırken de toplumun az önce de ifade ettiğim bütün kesimlerinin katılacağı bir Anayasa olması lazım. Böylece toplumda hiç kimse, hiçbir grup, hiçbir inanç grubu veya hiçbir etnik grup ben Anayasa değişikliğinin dışında kaldım demeyecektir. Esnafı, çiftçisi, memuru, emeklisi, sanayicisi, akademisyeni, sanatçısı, hemen hemen toplumun her kesiminin sendikacısı katılacaklar ve demokratik bir Anayasa yapacaklar. Bizim böyle bir Anayasaya ihtiyacımız var. Darbe dönemlerinde yapılan Anayasalar topluma büyük acılar çektirmiştir. Toplumun bir kesimi özellikle kendisini toplumun dışına itilmiş olarak görmüştür. Oysa biz toplumun her kesimini kucaklayan ve Anayasa kitapçığını eline aldığında her vatandaşın “bu benim Anayasamdır, bu benim haklarımı koruyan bir Anayasadır ve bu Anayasanın korunması gerekir” diyebileceği bir Anayasaya ihtiyacımız var.
15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden hepimiz mağdur olduk, hepimiz. 251 şehidimiz var, çok sayıda gazimiz var. 251 şehidin kanlarının yerde kalmaması için bir büyük aydınlanmaya ihtiyacımız var. FETÖ’nün siyasi ayağı nerede, bunun bilinmesine ihtiyacımız var. Bunu hemen hemen katıldığım her toplantıda ifade ettim. Türkiye Odalar Borsalar Birliğinde de ifade ettim, sivil toplum örgütlerinin toplantılarında da ifade ettim. 15 Temmuz darbe girişimi doğrudan demokrasiye ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel değerlerine yapılan bir darbe girişimidir. 15 Temmuz’da başarılı olsalardı herhalde bunların bir başbakan adayı vardı, herhalde bir cumhurbaşkanı adayları vardı, herhalde bakan adayları vardı, nerede bunlar, niye bilmiyoruz ve neden aydınlanmadı bunlar? "Efendim, üzerine yürüyoruz..." Hayır efendim, baklavacı buldun, akademisyen buldun, sanayici buldun, esnafı buldun, çiftçiyi buldun, işsizi buldun, Bank Asya’nın önünden geçeni buldun, bunları hapse attın, ama en güçlü adamları bulmadın. Niye bulmuyorsun, kim engel? 251 şehidin kanı yerdedir. FETÖ’nün siyasi ayağının aydınlanması lazım. FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmak için ve darbe girişiminin karanlık noktalarını aydınlatmak için, parlamentonda bizim de verdiğimiz bir önergeyle bir Araştırma Komisyonu kuruldu. Önce nazlandılar, gerek yok dediler. Biz ısrar edince toplumun da baskısı vardı, bir Araştırma Komisyonu kuruldu, ama Araştırma Komisyonu konunun ayrıntılarını ve karanlık noktalarını ortaya çıkarmak için çalışırken talimat geldi “erken bitirin” diye. Niye erken bitsin? Aydınlanması lazım, o darbe girişiminin altında ne var? 251 şehidimizin kanı var, binlerce gazimiz var. Kim yaptı, hangi gerekçeyle yaptı, kim destek verdi bunlara, ana aktörleri kimdi bunların Türkiye’deki? Dışarıdakini biliyoruz, Türkiye’deki kimlerdi? Bunların aydınlanması lazım, bunu söyledik.
İki önemli aktör Meclis Araştırma Komisyonuna gelmemiştir. Erdoğan’ın talimatıyla gelmemişlerdir. Birisi MİT Müsteşarıdır, diğeri dönemin Genelkurmay Başkanıdır. Bu iki kişinin gelip parlamentoda Araştırma Komisyonuna bilgi vermeleri gerekirdi. Komisyon üyelerinin sordukları sorulara cevap vermeleri gerekirdi. Karanlık noktaların aydınlanması gerekirdi. Soru şu: Soruyu özellikle AK Partili kardeşlerimin vicdanına seslenerek söylüyorum. Neden bu iki önemli aktör Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonuna gönderilmemiştir, neden engel olunmuştur? Bunu bilmiyoruz. FETÖ’ye karşıyız doğru, darbeye karşıyız doğru, darbe girişimine karşıyız doğru, iyi de bu darbe girişiminde bulunanları özendiren kim, niyetleri ne bunların, neler yapacaklardı? Bunu bilmemiz lazım, ben bunu sorunca bize kızıyorlar. Vay efendim, siz niye bunu söylüyorsunuz? Eğer darbe girişiminde bulunanlara gerçek anlamda hukukun önünde hesap sorulmazsa 251 şehidimizin kanı yerde kalır. Demokrasi konusunda iyi bir sınav vermemiş oluruz. Aydınlanması lazım, hâlâ söylüyorum, yine söylüyorum, aydınlanması lazım.
Değerli arkadaşlarım, biz darbe girişimine karşıyken, parlamentoda bütün siyasi partilerin ortak imzasıyla darbe girişimine karşı ortak bildiri yayınlanırken 20 Temmuz’da bir sivil darbe gerçekleşti, OHAL, olağanüstü hal ilan edildi. Şunu söyledim: "Arkadaşlar, bu parlamentoda bütün milletvekilleri darbe girişimine karşı, alacağınız önlemler varsa getirin Meclise, hiç kimse itiraz etmez ve tamamını Meclisin desteğiyle gerçekleştirelim. Çünkü bu Meclis Gazi Meclis, bu Meclis Kurtuluş Savaşını yöneten bir Meclistir. Kurtuluş Savaşını yöneten bir Meclis FETÖ’nün karanlık noktalarını aydınlatacak kapasiteye sahip değil mi? Sahiptir, bilgisi vardır, birikimi vardır, araştırma yeteneği vardır, analiz yeteneği vardır, kapasitesi vardır." Bunları yapalım. Hayır, biz Kanun Hükmünde Kararnamelerle devleti yöneteceğiz... Ve Meclisten çıktı Kanun Hükmünde Kararnameler, yine onların ifadelerine göre -bizim değil- at izi it izine karıştı. Masum insanlar, binlerce masum insan hapishanelere tıkıldı.
O günlerde bir olayı hiç unutmuyorum, özellikle Ak Partili kardeşlerimin vicdanına seslenerek bu olayı anlatmak isterim. Bir kadın öğretmen başörtülü FETÖ’cü diye gözaltına alınıyor. Alınabilir mi? Elbet alınabilir. İfadesi alınabilir mi? Evet, alınabilir. Soru sorulabilir mi? Evet, sorulabilir, ama bu kadın öğretmen yeni doğum yapmış ve çocuğu daha bir haftasını bile doldurmamış. İtiraz ettim, dedim ki bu çocuğun anne sütüne ihtiyacı var, bu çocukla annenin buluşması lazım. En azından belli saatlerde bu çocuğun annesine teslim edilmesi lazım ve annesinin de bu çocuğu emzirmesi lazım. Hemen bize suçlama: Sen FETÖ’cüsün.
Şimdi değerli arkadaşlar, vicdan denilen bir şey var, adalet denilen bir şey var. Anne FETÖ’cü olabilir, çocuğun günahı ne? Yeni doğmuş ya, bu çocuğun ne günahı var? Bu çocuğun anne sütüne ihtiyacı yok mu, bu çocuğun anne sevgisine ihtiyacı yok mu? Yani bir saat bile olsa, anne kucağında çocuğun anne sütünü emmesine niye izin vermiyorsun? Büyük mücadelelerden sonra bu gerçekleşti. Dolayısıyla haksızlığa tahammül etmemek gerekir, haksızlığa direnmek lazım.
Darbe girişimi oldu. Darbe girişiminin üzerinden bir süre geçti. Bir baktık ki iktidar kanadının bazı kesimleri, bazı kişileri bir FETÖ borsasından söz etmeye başladılar, "bir FETÖ borsası kuruldu" dediler. Evet, gariban içeride, parası olan, arkası olan dışarıda. Dayın mı var, amcan mı var, bakanın mı var, başbakanın mı var, cumhurbaşkanın mı var, yakının mı var, doğru dışarı, hatta savcı ifade bile almıyor, ama garibanlar, askeri öğrenciler, esnaf... Ya bunların ne işi var darbeyle, ne işi var? Komutanı talimat vermiş, çıkın diyor dışarı, e çıkmışlar. Askerlikte talimata uymamak suçtur. Siz bunları atıyorsunuz içeri, sırtı kalınlar dışarıda, FETÖ borsasından para bastıranlar dışarıda. Şimdi beni dinleyen Ak Partili kardeşlerim diyebilir ki çok da insafsızlık yapıyorsun Sayın Kılıçdaroğlu, bu kadar da olmaz, hükümet bu kadar da eleştirilmez, Erdoğan bu kadar da eleştirilmez, insaf denilen bir şey var, bir örnek gösterebilir misin diye bana sorabilir. Sormakta da haklıdır. O zaman ben ona bir örnek göstereceğim ve bir örnek vereceğim. Bu örneği verirken de FETÖ borsasının ne olduğunu da iyi bilsinler diye veriyorum. Daha önce burada verdim, aynı örneği mademki 15 Temmuz darbe girişiminin 3. yıldönümü, yine vereceğim: Fettah Tamince. Bir kişinin FETÖ’den gözaltına alınması için emniyetin raporunun olması lazım, MİT’in raporunun olması lazım veya MASAK’ın raporunun olması lazım. Fettah Tamince’yle ilgili üçünün de raporu var. Fettah Tamince içeride mi? Hayır. Nerede Fettah Tamince? Devletin protokolünde. Askeri öğrenciler nerede? İçeride. Niye Fettah Tamince’ye bu ayrıcalık sağlanıyor, hangi gerekçeyle sağlanıyor? Vicdan sahibi bir kişiye soruyorum, vicdan sahibi 5 bin kişiye soruyorum, 10 bin kişiye soruyorum, vicdan sahibi 82 milyona sesleniyorum. Neden bununla ilgili bir işlem yapılmıyor doğru düzgün, hangi gerekçeyle?
Yetiyor mu? Hayır. Şimdi sivil toplum örgütleri vardı FETÖ’ye ait, bu sivil toplum örgütlerinin büyük bir kısmı Kanun Hükmünde Kararnamelerle kapatıldı. Yanlış olanlar sonra düzeltildi. İyi de Fettah Tamince’nin bazen başkanı, bazen de yönetiminde olduğu sivil toplum kuruluşları vardı. Bakın, bazen başkan, bazen yönetimde ve kapatıldı bazıları, niye Fettah Tamince’ye bir soru sorulmuyor, hangi gerekçeyle sorulmuyor? Kanun Hükmünde Kararnameyle pek çok şeyi iptal ettin, yöneticilerin tamamını içeri aldın, bu beyefendiye dokunan bile yok, neden? Ben bunu sormazsam adalet kavramına ihanet etmiş olurum, ben bunu sormazsam bu milletin vicdanını reddetmiş olurum. Efendim, ihbar olanlar hakkında bunlar yapılır. Kişinin FETÖ’den sorgulanması için ihbar olması lazım. Fettah Tamince’yle ilgili onlarca ihbar var, niye bir şey yapılmıyor, neden yapılmıyor? Bank Asya’ya para yatıranlar biliyorsunuz, Bank Asya’nın önünden geçenleri içeri attılar, kapıcıları içeri attılar, öğretmenleri içeri attılar, memurları içeri attılar. Yetmedi, memuriyetten de attılar. Hatta Bank Asya’ya apartman aidatını yatıranlar veya müteahhidin parasının taksitini Bank Asya’yla kanalıyla yatıranların hepsi içeri atıldı veya devlet memuriyetinden atıldı. Bu beyefendi 17-25’ten sonra -altını çiziyorum- 17-25 Aralıktan sonra Bank Asya’ya para yatırıyor ailesi, bir şey yapılıyor mu? Hayır, bir şey yapılmıyor. Niye yapılmıyor, niye askeri öğrenciler hapiste de bu adamcağız dışarıda? Adamcağız diyorum, para gani, bastırıyor parayı, dışarıda kalıyor. Borsanın bir numaralı adamı, FETÖ borsasının bir numaralı adamı.
Dönüyorum, himmet toplama biliyorsunuz, FETÖ organizasyonunda himmet paraları toplanır ve FETÖ’ye finans desteği olarak sağlanır. Bu da himmet organizasyonlarını yapan kişilerden birisidir. Bu biliniyor, devletin yetkilileri de biliyor, ama kimse Fettah Tamince’ye bir şey yapmıyor. Başka bir şey daha, 17-25’i milat almışlardı. 17-25’ten önce bir şey olmayacak, 17-25’ten sonra ne gerekiyorsa yapılacak. Fettah Tamince 17-25 Aralıktan sonra Pennsylvania’ya gidip Fethullah Gülen’le görüşen kişidir. 17-25 Aralıktan sonra giden. Çağırıyorlar, ne yaptın? Gittim. Kimlerle gittin? Hatırlamıyorum. Ne konuştun? Bilmiyorum. Bir şey, hiçbir şey yapmıyorlar. Tokalaşıyorlar, beyefendiyi gönderiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, 17-25’ten sonra Zaman Gazetesinin hisselerini satın aldı. 17-25’ten önce değil, 17-25’ten sonra aldı. Ne oldu, soruşturma mı açıldı? Hayır, tebrik edildi, devletin protokolüne oturtuldu. Şimdi bana diyecekler ki biz FETÖ’yle mücadele ediyoruz. Hayır efendim, siz garibanlarla mücadele ediyorsunuz, FETÖ’nün kahramanlarını baş tacı yaptınız. Bir şey daha, Fettah Tamince sadece bununla da sınırlı değil, protokole alınıyor efendim, devletin protokolüne, bu yetmiyor, Türkiye’nin en büyük ihalelerinden birisi de buna veriliyor. İnsaf ya, insaf!
Şimdi biz bunları söyleyince beyefendiler alınıyorlar. Vay efendim, bunları niye söylüyorsunuz? Ben bunları söylemesem nasıl kalkıp adaletten söz edeceğim, ben bunları söylemesem nasıl kalkıp vicdandan söz edeceğim, ben bunları söylemesem nasıl ben bütün vatandaşlarımı kucaklıyorum diyeceğim? Ben bunları söylemesem inanç ayrımı, kimlik ayrımı, siyaset ayrımını bir tarafa bırakalım, Türkiye’nin en temel noktalarında buluşalımı nasıl söyleyeceğim? Bunların tamamını reddediyorsunuz siz, Fettah Tamince neden bu işi yapıyor böyle? 1. Büyük bir ihtimalle Türkiye’ye kara para getiriyor, kara para getiren ender insanlardan birisi, büyük miktarlarda getiriyor. 2. Erdoğan’ın avukatları bunu savunuyor, başka avukatlar değil. Erdoğan’ın avukatları savunduğu için hiçbir hâkim ve savcı korkudan dosyaya bir şey yapmıyor. Dosyada hepsi var bunların, bu söylediklerimin tamamı Fettah Tamince dosyasında var, ama el yakıyor. Ne hâkim, ne savcı dosyanın kapağını açamıyor. Nasıl adalet bu, nasıl adalet? İsyan etmez misiniz siz buna? Gariban öğrenciyi alacaksın içeriye, yıllardır içeride tutacaksın, yazarı, çizeri, siyasetçiyi alacaksın, yıllardır içeride tutacaksın, bu beyefendi elini kolunu sallayacak Erdoğan’ın yanında devletin protokolünde yer alacak, en büyük ihaleleri alacak, biz FETÖ borsası kuruldu dediğimiz zaman da, işte bak FETÖ’cü budur diyecekler. Kim FETÖ’cü, bunlar değil mi Allah aşkına? Aynı zihniyet, ne diyordu? Aynı menzile gidiyorduk diyor. Aynı menzile yürüyorlar zaten, bir ipte iki cambaz vardı, şimdi cambazlardan birisi düştü, diğer cambaz ipin üstünde oynuyor. Hep beraber görüyoruz bunu.
Herkes yargılanabilir ve herkes hakkında soruşturma açılabilir, hiç itirazım yok buna, hiç itirazım yok. Bir kişi sanık konumuyla alınır, soruşturması yapılır, savcılık ifade alır, mahkemeye çıkar, adalet tecelli ederse başımızın üzerinde yeri var, ama faili meçhul doğru bir olay değildir. Yani alıyorsunuz, nerede olduğunu kimse bilmiyor, ailesi de bilmiyor. Bu doğru değil, bu Türkiye Cumhuriyeti Devletine uluslararası dünyada gölge düşürür. Faili meçhullerin ülkesi olmak istemiyor Türkiye, Türkiye bir hukuk devletidir ve hukuk devleti içinde bütün faaliyetlerini yapmak zorundadır. Bir kişi suçlu da olabilir, ama onun da adalet bekleme talebi vardır, onun da adil yargılanma hakkı vardır. Adaletle yargılanmazsa, o zaman toplum vicdanı kanamış olur. Bakın, Gökhan Türkmen, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz, Salim Zeybek 07-21 Şubat 2019 tarihinden bu yana aileleri bunların nerede olduğunu bilmiyor. Niye bilmiyorlar? Soruyor anneler, eşleri soruyor: Kocam nerede, evladım nerede? Geldiler, aldılar. Alabilirsiniz, ama nerede bunlar? Söyleyin ya şu karakolda, şu mahkemede, şu hapishanede yargılanıyorlar. Haber yok, ben bunu dile getirmeyecek miyim? Ben bunu dile getirdiğim zaman bizi “siz FETÖ’cüsünüz” diye suçluyorlar, ama bir insan var ya, bir insan var, bu insanın hakkı var, bu insan adalet istiyor, bu insan hukuk istiyor, bu insan hak istiyor ve sen bunun hakkını, hukukunu, adaletini teslim etmezsen nasıl yöneteceksin devleti? Ne diyoruz? Adaletle hükmedeceksiniz. Karşınızdaki kişi kim olursa olsun adaletle hükmettiğiniz zaman devlet devlet olur. Aksi halde devlet devletlikten çıkar.
Bakınız değerli arkadaşlar, Eren Erdem hapiste FETÖ’den, ne ilgisi var, ne ilgisi var Allah aşkına? Hapiste, aylardır hapiste, aynı şekilde Osman Kavala hapiste, Musa Kart karikatürist, dünya çapında bir karikatürist hapiste, Hakan Kara, Güray Öz, ikisi de hapiste FETÖ yüzünden, bunların bütün hayatı FETÖ’yle mücadeleyle geçmiş, bütün hayatları, Emre İper, Önder Çelik, Mustafa Kemal Güngör hapisteler, neden? Barış istedi diye Füsun Üstünel, Tuna Altınel, bunlar da iki akademisyen neden hapisteler? Bilim insanları bunlar, çocuklarımızı yetiştiriyorlar, emek harcıyorlar çocuklarımız için, alın teri döküyorlar çocuklarımız için daha iyi yetişsinler diye, bunların hapishanelerde ne işi var?
Değerli arkadaşlarım, bir konuya daha dikkatinizi çekmek isterim. 251 şehidimiz oldu. Allah’tan rahmet diledik. Hepsini anıyoruz, anmaya da devam edeceğiz. Sivilimiz var, askerimiz var, polisimiz var. 251 şehit bu ülkede demokrasi güçlensin diye verilmiş bir bedeldir. Demokrasi güçlensin diye, Mustafa Kemal’in Türkiye’sinde darbe olmasın diye verilmiş bir bedeldir. Dolayısıyla dediler ki hemen bu şehitler ve şehit yakınları için yardım kampanyası açacağız. Olur, açın, açtılar. 25 Temmuz 2016’da yardım kampanyası, adı Dayanışma Kampanyası ve Dayanışma Kampanyası sonucu elde edilecek paralar da şehit ailelerine ve gazilere verilecek. 27 Ocak 2017’de Bakan, Anadolu Ajansının editör masasına katıldı, orada bir soru üzerine “kaç lira para toplantı bu şehit yakınları, 15 Temmuz şehit yakınları kaç lira para toplandı” diye sordular. Verdiği cevap: “20 Ocak 2016 itibariyle 309 milyon lira para toplandı” diyor. 20 Ocak 2016, 2017, 2018, 2019, vakıf kuracaklardı Kanun Hükmünde Kararnameyle, sonunda Vakıflar Genel Müdürlüğü geçen hafta kurdu. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra kuruldu. Şu soruyu sordum, defalarca sordum: 309 milyon lira nerede? 309 mu, daha fazla mı, hangi bankada, nerede, yatıyor mu, duruyor mu, arttı mı, düştü mü, niçin vermiyorsunuz bunu, niçin vermiyorsunuz? 251 şehidimiz var, ailelerine 1’er milyon verseniz 251 milyon, üstü de artıyor. Peki, ek para geldi mi, onu da bilmiyoruz. Bu para bir yerde kullanıldı mı, onu da bilmiyoruz. Ve bir şey daha söyledik; şehitler arasında ayrım olmaz, şehit şehittir, PKK’yla mücadelede şehit düşmüştür, IŞİD’le mücadelede şehit düşmüştür, darbe girişimi sırasında şehit düşmüştür. Şehitler 82 milyonun şehididir. 82 milyon görüşümüz, kimliğimiz, düşüncemiz ne olursa olsun 82 milyonumuz şehide saygı göstermek zorundadır ve şehitler arasında ayrım yapmamak zorundadır.
Değerli arkadaşlarım, grup başkan vekillerine söyleyeyim. Bu konuda da bir Araştırma Komisyonu kurulsun. Bu toplanan para ne oldu ve nerede? Gelip hesap vermiyorlar. Belki Mecliste birisi çıkar da bir şeyler söyler.
Efendim, 15 Temmuz’u Milli Birlik ve Beraberlik Günü ilan ettik. Milli Birlik ve Beraberlik, çünkü hep beraber darbe girişimine karşı çıktık, hep beraber saf tuttuk, Mecliste milletvekili arkadaşlarımız, grup başkan vekillerimiz bombaların altında görev yaptılar. O bombaların altında görev yapmalarının sonucu olarak da darbe girişimi büyük ölçüde buradan püskürtülmüştür. Vatandaş milletvekillerinin nasıl mücadele ettiğini görmüştür, onlar da benzer mücadeleyi parlamentoda değil, sokakta yapmışlardır. Dolayısıyla bu Meclis gerçekten de Gazi Meclisidir ve bu Meclisin yetkileri törpülendi, yetkileri elinden alındı. Sormak lazım, bomba yağarken darbe girişimine karşı çıkan Meclisin yetkileri niye elinden alındı? Milli Kurtuluş Savaşını yöneten bu Meclisin yetkileri hangi gerekçeyle elinden alındı? Bunu Ak Partili kardeşlerimin vicdanına seslenerek söylüyorum, MHP’li kardeşlerimin vicdanına seslenerek söylüyorum. Türkiye’de bu ucube sistemi yaratan iki siyasi liderdir, bu iki siyasi liderin Türkiye’ye verecekleri hesap vardır. Yazıktır günahtır bu memlekete.
Efendim, Milli Birlik güzel... Sayın Erdoğan gazetecileri davet ediyor, televizyoncuları davet ediyor Milli Birlik Gününde, hep beraber gelin diyor, 15 Temmuz dolayısıyla oturalım konuşalım, ama havuz medyasını çağırıyor. Hani Milli Birlikti? Yani Sözcü Gazetesi gayrı milli bir gazete mi, Cumhuriyet Gazetesi gayrı milli bir gazete mi? Bunlar millidir, gayrı milli olan sensin. Bunlar milli, Birgün, Evrensel, Yeniçağ, Halk TV, Tele1, KRT, Fox TV... Türkiye’nin en çok satan gazetesini davet etmiyorsun. Hani Milli Birlikti, niye davet etmiyorsun? Türkiye’nin en çok satan gazetesi, Fox TV Türkiye’nin en çok izlenen televizyonu, niye davet etmiyorsun? İşine gelmiyor. Sonra da kalkıyor diyor ki: “Efendim, Milli Birlik ve Dayanışma Günü” Hangi milli birlikten söz ediyorsun? Eğer bir kişi milli kelimesini kullanıp kendi vatandaşlarını ayırıyorsa, o milli değil, gayrı millidir, bu kadar açık ve net söylüyorum.
Efendim, dış politika Türkiye’nin sıkıştığı alanlardan, dedik ki "Türkiye’nin temel sorunlarından birisi dış politikadır, eğitim temel sorundur, dış politika temel sorundur, toplumsal barış temel sorundur, ekonomi temel sorundur, demokrasi standardımız temel sorundur." Beş temel sorunu tam 3 yıldır seslendiriyoruz. Bunlardan birisi dış politika, dış politikanın 180 derece değişmesi gerektiğini söyledik. Dış politika maceracı heveslerle yapılmaz dedik. Dış politikada akıl vardır, mantık vardır, ülkenin, Türkiye’nin çıkarları vardır ve dış politika ülkenin çıkarları üzerine inşa edilir. Dış politikanın iktidarı ve muhalefeti olmaz. Dış politika milli olmak zorundadır ve bu çerçevede uyarılarımızı yaptık. Buradan yeni uyarılar yapmak istiyorum. Eğer dış politikada Türkiye kaybetmesin, kazansın deniliyorsa;
1. İhvan Kardeşliğinden vazgeçmesi lazım Erdoğan’ın, bunu bırakması lazım. Ne İhvan’ı kardeşim? Biz Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çıkarları her şeyin üstündedir.
2. Mısır’la barışacaksın. Niye kavga ediyoruz Mısır’la? Ortak tarihimiz var Mısır’da, ortak kültürümüz var. Niye kavga ediyoruz, hangi gerekçeyle kavga ediyoruz? Bu kavganın faturası Türkiye’ye ağır yansıyor. Mısır’a büyükelçiyi göndermeliyiz ve Mısır’la da barışmalıyız. Elbette ki Mısır’ın demokratikleşmesi için elimizden gelen her türlü çabayı yapmalıyız, göstermeliyiz. Burada bir tereddüdümüz yok. Siyasi idamlar olmasın, burada da bir tereddüdümüz yok. Kardeş kanı dökülmesin, buradan da bir tereddüdümüz yok, ama bir ülkeyle, bir milletle kavga edilmez. Ortak kültüre sahibiz, ortak tarihe sahibiz. Neden büyükelçimiz yok?
3. Suriye’yle resmi düzeyde mutlaka görüşme sağlanmalı ve hemen en kısa sürede sağlanmalı. Niye kavga ediyoruz, Şam’a niye büyükelçimizi göndermiyoruz? Efendim, dolaylı olarak görüşüyoruz. Niye dolaylı görüşüyorsun? Rusya üzerinden dolaylı görüşüyor. Efendim, istihbarat örgütleri görüşüyor. Siz de görüşün, Şam’a gönderin büyükelçiyi, Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin de çıkarınadır. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Neden bu konuda adım atmıyorsunuz?
4. Libya’ya silah göndermekten de vazgeçin. Suriye’ye gönderdiniz, kardeşi kardeşe kırdırdınız. Yeter ya, akan Müslüman kanı, Libya’dan ne istiyorsunuz, niye silah gönderiyorsunuz Libya’ya, niye insanları birbirine kırdırıyorsunuz? Orada barış yapmak varken, aracı olmak varken, barışı sağlamak ve savaşı bitirmek varken neden silah gönderip birilerinin yararına, birilerinin aleyhine düşmanlığı körüklüyorsunuz?
Ortadoğu’da Barış ve İşbirliği Teşkilatı kurulmalı, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kurulmalı, Türkiye buna öncülük etmeli, Türkiye, İran, Irak ve Suriye dört devlet bir araya gelmeli, Ortadoğu’nun sorunları dört devlet özgür iradeleriyle masaya yatırmalı ve bu toplantı Türkiye’de olmalı. Bu toplantıya Amerika, Rusya, Çin, Hindistan, Avrupa Birliği davet edilmelidir. Biz Ortadoğu devletleri olarak kendi sorunumuzu çözmekten aciz miyiz? Bakın, bu öneriyi geçen yıllarda da yapmıştım. Aynı öneriyi yine yapıyorum. Niçin? Türkiye’nin çıkarı burada, Türkiye’nin menfaati burada, kavgadan hiçbir devlet fayda görmemiştir.
Şimdi Doğu Akdeniz’de yalnız kaldık. Tek başımızayız Doğu Akdeniz’de, doğalgaz var, petrol var, Mısır orada, İsrail orada, Lübnan orada, Yunanistan orada, Kuzey Kıbrıs Türk kesimi orada, Güney Kıbrıs Rum kesimi orada, fakat Türkiye yok ve yalnız. Niçin? Maceracı bir dış politikanın, öngörüsü olmayan bir dış politikanın Türkiye’yi yalnızlığa itmesinin faturası ağır olur. Bu ağır faturayı her alanda hissediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği bize yaptırım uygulama kararı almış Doğu Akdeniz dolayısıyla. Doğu Akdeniz’de bizim haklarımız var. Doğu Akdeniz’deki haklarımızı sonuna kadar savunacağız, hiç kimsenin bundan da endişesi olmasın. Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı hep çifte standart uygulamıştır, samimi olmamıştır Avrupa Birliği. Dediler ki: “Kıbrıs’ta barışı sağlayacağız, Annan Planını referanduma sunacağız. Eğer Kıbrıs’taki Türkler buna evet derse hiçbir sorun yok, çözülecek. Doğrudan ticaret tüzüğü yapacağız, Rumlar hayır dediği takdirde de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle oturacağız, ticaret yapacağız” Söz verdiler mi? Verdiler. Annan Planına Türkler evet dedi mi? Evet dedi. Rumlar hayır dedi. Nerede peki bu Avrupa Birliği? Hani nerede bu doğrudan ticaret tüzüğü? Neden verdiğiniz sözleri yerine getirmiyorsunuz? Kalkmışlar bize ambargo uygulayacaklarmış. Sen önce verdiğin sözü tut, önce verdiğin sözün arkasında dur.
Türkiye’nin çıkarları aynı zamanda Ortadoğu’nun çıkarları demektir. Eğer Türkiye de bölgede barış istiyorsa, siz bu barış talebine destek vermek zorundasınız. Kıbrıs Rum kesimini hangi gerekçeyle aldınız Avrupa Birliğine? Sizin sözleşmenizde hükümler var “sınır sorunu olanlar alınamaz” diye, niye aldınız? Bize ahkâm kesiyorlar, yaptırım uygulayacaklarmış. Kabul etmiyoruz, şiddetle de reddediyoruz. Ne yaparlarsa yapsınlar Avrupa Birliği Türkiye’ye uyguladığı çifte standarttan vazgeçmediği sürece, Avrupa Birliğinin bu topraklarda değeri yoktur arkadaşlar. Sanılmasın ki ben bunu Türkiye’de söylüyorum, Avrupa Birliğinde görüştüğüm herkese, her yetkiliye bunu söyledim. Her yerde herkese söyledim. En yetkililere söyledim. “Siz Türkiye’ye karşı çifte standart uyguluyorsunuz” dedim. Uygulamaya da devam ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bunlar güzel laflar; Türkiye’nin çıkarları, vesaire. Bir de şahsi bir olaya gelelim. Yani bir grubun sorunlarına gelelim, yani emeklilere; ayda bin liranın altında ücret alan emekliler var. Ben daha önce de söylemiştim “Bin liranın altında binlerce kişi aylık alıyor” diye... “Vay efendim, sen nasıl söylersin böyle, bunlar doğru değil”, şudur budur bir sürü laf ve sonunda dediler ki: “Bin liranın altında aylık alanların aylıklarını bin liraya çıkaracağız” Eyvallah...
Bakın, Mart 2019 Sosyal Güvenlik Kurumunun raporu: Bin liranın altında aylık alan 219 bin 438 dosya var. Aylık seviyelerine göre dağılım, dosya dağılımı diyor 219 bin 438 kişi. 2 bin liranın altında aylık alan 7 milyon 238 bin 477 kişi, yani asgari ücretin altında 7 milyon 2 yüz bin kişi aylık alıyor. Bin liraya çıkardılar, ama ne yaptılar, biliyor musunuz? Orada da bir Ali Cengiz oyunu yaptılar. “Bin liraya çıkarıyoruz, ama o bin lira tamamlanıncaya kadar size emeklilere yaptığımız zamdan pay vermeyeceğiz” dediler. Diyelim 800 lira alıyor, bin liraya çıkardılar, yüzde 5 zam yaptılar, 50 lira olacak, o 50 lirayı sayıyorlar, bin liradan düşüyorlar. Dolayısıyla bu doluncaya kadar, yani bin lira doluncaya kadar bu emekliye para verilmeyecek. Yani sosyal devlet bu mudur, emekliyi kandırmak bu mudur, emekli bunu hak ediyor mu? Emekliye bir şey demiyorum. Çünkü ben "emekliye ramazan ve kurban bayramında birer maaş ikramiye verilsin" dediğim zaman bir grup emekli PTT’nin önünde kuyruğa girip “bizim maaşa ihtiyacımız yoktur” diye telgraf çekmişlerdi. Hani diyorum ya adalet, hani diyorum hak, hani diyorum ya hukuk, o emeklileri saymıyorum, ama bu ülkede 10 milyonun üzerinde emekli var. Eğer emeklilerin sorunlarını gittiğimiz her yerde, her ortamda, her toplantıda dile getirmeseydik emekliyi kimse dinlemiyordu bile, dinlemiyordu.
Şimdi bir şey daha yaptılar. Yurtdışında çalışan işçilerimiz var. Yıllar yılı onlara para gözüyle baktılar. Döviz göndersin de Türkiye’nin durumunu düzeltelim diye baktılar. Onlar 3201 sayılı Yurtdışında Çalışanların Emeklilik Hakkını Düzenleyen bir Kanun var, ona göre, asgari ücretin yüzde 32’si oranında -ki bunun yüzde 12’si sağlık sigortası, yüzde 20’si de ölü ve malullük sigortası- para yatırır, 7 bin 200’ü de tamamlarsa emekli olabiliyordu. Şimdi yeni bir kanun getirdiler. Dediler ki: “Bu yurtdışında çalışanların emekliliğini biraz zorlaştırmamız lazım” ve zorlaştırdılar. 7 bin 200 değil, 9 bin gün yatıracaksın dediler, işçi gibi değil, serbest çalışan gibi para yatıracaksın dediler. Değerli arkadaşlarım, ayrıca yetmiyor, yüzde 32 değil, yüzde 45 vereceksin dediler. Primin, yani asgari ücretin en az yüzde 45’ini vereceksin. 32’den 45’e çıkardılar. Yüzde 12’si sağlık harcaması, yüzde 20’si ölüm ve malullük, yüzde 13’üyse haraç alıyorlar. Karşılığı yok çünkü yüzde 13’ün, devlet emekli olmak isteyenden, yurtdışındaki işçiden haraç alır mı Allah aşkına? Haraç alıyor, vereceksin, vermezsen seni emekli etmeyeceğim diyor. Şimdi ben yurtdışında çalışan bütün işçi kardeşlerime sesleniyorum. Senin hakkını, hukukunu da bu kardeşiniz savundu. Senin Almanya’da, Fransa’da, Hollanda’da oy kullanman yurtdışı seçim çevresinin olması ve senin de oradan milletvekili olarak Meclise gelmenin hakkını da yine bu kardeşiniz savundu, bu parti savundu ve bu parti yurtdışı seçim çevresi olsun diye Türkiye Büyük Millet Meclisine kanun teklifi verdi. Şimdi ben önümüzdeki seçimlerde bekliyorum. Yurtdışında çalışan bütün işçi kardeşlerime sesleniyorum, senin parana göz diktiler, sigorta priminin dışında yüzde 13 de senden haraç alıyorlar. Haraç vermek istemiyorsan yapacağın tek şey var: Geleceksin, Cumhuriyet Halk Partisine oy vereceksin.
Efendim, işsizlik rakamları bugün açıklandı. Ekonominin durumu parlak değil. Ekonominin durumu parlak olmadığı içindir ki, nereden para buluruz diye en sonunda yurtdışındaki işçilerden de asgari ücret üzerinden yüzde 13 haraç alıyorlar şimdi, yoksa emekli etmeyeceğiz diyorlar. Sanayici perişan vaziyette, maliyetler şişmiş vaziyette. Bakın, 2018’in Mart ayında sanayici elektriğin kilowatt saatine 23 kuruş ödüyordu. 2019’un Haziran ayında yüzde 130 zam geldi ve 53 kuruş oldu. 15 aydaki artış elektriğe gelen zam yüzde 130 ve bir sanayici şunu söylüyor: “Ben Mayıs’ta 240 bin lira ödedim, Haziran’da bayram tatili nedeniyle daha az çalıştım, buna rağmen 360 bin lira fatura geldi. Fabrikayı kapatacağım, üretimi durduruyorum” diyor ve sonuçta işsizlik.
Değerli arkadaşlar, işsizlik rakamları tam bir facia, ekonomiyi yönetemiyorlar. İşsizlik önlensin diye 15 tane paket çıkardılar. Biraz Aziz Nesin’lik -Allah rahmet eylesin- bir iş, ama 15 tane paket çıkardılar işsizliği önlüyoruz diye, 15 paketin sonunda büyük tanımlı, geniş tanımlı işsiz sayısı 8.5 milyonu aştı. Yani bırakın azalması, her seferinde biraz daha arttı. Bunlar memleketi yönetemiyorlar, yönetemezler de zaten, yönetme güçleri de yok, yönetme kapasiteleri de yok, böyle bir niyetleri de yok. Ceplerini doldurmak istiyorlar, israf diz boyu, milletin vergisiyle har vurup harman savuruyorlar.
Söyledim, bir daha söylüyorum. Özellikle Ak Partili kardeşlerime ve Milliyetçi Hareket Partili kardeşlerime sesleniyorum. Sizler de vergi veriyorsunuz benim gibi, içinizde sanayici olan var, esnaf olan var, doktor olan var, avukat olan var, hayatın her alanında çalışan var, gelir elde eden var ve vergi ödeyen var. Bir demokrasinin olmazsa olmaz kuralı; iktidarın, yani güç odağının, demokratik güç odağının harcadığı verginin hesabını millete vermesidir. Şimdi ben sizin vicdanınıza, adalet duygunuza sesleniyorum. Yavuz Sultan Selim Köprüsünün maliyeti nedir, bilen var mı? Ben bilmiyorum, bizim milletvekilleri de bilmiyor, Meclisteki 600 milletvekili de bilmiyor. İyi de kaça yaptın? Bu soruyu benim sorma hakkım var, ama benden daha çok Ak Partili kardeşimin bu soruyu sorma hakkı var. Çünkü diyecek ki ben sona oy verdim, hesabını ver. Bak, bu Kılıçdaroğlu diyor ki kaça yaptın, niye ağzın kapalı, niye cevap vermiyorsun? Aynı şekilde İstanbul Havaalanı “dünyanın en büyük havaalanını yaptık” diyorlar. Kaça yapıldı, bilen var mı? Yok. Niye yok? Şehir hastaneleri, 21 şehir hastanesi, bunların 9’u açıldı, diğerleri bekliyor yatırım aşamasında, yatırım yapılıyor. Şehir hastaneleri kaça mal oldu, bir şehir hastanesini kaça yaptılar? Niye açıklamıyorlar biliyor musunuz? Sizin torunlarınıza yük yüklediler de onun için, onların paralarını siz ve sizden sonra torunlarınız ödeyecek. Bu soruyu sorun, Ak Partili kardeşlerim sorsunlar. Hadi sen oy verdin, torununa bu yükü niye getiriyorsun, hangi gerekçeyle bu yükü getiriyorsun, bunun sorulması lazım.
Şimdi Meclise bir kanun getirdiler. Yine Ak Partili ve Milliyetçi Hareket Partisine oy veren kardeşlerime sesleniyorum. Yeni geldi paket, bazı işadamları zor durumdaymış, onları kurtarmak için 400 milyar lira para verecekler, 400 milyar lira! Sen şirketi batırdın, batırma kardeşim, ben sana para veriyorum diyor. 400 milyar lira. Şimdi soruyorum, sormak zorundayım, sormazsam gerçekten de bu ülkeye benim hiçbir faydam yok anlamına gelir. 400 milyar lirayı kim ödeyecek, faturayı kim ödeyecek? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı, sanayicisi, esnafı, çiftçisi, memuru, emeklisi, bunların tamamından toplanan vergilerle 400 milyarı bir avuç kişiye verecekler. Niçin? Fabrikayı batırdın, fabrikayı kurtaracağız.
Türk Ticaret Kanununda bir hüküm var: “Tüccar basiretli işadamı gibi davranmak zorundadır.” Yani geleceği hesaplamak zorundadır. Niye batırdın kardeşim? Batırdıysan git, yerine başkası gelir. Batıranı kurtarıyorsun, peki çiftçi, çiftçinin borcu ne kadar, biliyor musunuz? 118 milyar lira. Çiftçiyi niye kurtarmıyorsun? Hiç değilse çiftçi çalışıyor kardeşim, çiftçiyi niye kurtarmıyorsun?
Vatandaş borç batağında, ne kadar borcu var? 522 milyar lira. Vatandaşı niye kurtarmıyorsun?
İşsiz, işsizlik diz boyu, niye kurtarmıyorsun?
Değerli arkadaşlarım, vatandaş şu soruyu sormak zorundadır: Beni niye kurtarmıyorsun? Vatandaş o soruyu sormak zorundadır. Sanayiciyi kurtarıyorsun, yandaşını kurtarıyorsun, beni niye kurtarmıyorsun diye sormak zorundadır. Emekli de sormalı, beni niye kurtarmıyorsun?
Değerli arkadaşlarım, daha önce sormuştum “bu faturayı kim ödeyecek” diye, ekonomik kriz var, faturayı kim ödeyecek? Faturayı vatandaş ödüyor değerli arkadaşlar. Diyebilirsiniz ki bu kadar işin içinde bu adaletli midir, adil bir düzen midir bu? Hayır arkadaşlar, adalet yok. Adaletin olmadığı bir Türkiye’de zaten yaşıyoruz.
Bakın, son olarak şuna değineyim. 260 bin işçinin toplu sözleşmesi var. Aynı zamanda özel bankalardan emekli olan yaklaşık 300 bin kişi var. Diğer emeklilere ikramiye veriliyor, özel bankalardan emekli olanlara verilmiyor. Niye, ne günahı var onların? Onlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi? Şehitler arasında ayrım yaptılar, emekliler arasında ayrım yapıyorlar. 260 bin kişiyi çağırdılar TÜRK-İŞ’in Genel Başkanını ve yöneticilerini, size yüzde 4-5 zam yapacağız, bu kadar, başka zam yapmayacağız.
Şimdi son bir yılda, geçen yılın Haziranından bu yılın bu yılın Haziranına kuzu etine gelen zam yüzde 49, yeşil soğana gelen zam yüzde 31, kuru fasulyeye gelen zam yüzde 46, salçaya gelen zam yüzde 90, köprü geçiş ücreti yüzde 120, cep telefonu ücreti yüzde 47, okul defteri yüzde 39, kalem yüzde 41, bebek bezi yüzde 40, çaya şekere yüzde 15, işçiye yüzde 5 razı olursan diyor. Razı olmazsan... Razı olmaması lazım, yüzde 5 zam bu sıkleti kaldırmaz, Türkiye’yi kaldırmaz, işçiyi perişan eder. Göreceğiz, ben de takip ediyorum, TÜRK-İŞ de takip ediyor, TÜRK-İŞ üyesi 260 000 işçi de takip ediyor. Hakkı, hukuku ve adaleti sağlamak için ben ve arkadaşlarım elimizden gelen bütün çabayı göstereceğiz, gözümüz bunun üzerinde.
Hepinize selamlar, saygılar sunuyorum.
Kaynak: chp.org.tr
HABERE YORUM KAT