CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (11 HAZİRAN 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (11 HAZİRAN 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (11 HAZİRAN 2019)CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonla

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (11 HAZİRAN 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, az önce oturumu yöneten grup başkan vekilimiz düşüncelerimizi kısmen de olsa belli bir zaman aralığı içinde dile getirdi. Kazım Arslan gerçekten de grubumuzun sevilen bir milletvekiliydi, ağabey olarak biliniyordu. Belli olaylarda, belli konularda görüşleri alınırdı, dinlenirdi. Zaman zaman gelir Genel Başkan olarak benimle de düşüncelerini paylaşırdı; hem Denizli bağlamında, hem Türkiye bağlamında düşüncelerini açıklardı. Oturmuş bir kişiliği vardı. Bir hukukçu, bir sanayici, 10’u aşkın sivil toplum kuruluşunun ya yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi; dolayısıyla hayatın her alanına giren, çalıştırdığı işçilerle bir aile atmosferi oluşturan, Denizli’nin de ağabeyi olan saygıdeğer bir insandı ve biz onu kaybettik. Allahtan rahmet diliyoruz, yakınlarına camiamıza başsağlığı diliyoruz. Genç yaşta, verimli bir yaşta hayata veda etti, onu sonsuzluğa uğurladık, ama o her zaman içimizde, yüreğimizde olacak. Dolayısıyla bütün Denizlili kardeşlerime de başsağlığı dileklerimi bu vesileyle tekrar aktarmak isterim.
 
Değerli arkadaşlarım, hayatın acıları var, ama hayatın sevinçleri de var. Hani tasada ve kıvançta beraber olma gibi, Anayasamızın da önsözünde yazılan temel bir kavram var. Biz bayrağımızın altında huzur içinde yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz; sevinçlerimizde de ortak olmalıyız, acılarımızda da ortak olmalıyız. Sevinçleri de çoğaltabiliriz, acılarımızı azaltabiliriz, bu bizi millet yapan temel duygulardan temel ilkelerden birisidir. Bu vesileyle aramızda Ampute Milli Takımı var. Hoş geldiniz, şeref verdiniz. Sizlerin başarısı sıradan bir başarı değil, çünkü bedeninizden bir parçayı bıraktınız; bazen dağlarda bıraktınız, bazen ovalarda bıraktınız. Bu ülke için bıraktınız, bizler rahat olalım diye bıraktınız. Ağırlığı gazilerimizden oluşan bir milli takım ve bir madalyayı aldınız, bütün dünyanın gözü üstünüzdeydi ve siz bu madalyayı aldınız Türkiye’ye getirdiniz, bizler sizlerle ne kadar gurur duysak o kadar azdır. Dolayısıyla sizler büyük başarılara imza attınız. Sevincimiz oldunuz ve bizi gururlandırdınız. Sizlere şükran borçluyuz.
Aynı şekilde Milli Takımımız da Fransa karşısında olağanüstü bir başarıya imza attı. Antrenöründen oyuncusuna kadar herkesi, ama herkesi yürekten kutluyorum, hepimize güzel bir gün sevinçli bir gün yaşattınız. Onlara da yürekten teşekkür ederim.
Kuşkusuz spor centilmenlik içinde yapılan bir mücadeledir. Nasıl biz Milli Takımımızla gurur duyuyorsak, diğer ülkeler de kendi milli takımlarıyla gurur duyarlar; nasıl bizim bayrağımız başarılı olduğumuzda göndere çekiliyorsa ve hepimiz onu büyük bir saygı ve heyecanla izliyorsak, diğer ülkeler de benzer rolleri üstleniyorlar ve yapıyorlar, onlar da kendi bayrakları şampiyon olduklarında göndere çekildiğinde onlar da saygı duyuyorlar. Dolayısıyla bizim tarihten bize kalan bir mirasımız var, her ülkenin bayrağına saygı duymak gibi ki, bunun en güzel örneğini Gazi Mustafa Kemal vermiştir. İzmir’e girişinde İzmir’de Türk Bayrağı çekilirken, Yunan Bayrağı serilmek istenmiştir yere, onu yerden almıştır “o Yunan halkının onuru ve gururudur, bunu çiğneyemeyiz” demiştir. Dolayısıyla Fransız Milli Marşı okunurken yapılan protestolara üzüldüğümü ifade etmek isterim. Herkesin marşına, bayrağına, vatanına saygı göstermek durumundayız.
Bu arada İzlanda’da Milli Takımımızın karşılaştığı bir olay vardı, gerçekten son derece üzücü bir olay. Kendisini medeniyetin en önemli aktörlerinden birisi olarak gösterenlerin, bizim Milli Takımımıza karşı işledikleri bu insanlık dışı demeyeyim de, daha doğrusu kabul edemeyeceğimiz bir olayı bizim Milli Takımımıza yaşattıkları için büyük bir üzüntü duyduğumu da ifade etmek isterim. Onlar oraya bir mücadele için geliyorlar, centilmence bir mücadele yapacaklar, bir maç yapacaklar. Takımlardan birisi elbette galip gelecek veya berabere kalacaklar. Ama sonuçta yapılan centilmence yapılması gereken bir mücadeledir, o mücadelenin daha başlangıcında Milli Takımımıza karşı gösterdikleri bu olumsuz tepkiyi doğru bulmadığımızı da ifade etmek isteriz. İnşallah Milli Takımımız Fransa’da olduğu gibi bir başarının altına imza atar ve bütün dünyaya da farklı bir mesajı vermiş oluruz.
İbrahim Balaban, bizim yetiştirdiğimiz en değerli ressamlardan biri. 98 yaşında vefat etti. Gençliğinin bir bölümünü hapishanelerde geçirdi, Bursa hapishanesinde Nazım Hikmet’le, Orhan Kemal’le birlikte oldular. Nazım Hikmet onun yeteneğini keşfetti ve ona “sen resim yapabilirsin, ressam olabilirsin” dedi. Ve bizim köylümüzün alın terini, orağını, ekinini en iyi resmeden sanatçılardan birisi oldu. 98 yaşında onu sonsuzluğa uğurladık, Allah rahmet eylesin diyoruz. Yakınlarına, sanat camiasına başsağlığı diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, çalışan insanların bazı hakları vardır. Örneğin grev hakkı gibi, örneğin toplu sözleşme hakkı gibi, örneğin hak talebinde bulunma gibi hakları vardır. Bu hakların bir kısmı uluslararası hukuktan kaynaklanır, bir kısmı anayasadan kaynaklanır, bir kısmı da yasalardan kaynaklanır. Ve bu hakları bir araya getiren, hakları savunacak olan sendikalar vardır, konfederasyonlar vardır onların üst kuruluşları olarak, uluslararası kuruluşlar vardır. Türk-İş yani Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, bizim işçi sendikaları içinde en çok üyeye sahip olan konfederasyondur ve ağırlıklı olarak da kamu sektöründe örgütlenmiştir. Şubat ayında oturulup yeni sözleşmelerin yapılması gerekiyor. Süre doldu, yeni sözleşmeler yapacağız, toplu sözleşme görüşmeleri olacak. Şubat ayı, şimdi Haziran ayındayız. Hükümet bir türlü randevu vermiyor, görmezlikten geliyor. Bakın, dört aydır Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından randevu talep edilmesine rağmen randevu vermiyorlar. Niçin vermiyorlar? Seçimler var. Seçimden sonra çok düşük rakamlar verecekler. Uzlaşmayacağız diyorlar, büyük bir ihtimalle uzlaşmayacaklar, hakem heyetine gidecek. Kimden oluşuyor o hakem heyeti? Sarayın adamlarından oluşuyor, düşük rakamlar verecekler. Yaşanan enflasyonun faturasını kime çıkaracaklar? İşçilere çıkaracaklar. Bedeli siz ödeyeceksiniz diyecekler. Dört aydır Türkiye’nin en büyük işçi sendikasına, konfederasyonuna eğer randevu verilmiyorsa, bütün işçi kardeşlerimin, sendikalı olsun veya olmasın bütün işçi kardeşlerimin oturup düşünmesi lazım. Dört aydır randevu verilmiyorsa, o sendikanın da yerinde durmaması lazım, beklememesi lazım. Sen nasıl olur da bana randevu vermezsin? 200 bin kişiden söz ediyorum, 200 bin işçinin hakkından ve hukukundan söz ediyorum. En son 19 Mayıs’ta bir bildiri yayınladı Türk-İş, 6.maddesinde bu hak talebini tekrarladı. Neden randevu vermiyorsunuz, neden hakkımızı istiyoruz, ama bize cevap vermiyorsunuz diye söyledi. Bakalım önümüzdeki günlerde... Ben takipçisi olacağım, umarım onlar da kendi haklarının takipçileri olurlar.
Değerli arkadaşlarım, bu bayramda bir şey daha yaptık. Milletvekili arkadaşlarımızı ağırlıklı olarak görevlendirdik. Hapishaneleri gidin ziyaret edin, mahkûmların bayramlarını kutlayın, tutukluların bayramlarını kutlayın, onların yalnız olmadıklarını, onlarla beraber güzel günlerin huzurlu günlerin beklentisi içinde olduğumuzu onlara anlatın. Sivil toplum örgütlerinin başkanlarıyla görüşüldü, yöneticileriyle görüşüldü, avukatlarla görüşüldü, askeri öğrencilerle görüşüldü, onların dertleri dinlendi. Önce izin vermediler, sonra izin verdiler onlarla da bir şekliyle görüşüldü, avukatlarla görüşüldü dediğim gibi, siyasilerle görüşüldü, siyasi mahkumlarla görüşüldü, kader mahkumlarıyla görüşüldü. Hemen hemen toplumun her kesimini temsil eden insanlarla görüşüldü. Tabii Eren Erdem’le de görüşüldü, tam 11 aydır Eren Erdem hapiste, bir haksızlıkla karşı karşıya.
Deniyor ki, “adalet reformu yapacağız”, deniyor ki “gerçek anlamda adaleti getireceğiz.” Bu şu anlama da geliyor: Bu ülkede adalet yok, adaleti getirmeye çalışıyoruz. Şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum. 17 yıldır bu ülkeyi kim yönetiyordu? 17 yıldır bu ülkenin dokularına adaletsizliği kim yerleştirdi? 17 yıldır anneler ağlıyor, 17 yıldır babalar ağlıyor, 17 yıldır çocuklar ağlıyor. 17 yıldır insanlar adalet beklentisi içinde, yeni mi aklınıza geldi? “Adaleti getireceğiz” diyorlar. Getirsinler, başımızın üstüne. Zaten bunun mücadelesini yapıyoruz. Ama adaleti getirmekte samimiler mi, değiller mi? Onu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Değerli arkadaşlarım, adaletsizliğin yoğun olduğu alanlardan birisi de işsizliktir. Çalışma herkesin hakkıdır, anayasa böyle diyor. Herkes çalışmak ister, herkes üretmek ister, herkes alın teri dökmek ister, herkes evine helal ekmek götürmek ister, herkes evinde huzur içinde yaşamak ister, herkes bir başkasına muhtaç olmamak ister. Herkes işsizlik nedeniyle çocuğunun yüzüne bakamıyorum tablosunu yaşamak istemez, herkes çocuğuna bayramda harçlık vermek ister, çünkü işsizlik umutsuzluktur, işsizlik insanları intihara sürüklüyor, işsizlik gelecekten beklentilerin bitmesi demektir, işsizlik açlıktır, işsizlik yoksulluktur. Ve Türkiye’de şu anda 8,5 milyon insan işsiz. 8,5 milyon insan ve bunun 1 milyonu üniversite mezunudur ve insanlar geçinemiyorlar, iş arıyorlar. Düşünün, biz iktidarda değiliz, ama nereye gitsem ceplerim doluyor, çocuğuma iş istiyorum, üniversiteyi bitirdi, iki üniversiteyi bitirdi, üç dil biliyor, ne olursunuz kızıma oğluma iş bulun diye.
Ben merak ediyorum, iktidar sahiplerine de herhalde bu pusulalar veriliyor, herhalde aynı talepler onlara da geliyordur. Bütün işsiz kardeşlerime ve onların ailelerine sesleniyorum. Eğer bir hesap soracaksan önünde 23 Haziran var. 23 Haziran’da gideceksin sandığa, gözünü kırpmadan ve hiçbir endişeye kapılmadan Ekrem İmamoğlu’na oyunu vereceksin kardeşim.
17 yıldır bir ülkeyi yöneteceksiniz, 17 yıl! Ve tek başınıza yöneteceksiniz. Hani olsa bir koalisyon birisinin üstüne suçu yıkarsınız, koalisyon da yok. 17 yıldır! 17 yılın sonunda nasıl olur da 8,5 milyon insan işsiz kalır? Bunu herhalde sormamız lazım. Benim sormam değil, çoluk çocuğu işsiz olanların sorması lazım. İşsizliğin ne kadar büyük bir felaket olduğunu bilenlerin sorması lazım, işsizliğin bütün kötülüklerin anası olduğunu bilenlerin, öğrenenlerin sorması lazım ve biz bunun mücadelesini veriyoruz, herkes çalışsın, herkes üretsin, herkes emek harcasın. Çalışmak istiyorum iş yok, üretmek istiyorum iş yok, alın teri dökmek istiyorum iş yok. Ne düşüyor? Umutsuzluk. Ne düşüyor? İntihar.
Bakınız, Adana’da 35 yaşında genç bir çocuk intihar ediyor. Annenin söylediği, “oğlum bu kadar borç için intihar etmeye değer miydi?” diyor. O annenin dramını kimler biliyor acaba? Sarayda oturanlar biliyorlar mı acaba? Onun sosyete damadı biliyor mu acaba? Lale devrini yaşayanlar biliyorlar mı acaba? O annenin acısını, kederini acaba biliyorlar mı? O çocuk borç batağına nasıl battı diye düşünüyorlar mı acaba? Kastamonu’da atama bekleyen öğretmen, matematik öğretmeni, sınıf birincisi. Yıllardır bekliyor, olmayınca intihar ediyor. Atama bekleyen öğretmenlerden kaçıncı intihar acaba? Sarayda oturanlar bunun farkında mı? İntiharın ne demek olduğunu acaba biliyorlar mı? İşsizliğin ne demek olduğunu acaba biliyorlar mı? Kastamonu’da Hüseyin Taşçı, mevsimlik işçi, üç çocuk babası, evini geçindiremiyor, bunalıma giriyor ve intihar ediyor. Üç çocuk babası, mevsimlik işçi! Mevsimlik işçi, yani yılın üç ayı, dört ayı, bilemediniz beş ayında çalışan. Peki, diğer aylarda üç çocuğuna nasıl bakacak? Devleti yönetenlerin bunları düşünmesi lazım, fakir fukarayı düşünmesi lazım. Niye sosyal devlet diyoruz? Güçlülerin yanında olan devlete sosyal devlet denmez, sosyal devlet fakirin fukaranın yanında olan devlettir. O nedenle Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeleri arasında yer almıştır. Ahşap kapı üretimi yapan bir başka kişi, aynı zamanda manavlık yapıyor, 44 yaşında, bu da intihar ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo Türkiye’nin uzun süre kaldıracağı bir tablo değildir. Hepimizin duyarlı olması gereken bir tablodur. Ölen bizim vatandaşımızdır, hayatına son veren bizim vatandaşımızdır. Hangi gerekçelerle hayatına son veriyor? Oturup bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor, araştırmamız gerekiyor. İntihar edenlerin yakınlarına da sesleniyorum, sizin evladınızı, çocuğunuzu; 35 yaşında, 30 yaşında, 24 yaşında intiharın eşiğine getiren 17 yıllık politikayı oturup sorgulamanız gerekiyor. Ölen sizin evladınız, aynı zamanda bizim de evladımız, bu ülkenin değeri. Niçin intihar ediyor? Ve iktidarda olanlar acaba bunun farkında mı? İktidarda olanlar biz bu soruna çözüm üretmeliyiz diye düşünüyorlar mı acaba? Hayır, onlar saltanatı yaşıyorlar, keyiflerini yaşıyorlar.
İşsizlik dedim de değerli arkadaşlarım, Saadet Partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı, iki oğlu var; sen misin büyükşehir belediye başkan adayı olan, iki oğlunun da işine son veriyorlar. Şimdi ben AK Partiye oy veren değerli vatandaşlarımın vicdanına sesleniyorum. Bir kişiyi düşünün, siyaset yapma hakkı var, siyaset yapıyor, ama AK Partide değil, Saadet Partisinde siyaset yapıyor; düzgün bir adam, ahlaklı bir adam. Sen misin o partide siyaset yapan, iki çocuğunun iki evladının da işine son veriyorlar. Hangi vicdan bunu kaldırır? Ey AK Partili kardeşim, hangi vicdan kaldırır? Eğer senin vicdanın bunu kaldırıyorsa git oyunu Binali Yıldırım’a ver kardeşim, hiç itirazım yok. Senin vicdanın ve ahlakın bunu kaldırmıyorsa, adresin tek kardeşim, adresin tek! Binali Bey dışında gideceksin oyunu vereceksin.
Siyaset yapma hakkı elinden alınmak isteniyor, kişinin ailesiyle uğraşılır mı Allah aşkına, kişinin çoluk çocuğuyla uğraşılır mı? Yolsuzluk yaptıysa uğraş, haram yediyse uğraş, kul hakkı yediyse uğraş. Çalışıyor, alnının teriyle çalışıyor, çalışkan birisi. Ama kabahat baba neden AK Partili değil? O zaman çocuğunun işine son verelim, aç kalsınlar. Bunu hiçbir vicdan, insan olan, insani değerleri taşıyan hiç kimsenin vicdanı bunu kaldıramaz. Eğer bunu kaldıracak bir vicdan varsa, ben ona kimse kusura bakmasın insan demem. İnsan ayrı bir şeydir, insanda bir vicdan vardır, insanda bir ahlak vardır, insanda bir değer vardır, insanda bir akıl vardır. Rakibinizi bile saygıyla anarsınız, rakibinize değer verirsiniz. Siz rakibinize değer vermeyi saygı duymayı değil, rakibi nasıl yok ederim, hayatına, ailesine nasıl son verebilirim diye bunun arayışı içindesiniz ve onun ekonomik değerleriyle, çocuklarının ekonomik değerleriyle oynuyorsunuz.   
Değerli arkadaşlarım, işsizlikten söz ettik. Bir de zamanında çalışıp veya babaları anneleri çalışıp, daha sonra babalarından annelerinden veya kendilerinin aldıkları aylıklar var. Nereden? Sosyal Güvenlik Kurumundan alıyorlar. Defalarca söylemiştim, 1000 liranın altında aylık alan 100 binler var diye, 1000 liranın altında! Önce inkâr ettiler, sonra dediler ki evet var, bunları 1000 liraya çıkaracağız dediler. Demek ki kim doğruyu söylüyordu? Biz doğruyu söylüyorduk.
Şimdi size yeni rakamları açıklıyorum. 1000 liranın altında yaşlılık aylığı ölüm aylığı veya sürekli iş göremezlik geliri elde edenlerin sayısı, 1000 liranın altında, ayda 1000 liranın altında! 1 milyon 120 bin 877 kişi. Bir daha söylüyorum, 1 milyon 120 bin 877 kişi. Şimdi AK Partiye oy veren kardeşlerimin değerli vicdanına sesleniyorum. Ayda 1000 lira ve altında... 1000 lira değil, 1000 liranın altında, bir ayda 1000 liranın altında aylık verdiğiniz bu insanlar nasıl geçinecekler? 17 yıldır bir iktidar Türkiye’yi yönetiyor, 17 yıl! Bütün yandaşları köşeyi döndü, servete boğuldular. 1 milyon 120 bin 877 kişiye siz nasıl 1000 liranın altında bir aylık öngörüyorsunuz? Hangi vicdan bunu kaldırıyor, hangi ahlak bunu kaldırıyor, hangi bütçe anlayışı, hangi mali anlayış bunu kaldırıyor? Hangi sosyal devlet anlayışı bunu kaldırıyor? 1000 liranın altında 1 milyon 120 bin 877 kişi.
Peki, 1500 liranın altında kaç kişi alıyor? 2 milyon 837 bin 24 kişi. 1500 liranın altında alıyorlar aylık, nasıl geçinecek bunlar? Asgari ücretin altında, yani 2 bin liranın altında aylık alanlar 8 milyon 311 bin 419 kişi, 2 bin liranın altında aylık alanların sayısı. Saray bunu biliyor mu acaba? Onun atadığı Bakan bu gerçekleri biliyor mu acaba? O ailelerin kim olduğunu biliyorlar mı acaba? O ailelerin evinde mutfak nedir biliyorlar mı acaba? O ailelerin dramını biliyorlar mı acaba? Yoksulluğu bitireceklerdi, hani bunlar 3 Y ile mücadele edeceklerdi. Yoksul sayısını artırdılar, fakir sayısını artırdılar; bırakın engellemeyi, bırakın önlemeyi.
Bu verdiğim rakamlar 21.Yüzyılın Türkiye’sinin rakamlarıdır, sıradan rakamlar değil. Sarayda oturup lale devrini yaşayanlar, kentin varoşlarında yaşayanların dramını biliyorlar mı, onların ıstırabını biliyorlar mı acaba? Bir annenin çocuğuna o akşam yemek yedirememesinin derdini, efkârını biliyorlar mı acaba? Sen efulilerle besleniyorsun; bir sürü şey vardı, şu anda aklımda değil, onlarla besleniyorsun. Arkadaşlar, bunlar ekmek bulamıyorlar ekmek!
Bakınız, bu fiyatı verdiğimiz insanlar evine ne alacak? Sarımsak alacak diyelim, patates alacak diyelim, salça alacak diyelim, biber alacak diyelim, domates alacak diyelim. Son bir yılda sarımsak fiyatı yüzde 97 arttı, patates fiyatı yüzde 96,9, yani yüzde 97 arttı, salça fiyatı yüzde 90 arttı, biber yüzde 85 arttı, domates fiyatı yüzde 73 arttı. Bunların aylıkları artmadı, 1000 liranın altında, 1 milyonu aşkın kişi 1000 liranın altında bir gelirle geçiniyor. Bunu söylemeyip de ne yapacağız, dillendirmeyip de ne yapacağız? Söylememin temel nedeni, zaten vicdanı olan vatandaş rahatsız, önümüzde 23 Haziran seçimleri var, bu tabloyu yaratanlara bu milletin ferasetine güvenerek bir ders vermesini istiyorum, yeter demesini istiyorum. Bu milletin yakasından düşün desinler istiyorum.
Fakirin dostuydu, hangi fakirin dostu? Sadece bunlar mı, emekliler mi? Hayır arkadaşlar, alın esnafı perişan vaziyette, alın sanayiciyi perişan vaziyette, alın çiftçiyi perişan vaziyette. Bakınız, Ocak-Nisan döneminde, bu yılın Ocak’tan Nisan’a kadar karşılıksız çeklerdeki artış yüzde 78. Bedelini ödeyemiyor, hapse girmeye sıraya girmişler, sırayla hapse girecekler, hapishanelerde de yer yok. Geçen geldi, bir grup işveren geldi, sanayici bunlar. “Çekim karşılıksız çıktı doğru, alacağım var, 6 milyon alacağım var alamıyorum, 1 milyon borcum var ödeyemiyorum, şimdi ben hapse gireceğim” diyor. Ekonomiyi bu hale kim getirdi? Dış güçler mi getirdi ekonomiyi bu hale? Türkiye’yi dış güçler mi yönetiyor? 17 yıldır bu memleketi kim yönetiyordu? 17 yıldır al gülüm ver gülüm dediniz.
Protesto edilen senetlerde de aynı tablo var. İcra takipleri almış başını gidiyor. Bakın, kredi kartı ve tüketici kredisi borcu dolayısıyla son üç ayda 482 bin 610 kişi yeniden icraya verildi. 482 bin 610 kişi son üç ayda icraya verildi. İcra dosyaları ne kadar? Onu da vereyim. Özellikle AK Partili kardeşlerim dinlesinler. Şu anda icra dairelerinde 2018 sonu itibariyle, yani az önce söylediğim 418 bin dahil değil, 29 milyon 727 bin 512 dosya var. Nüfusun yarısının icrada işi var, malvarlığı icralık.
Ben şimdi AK Partiye oy veren kardeşlerime ne söyleyeyim? 17 yıldır bu memleketi kim yönetiyordu? 17 yıldır bu memlekete bu kadar büyük yükler getiren kimdir? 17 yıldır Türkiye’yi Londra’daki bir avuç tefeciye teslim eden kimdir? Vatandaşın bankalara ödediği faiz, bizim vatandaşımızın bankalara ödediği faiz 471 milyar 676 milyon lira, eski parayla 471 katrilyon lira 2003’ten 2019 Nisan’ına kadar vatandaşın bankalara ödediği faiz. Bütün Türkiye bankalara çalışıyor, hepimiz bankalara çalışıyoruz. Kim üretecek? Vatandaş bu faizi nasıl ödüyor? Bu borç batağından vatandaşı kim kurtaracak? Hepimizin düşünmesi lazım!
Türkiye yönetiliyor mu? Bu da temel bir sorun. Efendim Türkiye yönetiliyor, ama kötü yönetiliyor. Hayır arkadaşlar, Türkiye yönetilmiyor, yönetilmiyor Türkiye. Kim diyor yönetiliyor Türkiye diye? Bakınız örnek vereceğim, yönetiliyor mu yönetilmiyor mu? Dediler ki, fiyatlarda yüzde 10 indirim yapacağız. Damat geldi, ilk yaptığı iş fiyatlarda yüzde 10 indirim yapacağız. Oldu mu? Olmadı. Ne yaptı damat? Yine devam ediyor. Belediye zabıtalarına görev verdiler denetleyin bakayım, fiyatlar indi mi inmedi mi diye. Belediye zabıtaları gittiler alışveriş merkezlerini, dükkânları tek tek kontrol ettiler. Ne oldu? Hiçbir şey olmadı, damat yine yerinde duruyor. Toptancıları, halcileri terörist ilan ettiler, bunlar yapıyor dediler, soğan depolarını bastılar, patates depolarını bastılar, bunlar teröristtir dediler. Ne oldu fiyatlar? Düşmedi.
İçişleri Bakanlığı valiliklere genelge gönderdi, fiyatları denetleyin ve düşürün diye. Ne oldu? Hiçbir şey olmadı, fiyatlar yine yukarıya doğru gidiyor zaten. Türk Lirası dolar karşısında değer kazandı, fiyatları düşürün dediler. Bir de böyle bir dönemi yaşadık. Hiçbir fiyat düşmedi. En son baktılar ki bu iş böyle olmuyor, biz en iyisi TÜİK’te, yani Türkiye İstatistik Kurumunda bu fiyat ayarlamalarını yapan yöneticiyi bürokratı görevden alalım, oraya bir arkadaşımızı okul arkadaşımızı tayin edelim, fiyatlar önümüzdeki ay düşecek dediler ve yine düşmedi. Ne diyorum? Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Kötü yönetim... Yok efendim, ne kötü yönetimi? Yönetici yok, yöneten yok Türkiye’yi. Bir rüzgâra kapılmışız gidiyoruz.
Çok sık söylerim, bir daha söyleyeyim. 82 milyon freni patlamış bir kamyondayız ve yokuş aşağı gidiyoruz. Ne olacağını kimse bilmiyor. 82 milyon, freni patlamış bir kamyondayız. Direksiyonda kimse yok, yokuş aşağı gidiyoruz.
Şimdi AK Partili kardeşlerime bir daha sormak isterim, onların vicdanına sesleniyorum. Kim yandaşlarına, yani kendi destekçilerine, yani para babalarına Türkiye’nin en büyük ihalelerini dolarla verdi? Türkiye’nin en büyük ihalelerini dolarla kim verdi? Kim yandaşlarına üzülmesinler diye, riske girmesinler diye dolar garantisi verdi? Köprü geçişi dolar garantisi, yol geçişi dolar garantisi. Niye dolar garantisi kardeşim, bu memlekette Türk Lirası yok mu? Üstelik dolar garantisine taahhüt ettikleri rakam dolmazsa, o fakir fukaranın ödediği vergilerle bunlara dolar üzerinden para ödeyecekler. Kim yaptı bunu, dış güçler mi yaptı? Kim yaptı?
Devam ediyorum, üçüncü soru: Kim yandaşlarının sözleşmelerine 123 milyar dolar olan projelerine dış borcuna devleti kefil etti? 123 milyar dolarlık projelere devleti kefil etti? Hangi devleti? Türkiye Cumhuriyeti Devletini kefil etti. Türkiye Cumhuriyeti’nin mi borcu bu? Hayır, yandaşlarının projesi ve biz hepimiz gittik onlara kefil olduk. Kim döviz geliri olmayan şirketlere dövizle işlem yapabilirsin dedi? Dış güçler mi dedi, kim dedi bunu, kim yaptı bunu? Kim tarımı bitirdi? Etten tutun canlı hayvana kadar, mercimekten tutun nohuda kadar milyarlarca dolar tarım ürünü ithal etti. Kim ithal etti? Bunu AK Partili kardeşimin düşünmesi lazım, kim bunları yaptı? Kim devletin silah fabrikasını Katar ordusuna sattı?
Sana sesleniyorum AK Partili kardeşim, senin vicdanına sesleniyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin silah fabrikasını Katar ordusuna kim sattı? Sen buna dur demelisin, yanlıştır demelisin, doğru değildir demelisin. Bu milletin bir haysiyeti bir onuru var demelisin. Dünyada kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya satan bir örnek yoktur demelisin. Diyeceksin, demelisin. En kısa zamanda demelisin. Ne zaman? 23 Haziran’da sandığa giderek demelisin kardeşim, demelisin!
Türkiye Cumhuriyeti Devletini Londra’daki bir avuç tefeciye teslim ettiniz. Talimat oradan geliyor faizi yükseltin diye, talimat oradan geliyor şöyle yapın diye. Bunlar da aynen uyuyorlar. Borç alan, kontrolsüz borç alan emir alır, şimdi emir alıyorlar. Papazı niye bıraktılar? Papazdan sonra birisini daha bıraktılar. Ona da Trump telefon etti ve Trump söylüyor, yakında Türkiye’ye dönecek diyor ve Erdoğan’a teşekkür ediyorum diyor. AK Partiye oy veren kardeşim, sevgili kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu hale düşmesine sen razı mısın? Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten adamın başka bir ülkenin devletini yöneten adamdan talimat alması senin içine siniyor mu? Evet, talimat alabilir diyor musun sen? Buna senin itiraz etmen lazım, yanlıştır demen lazım.
Değerli arkadaşlarım, her şeye karşın asla umutsuz olmayacağız. Bu ülkenin güzel insanları var, bu ülkenin çalışkan insanları var, bu ülkenin farklı görüşlerde de olsa demokrat insanları var. Size bir örnek vereceğim. Üniversitelerden değil, sanayicilerden değil, odalardan, borsalardan değil, esnaflardan, sanatkarlardan değil, Çorum’un Büyet Köyü’nden bir örnek vereceğim, Çorum’un Büyet Köyünden. Diyeceksiniz ki, Büyet diye bir köy mü var? Evet, öyle bir köy var. O köy bizim köyümüz. O köyde 31 Mart’ta seçim yapılır, iki muhtar adayı vardır. Seçime girerler, İsmail Akpınar muhtar adayı 143 oy alır, Saffet Kışla 145 oy alır, iki oy fazla alır. Ama bir süre sonra seçim kurulu der ki Saffet Kışla’ya, sen en az altı ay süreyle bu köyde ikamet etmen lazımdı, bu süreyi doldurmadığın için senin mazbatanı iptal ediyorum, iki oy eksik alan İsmail Akpınar’a veriyorum, muhtarlık senin hakkındır diye.  Ama İsmail Akpınar diyor ki, ben iki oy eksik aldım diyor. Başkasının kazandığı muhtarlığı benim yapmam ahlaki değil, etik değil diyor ve istifa ediyor. 
Bakın, üniversitelerden örnek vermiyorum, Yüksek Seçim Kurulundan örnek vermiyorum, mahkemelerden örnek vermiyorum, Çorum’un Büyet Köyünden iki muhtarın örneğini veriyorum. Kabul etmiyorum diyor ve istifa ediyor. Seçimler yenilenir, seçimden sonra Saffet Kışla yeniden muhtar adayı seçilir ve muhtarlığa başlar. İki muhtarı da aradım, ikisiyle de konuştum, ikisine de şunu söyledim; “Siz Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosuna, artı Yüksek Seçim Kuruluna, artı bu milletin hâkimlerine ve savcılarına hiç kimsenin vermediği bir demokrasi örneği verdiniz, sizi yürekten kutluyorum” dedim.
O nedenle kimsenin umutsuz olmaya hakkı yoktur. Bu ülkenin demokrasi kültürünü içine sindirmiş insanları var. Bir muhtarlık seçiminde gösterilen onur ve haysiyet duruşunu Yüksek Seçim Kurulu gösteremedi. O nedenle Yüksek Seçim Kurulunun, bu milletin nezdinde topluiğne ucu kadar bile itibarı yoktur.
Önümüzde seçimler olacak ve tabii biz Yüksek Seçim Kurulundan şunu bekledik, hâlâ bekliyoruz. Aynı sandık, aynı seçmen, aynı heyet, aynı zarf, zarfın içinde dört tane pusula var. Nasıl oluyor da üçü kabul, biri ret oluyor? Bunu hâlâ keşfetmiş değiliz. Bulana Nobel ödülü verecekler, öyle deniyor. Kimse bilmiyor, nasıl olduğunu, bu dümenin nasıl olduğunu kimse bilmiyor, ama biz bunları aşacağız.                               
23’ünde sandık başında görev yapacak arkadaşlarımıza bir broşür vereceğiz. O sandıkta oy kullananların isim listesini vereceğiz. Niçin? 23’ü sabahı bile seçim listelerinde oynayabilirler. Her türlü sahtekârlığın önlemini alıyoruz, her türlü sahtekârlığın! Listeyi vereceğiz, bakın bunlar oy kullanacak burada diyeceğiz. Seçmenin gelip imza attığı listeyi kontrol edin diyeceğiz. O liste bu listenin aynısı mı değil mi? Her şeyi kontrol edeceğiz, her şeyi denetleyeceğiz. Ve emin olun her şey çok güzel olacak, emin olun!
Bugün Ekrem Bey projelerini açıkladı. Gayet güzel, İstanbul’u yaşanabilir bir kent yapacağım diyor, İstanbul’da yoksulluğu bitireceğim diyor, İstanbul’u yeşile boğacağım diyor, İstanbul’da yaşayıp da deniz görmeyen olmayacak diyor. Bütün İstanbul’u kucaklayacağım diyor. Kazanan ben değil diyor, 16 milyon İstanbullu kazanacak diyor.
Bu nedenle 23’ünde hepimizin görevleri var. Tatile gidenlerin de bir an önce dönmesi lazım ve oylarını kullanmaları lazım.
Hepinize saygılar sunuyorum. Her şey çok güzel olacak. Sağ olun, var olun diyorum. 


Kaynak: chp.org.tr






















HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.