CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (11 EKİM 2017)
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (11 EKİM 2017)
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, “Artık ne yazık ki savcılıkların hazırladığı iddianamelere iddianame demek mümkün değil. Bunlar artık bir iddia kuponu, ya tutarsa. ‘Atalım ortaya bir şey ya tutarsa’. Ama bunun mağduru var, iddiaya meraklıysanız, gidin bir yerde iddia oynayın. Vatandaşın hürriyeti üzerinden oyun oynamaya hiç kimsenin hakkı yoktur” dedi.
Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Tezcan, Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısı sonrasında Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:
İŞ CİNAYETLERİ KURUMSAL HALE GELDİ
Değerli basın mensubu arkadaşlarım, yine acı bir haber aldık. İzmir’de TÜPRAŞ’ta bir patlama olduğunu, 4 işçinin hayatını kaybettiğini, 2 işçinin de yaralandığını öğrenmiş bulunuyoruz. Öncelikle ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine, yakınlarına, milletimize başsağlığı diliyorum, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye iş kazası denen ama aslında iş cinayetine varan bir kötü çalışma düzenine ne yazık ki teslim edilmiştir. Uzun zamandan bu yana TBMM’de de güvenceli çalışma, iş güvenliği önlemlerinin artırılması, insanca çalışma koşullarının sağlanması gerektiğini ifade etmemize rağmen emeğin güvence içerisinde çalışmasının yolu kapatılıyor. Türkiye’de artık iş kazaları değil ne yazık ki, iş cinayetleri vardır ve bununla ilgili emeğin güvenliğini sağlayacak önlemler ne yazık ki alınmamaktadır. Bu kurumsal hale geldi. İlk 9 ay içerisinde iş cinayetlerine kurban verdiğimiz emekçi sayısı bin 485. Bu günde ortalama 5 ila 6 işçimizin iş kazası adı altında iş cinayetine kurban gittiği anlamına geliyor. Dünyada lider ülkeyiz. Ne yazık ki böyle bir utançta dünyada lider ülkeyiz. İş cinayetlerinde Türkiye Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü noktadadır. Biran önce çalışma koşullarının insanca çalışma koşullarına dönüştürülmesi gerekir. Bu vesileyle bunu bir kere daha hatırlamakta ve hükümetin bu konuda gerekli önlemleri alması gerektiğini ifade etmekte yarar görüyoruz.
İSTİNAF MAHKEMESİNİN KARARI HAKLI OLDUĞUMUZU GÖSTEREN BİR KARARDIR
Değerli arkadaşlar, bu hafta sevindirici bir haber aldık. İstinaf mahkemesi bir kumpasın parçası olarak tutuklanan ve hakkında hüküm verilen İstanbul milletvekilimiz Enis Berberoğlu hakkındaki kararı bozdu. Biz başından bu yana bu kararın hukuka aykırı olduğunu ifade ediyorduk, bir kumpas olduğunu iddia ediyorduk. Mahkumiyet ve kararı ve tutuklamanın hukuksuz olduğunu ifade ediyorduk. İstinaf mahkemesinin bu kararı sevindiricidir. Haklı olduğumuzu gösteren, ifade eden bir karardır.
İstinaf mahkemesi özetle ne demiştir cezayı veren mahkemeye?
Bir; ’Enis Berberoğlu casus değil’ demiştir. ’Senin dosyandan bu çıkmıyor’ demiştir.
İki; daha önceden açıklanmış bir bilgi sır olmaz demiştir. Bu konu daha önceden açıklanmıştır, buna ilişkin deliller ve başka soruşturma dosyaları var. O halde burada sırdan bahsetmek, devlet sırrından bahsetmek mümkün değildir demiştir. Bir başka önemli şey daha söylemiştir yerel mahkemeye, tokat gibi bir şey söylemiştir istinaf mahkemesi. Bir siyasi partinin oylarını azaltarak seçimi kaybetmesine sebep olmak nasıl oluyor da casusluk diye değerlendiriliyor diye sormuştur istinaf mahkemesi. Yerel mahkeme gerekçeli kararında demişti ki, “Enis Berberoğlu bu haberleri servis ederek AK Partinin, iktidar partisinin oylarını kaybedip seçimlerde az oy alıp iktidardan düşmesi için çalışarak casusluk suçunu işledi” demişti. Biz de “anlamadık böyle casusluk nasıl oluyor, bir siyasetçinin görevidir iktidar partisinin oylarını düşürmek, demokratik yoldan onu iktidardan indirmek bir siyasetçinin görevidir bu” demiştik. Şimdi istinaf mahkemesi tokat vurur gibi yerel mahkemeye bunu söylemiştir.
ATALIM ORTAYA BİR ŞEY YA TUTARSA
Bu bize neyi gösteriyor? Bu bize Türkiye’deki yargı sisteminin ne hale geldiğini gösteriyor. Her hafta buna benzer bir ibret vesikasıyla milletimizin karşısına çıkmaya artık sıkılır olduk. Ve hem iktidardan, hem de yargı organlarından Türkiye’yi bir an önce bu ayıptan kurtarmalarını bekliyoruz. Türkiye böyle bir tabloyu hak etmiyor, yakışmıyor Türkiye’ye böyle bir tablo. Ama biz istediğimiz kadar bunu söyleyelim her hafta hukukla, yargıyla ilgili bir başka utanç vesikasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu haftaki de yine Enis Berberoğlu davasında istinaf mahkemesi hakimin bu tutumunu rezil rüsva eden bir kararla ortaya koymuşken, dökmüşken bir başka iddianame çıktı, Büyükada İddianamesi. 9 tutuklu, 2’si tutuksuz 11 şüpheli hakkında Büyükada İddianamesi. Ne diyorlardı Büyükada’daki İnsan Hakları aktivistleri için, tutuklular şu anda, “casus bunlar” diyorlardı değil mi, “casusluk faaliyeti” diyorlardı. Peki bu iddianamede nerede yazıyor casusluk? Hiçbir yerinde yazmıyor. Hiçbir yerinde yok. Dillerine doladılar, pelesenk oldu kimi içeri alsalar casusluk diye bir şey atmaya başladılar. Ergenekon duruşması sırasında FETÖ’cüler “Ergenekoncu bunlar, darbeci bunlar” diyorlardı, öyle bir yalan uyduruyorlardı şimdi de “casus bunlar” demeye başladırlar. İyi de iddianamede yok, hiçbir yerinde. Silahlı terör örgütü üyeliğinden iddianame düzenlenmiş, iyi de iddianamenin içerisinde hangi suçun olduğu belli değil, suç yok. Gizli tanık var, ifadesi yok. Ne söylemiş gizli tanık, hangi suçu söylemiş, hangi suçu atmış? Yok. Yazışmalarını koymuşlar, yazışmalarında suç oluşturacak hiçbir şey yok. Umuma açık yerde yapılan toplantının notlarını birbirleriyle paylaşmışlar. Bunları suç diye yazıyorlar. Hiçbir vicdanlı hukukçu buradan suç üretemez. Belli ki, bir plan dahilinde gözaltı işlemi yaptılar. Arkasından o gözaltı işleminden bir yeni kumpas planlama peşindelerdi ama bula bula bu suç olmayan fiilleri suçmuş gibi anlatma noktasına geldiler.
Değerli arkadaşlar, artık ne yazık ki savcılıkların bu hazırladığı iddianamelere iddianame demek mümkün değil. Bunlar artık bir iddia kuponu, ya tutarsa. Savcılar artık iddianame düzenlemiyor iddia kuponu düzenliyor. ‘Atalım ortaya bir şey ya tutarsa.’ Ama bunun mağduru var. İddiaya meraklıysanız, gidin bir yerde iddia oynayın. Vatandaşın hürriyeti üzerinden oyun oynamaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Ne yazık ki içler acısı tablo böyle bir tablodur.
VİZE KRİZİNİN EKONOMİYE MALİYETİ 63 MİLYAR LİRA
Değerli basın mensupları, vize yaptırımının tartışmaları hala devam ediyor. ABD’nin Türkiye’ye yönelik haksız vize yaptırımı kabul edilebilir bir şey değildir. Buna karşı ilk günden itibaren çok açık ve net itirazımızı ifade ettik. Yaptırım yanlıştır, yaptırıma karşı misilleme uygulaması doğrudur. Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti değildir ve hiç kimse keyfe keder Türkiye Cumhuriyetine böyle bir yaptırım uygulama hakkına sahip değildir. Ancak bir başka şeyi de göz ardı etmemek gerekir. Uluslararası ilişkilerde ülkenin ciddiyetinden hükümetler sorumludur. Sizin dünya ölçeğinde pozisyonunuzun ne kadar ciddiye alındığından ve size karşı nasıl muamele edilebileceğinden hükümetler sorumludur. Ne yazık ki AK Parti hükümeti dış politika konusunda iflas etmiştir, her noktada iflas ettiği gibi dış politikada da iflas etmiştir. Bu iflasın neticesinde Türkiye arkası yalnız bir görüntü çizmektedir. Avrupa Birliği ülkeleriyle dünyanın uygar, çağdaş, modern demokrasileriyle şu veya bu biçimde kavga ve çatışma içerisinde olduğunuz sürece siz uluslararası ilişkilerde hak ettiğiniz desteği bulamazsınız, bulmakta zorlanırsınız. Bakın bu vize krizinin ekonomiye maliyeti, bu vize krizinden kaynaklanan yük 63 milyar liradır. Arkadaşlarımız hesap ettiler kalem kalem. Ekonomiye maliyeti vize krizinin 63 milyar liradır. Bizim vatandaşımızın sırtındaki yük bu, bizim şirketlerimizin sırtındaki yük, bizim iş adamımızın, işçimizin, çalışanımızın emeklimizin sırtındaki yük 63 milyar lira. Dövizdeki değişim artan borç yükünden kaynaklı kur farkları tamamını alt alta yazdığınızda rakam çıkıyor. Uluslararası ilişkilerde siz ülkenizin içinde hukuku yok ederek, tartışmalı iddianameler düzenleyerek, hukukun üstünlüğüne saygılı bir ülke görüntüsünden çıkarak bir tablo çizmeye başlarsanız ve dünyayla çok farklı noktalarda kapışma, efelenme örnekleriyle uluslararası ilişkilerinizi sıkıntıya sokacak pozisyona girerseniz, hak etmediğimiz halde böyle muamelelerle karşı karşıya kalırız. O yüzden hükümetin dış politikada daha ciddi, Türkiye’nin saygınlığını arttıracak ve uluslararası ilişkilerde de arkasını yalnız bırakmayacak güçlü desteklere sahip olacak bir pozisyon alması şarttır. Bu da altını çizmemiz gereken bir başka nokta.
BOZAN DÜZELTEMEZ
Sayın Erdoğan işte dün çıkıp bir büyükelçinin işlemiyle sanki bu vize uygulaması ortaya çıkmış gibi esti, kükredi, bir şeyler söyledi ve bugün Amerika Birleşik Devletleri hükümeti çıktı bunu biz yaptık dedi. Bir büyükelçinin böyle bir kararı veremeyeceğini herkes bilir, böyle bir ciddiyetsiz tutum olmaz. Kaldı ki, eğer bir büyükelçinin kararıysa buna cevap vermek senin büyükelçine düşer, muhatabı Cumhurbaşkanı değildir. O zaman ülkenin Cumhurbaşkanı değil, büyükelçi düzeyinde cevap verdirirsin. Bu kadar ciddiyetsiz bir pozisyon almanın uluslararası alanda bizi hangi sıkıntılara soktuğunu hep beraber görüyoruz.
Tabi değerli arkadaşlar, bozan düzeltemez. Bu ilişkileri bu noktaya getiren AK Parti hükümetidir. Türkiye’yi dış politikada, iflas eden bir dış politika noktasına getiren AK Parti hükümetidir. Suriye krizinden kaynaklanan bölgedeki Türkiye’nin içine düştüğü sıkıntının sebebi AK Parti hükümetidir, onun dış politikasıdır. Irak’ta bunun sebebi AK Parti hükümetinin dış politikasıdır. Türkiye’yi bu yangın içerisinde doğru pozisyona koyamamıştır, konumlandıramamıştır. Emevi Camiinde namaz kılma hesabı yapmışlardır, bu telaşa düşmüşlerdir. Ama Süleyman Şah’ta abdestleri bozulmuştur. Şimdi gelinen bu tablo içerisinde de bunlar Türkiye’yi dünyada yalnızlaştıran bir hükümet olarak bu işi çözemezler. Bozan çözemez. Çözüm nerededir? Bu hükümetin değişmesindedir. AK Parti hükümeti değişmediği sürece Türkiye bu problemleri sağlıklı ve hakkıyla ne yazık ki çözebilme yeteneğine sahip olamayacaktır.
TÜRKİYE BİR KABİLE DEVLETİ DÜZEYİNE DÜŞÜRÜLMÜŞTÜR
Bakın, geçen hafta Belediye Başkanlarıyla ilgili istifa furyaları ve tartışmaları gündemi doldurdu. Biz kendi içlerindeki meseleyle meşgul değiliz. Kim kimin istifasını istemiş, ne yapmış, ne etmiş o onların meselesi. Ama bir başka önemli problem var, AK Parti Genel Başkanı Sayın Erdoğan çıktı iki tane yol söyledi, ‘ya istifa edersin ya yargıya gidersin’ dedi. Bu konu yeterince tartışılmadı ne demek bu? Bu şantaj ne demek? Ya istifa edersin, ya yargıya gidersin. Diyor ki, istifa etmezse önünde iki tane yol var diyor, ya görevi ihmal, ya görevi suiistimal suçu. Bunlar suç. Yani diyor ki benim talimatıma uyup istifa edersen ben senin suçunu kapatırım, örterim, savcılar senin hakkında soruşturma yapmazlar, mahkemeler de, hakimler de seni çağırmazlar, yargılamazlar. Hani yargı bağımsızdı? İstifa edince görevi suiistimal suçu işlemişse görevi suiistimal suçu ortadan mı kalkıyor? Suçun delillerinin üstünü mü örtüyorsunuz? Talimatla takibatı mı durduruyorsunuz? Ne demek bu? Bu hem o Belediye Başkanlarını töhmet altında bırakır, hem yargıyı töhmet altında bırakır. Ne yazık ki Türkiye’nin içine düştüğü yönetim krizine ve yargı krizine bakın. Anlaşılabilecek bir şey değil bu. Bir tane hukukçu yargı mensubu da çıkıp ‘bir dakika ne oluyor’ diyen yok. ‘Yargıya böyle talimat veremezsiniz’ diyen yok. Ne Yargıtay Başkanından bir itiraz var, ne Yargıtay Başsavcısından bir itiraz var, ne yargı organlarından bir itiraz var. Türkiye bir kabile devleti düzeyine düşürülmüştür. Kabile şefi talimatı veriyor, hakimler ona göre hareket ediyor. Kabile şefi talimatı veriyor savcılar susuyor. Kabile şefi talimatı veriyor savcılar hareket ediyor. Olmaz böyle bir şey. Türkiye’nin hak etmediği bir tablodur bu ve işte bu tek adam rejiminin fotoğrafıdır. Tek adam rejiminde hiç kimse güvence altında değildir. Kendisini güven altında hissedemez. İster seçilmiş olsun, ister başka bir şey. İster savcı olsun, ister hakim olsun. Tek adam talimatı verecek herkes ayarını, ibresini ona göre kuracak. Öyle bir Türkiye yaratmak istiyorlar bunu reddediyoruz. Bu fotoğrafı değiştirmek bizim birinci görevimiz ve inşallah ilk seçimlerde de bu fotoğrafı değiştireceğiz.
AK PARTİ DARBENİN SİYASİ AYAĞINI SAKLAMAK İSTİYOR
Değerli arkadaşlar, bir başka önemli konu darbe komisyonu raporu. Başından itibaren söyledik AK Parti 15 Temmuz darbesinin arkasındaki gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak istemiyor. Darbenin siyasi ayağını saklamak istiyor. Darbeyle gerçek bir yüzleşmeden kaçıyor. Darbeleri Araştırma Komisyonu kurulurken komisyonun kurulmasını önlemek istemelerindeki sebep bu idi. Komisyonu geciktirmelerindeki sebep bu idi. Üye vermeyi geciktirmelerindeki sebep bu idi. Komisyonun Başkanına geçmiş ilişkileri ve FETÖ’yle bağlantısı bilinen bir milletvekilini getirip koymalarının arkasında yatan sebep bu idi.
TBMM BAŞKANI ACZ İÇERİSİNDE
Şimdi de bu meselede bizim komisyon üyesi arkadaşlarımız çok kaliteli, nitelikli bir muhalefet şerhi yazdılar, bu muhalefet şerhini verdiler Meclis Başkanlığına, arkasından komisyon korsan rapor düzenledi. Bunun üzerine Cumhuriyet Halk Partisini itham eden yalanlarla ve iftiralarla dolu haksız bir korsan ek yaptı rapora. Buna karşı arkadaşlarımız ek muhalefet şerhi verdiler şimdi anlıyoruz ki TBMM Başkanı acz içerisinde. Bunu rapora derç etmek istemiyor, rapora ekletmek istemiyor. ‘Benim yetkim yok’ diyormuş. Kimin yetkisi var Sayın İsmail Kahraman? Kimin yetkisi var mecliste çalışan taşeron işçinin yetkisi mi var? Yetkin yoksa sen nasıl Meclis Başkanısın? Böyle bir Meclis Başkanlığı olur mu Sayın İsmail Kahraman? Bu rapora Cumhuriyet Halk Partisinin ek muhalefet şerhinin konmaması demek, bu raporun korsan rapor olduğunun bizzat Komisyon Başkanlığı ve Meclis Başkanlığı tarafından tescil edilmesi demektir. Çok açık. Töhmet altındasınız, bu töhmetten kurtulmanın yolu bunu rapora eklemektir.
TÜTÜN ÜRETİCİSİNİ YOK ETTİNİZ
Değerli arkadaşlar, tabi Türkiye öyle bir noktada ki, temel meselelerini görüşmek yerine bu tip yan alanlarda gerçekleri örtme telaşı üzerinde yürüyor. Şimdi mecliste bir torba yasa var görüşülen. Torba yasada özellikle tütün üreticileriyle ilgili bir ceza hükmü konarak zaten sefalet içerisine soktukları tütün üreticilerine bir yeni darbe daha vurmanın peşindeler. Bakın, Türkiye’de tütün emekçileri son 15 yıl içerisinde çok büyük bir darbe yemiştir. 2002 yılında Türkiye’de tütün üreten hane sayısı, aile sayısı 405 bin 882’dir tütün üreticisi sayısı, hane sayısı. 2015 yılında 56 bine düşmüştür, 7,5 kat azalmıştır. Tütün üreticisini yok ettiniz. 2003 yılında 160 bin ton tütün üretilirken 2016 yılında 68 tona düşmüştür tütün üretimi. Şimdi bir tütün üretici ailenin aylık geliri bin 042 liradır tütün üretiminde. Açlık sınırını açıkladı Memur-Sen, bin 717 lira açlık sınırı. Açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş, işsizliğe mahkum edilmiş tütün üreticileri, ondan sonra Soma’da madenlerde ölen işçinin kaderine terk edilmiş tütün üreticiliği. Şimdi bununla uğraşmak yerine hala sigara tekellerinin menfaatlerini nasıl savunuruzun peşine düşmüş hükümet. Torba kanundaki adım bunun adımıdır. Sigara tekellerinin çıkarı için tütün ekimini Türkiye’de yok eden AK Parti iktidarı şimdide o yok olan ailelerin haklarını, çıkarlarını savunmak yerine torba kanunda yeni bir cezalandırmayla bunları cezalandırmanın peşindeler.
LAİKLİKTEN SAPMA 15 TEMMUZ’A SAVRULMADIR
Değerli arkadaşlar, bugün hızlı bir şekilde laiklikten sapmaya, seküler yaşam tarzından sapmaya dönük sistemli uygulamalarla karşı karşıyayız. Şunu hükümetin çok iyi bilmesi lazım, Türkiye’nin geleceği orada değil, katı taassupta Türkiye’nin bir geleceği yok. Laiklikten sapmak akıldan sapmaktır. Eğitimde, yönetimde, idarede katı bir taassubu yerleştirme anlayışı ne yazık ki sistemli bir şekilde yürüyor. Aklın yerine taassubu sokma çabası var. Okullara bakıyorsunuz, bütün okulları imam hatip yapmak zorunda mısınız? Kimse imam hatip açılmasına itiraz etmiyor ama herkes çocuklarının rızasına aykırı olarak imam hatibe mahkum edilmesine karşı. Bütün okulları imam hatip yapmak zorunda mısınız? Bütün öğretmenleri imam yapmak zorunda mısınız? Böyle bir eğitim sistemi olur mu? Herkes sizin arzu ettiğiniz şekilde mi eğitecek çocuklarını? Şimdi okul kantinlerini haremlik, selamlık yapmaya başlamışlar. Çocuklarımızı daha küçücük okul çağlarında birbirine düşman cinsiyetler olarak yerleştirip nasıl tablo yaratmak istiyorsunuz? Nasıl bir sakat kuşak yaratmak peşindesiniz? Bu bizim dinimizin özüne aykırıdır, İslam’ın hoşgörüsüne aykırıdır, peygamber efendimizin hoşgörü anlayışına aykırıdır. İslam’da böyle bir taassup yoktur. Cahiliye anlayışını İslamiyet diye okullara yerleştirmeye kalkan anlayış Türkiye’nin geleceğini temsil edemez. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.
Şunu unutmasın hükümet çevreleri. Laiklikten sapma 15 Temmuz’a savrulmadır. Laiklikten sapmanın bedelini yaşadık. 250 şehit 2193 gazimiz var. Aynı anlayışla devleti ele geçirdiler. Şimdi başka cemaatlerle, başka anlayışlarla eğitimden itibaren Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almaya çalışıyorsunuz.
Bakın, bu ülkenin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk ve kurucu kadrosu çok sağlıklı bir temel bıraktı. O temelden, o anlayıştan vazgeçerek Türkiye’ye bir gelecek aramak maceradan başka bir şey değildir.
Dün büyük şair Attila İlhan’ın ölüm yıldönümüydü. Çok güzel dizeleri var. Yine güzel bir dizesi diyor ki, “Bana bir şimşek çak yolumu aydınlatacak, Gazi’nin gözlerinden mavi bir şimşek çak”. Bunları unutmadan Türkiye’nin geleceğini, yolumuzu aydınlatacak geleceğini bulalım, aklımızı başımıza devşirelim diyorum hepinize teşekkür ediyorum.
Sorularınız varsa alabilirim.
İFLASIN VE TÜRKİYE’NİN FAİZ LOBİSİNE NASIL TESLİM EDİLDİĞİNİN İTİRAFI…
Soru- Efendim mecliste Plan Bütçe Komisyonunda Maliye Bakanı açıkladı. Bütçe açığının 40 – 50 milyar civarında beklendiğini ama 61 milyar olacağını söyledi. 37 milyar liralık borçlanma limiti için hazineye başvuracağız dedi. Siz nasıl karşılıyorsunuz bunu?
Bülent TEZCAN- Yani tabi bir itiraf. İki şeyin itirafı. Bir; iflasın itirafı, bir de Türkiye’nin faiz lobisine nasıl teslim edildiğinin itirafı. AK Parti Genel Başkanı Sayın Erdoğan ikide bir faize karşıyım diye Merkez Bankasıyla kavga ediyor ya, Merkez Bankasıyla kavga edeceğine faizi tetikleyen, faizin indirilmemesinin en önemli sebebi hazinenin bu borçlanmasıdır. Faiz paranın kirasıdır bir anlamda. Hazine borçlanarak piyasadaki parayı alır çekerse, piyasada para kalmaz. Para kalmazsa, kalmayan malın kirası yükselir aynı ev gibi. Ev kalmazsa, piyasada kirası yükselir. Hazine piyasadaki parayı borçlanarak çekerse paranın faizi artacaktır. Yani hem hazinenin borçlanma imkanını artıracaksınız, piyasada parayı hazine vasıtasıyla alacaksınız, hem de Merkez Bankasına faizi niye indirmiyorsun diyeceksiniz. Bu aklı başında ve samimi bir iktisat politikası değildir. Başka hesaplar üzerinden demek ki faiz lobisiyle ortaklıkları var bunların.
Teşekkür ederim arkadaşlar.
Kaynak: chp.org.tr