CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (08 KASIM 2017)
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (08 KASIM 2017)
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:
Değerli basın mensupları, hepiniz hoşgeldiniz. Yine üzücü bir haberle basın toplantısına başlıyoruz ne yazık ki. Bursa ilimizde Gürsü ilçesinde bir acı haber aldık. Yine bir iş kazası ama aslında her zaman söylüyoruz artık iş kazası değil iş cinayetine dönüştü Türkiye’de iş kazaları. Bir boya fabrikasındaki patlamada 5 işçimiz hayatını kaybetmiş, 4 işçimizde yaralanmıştır. Öncelikle hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Bütün ailesine başsağlığı diliyorum. Ayrıca yaralılara da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Biran önce sağlıklarına kavuşmalarını diliyorum. Türkiye bir kere daha işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda ciddi önlemler alma ihtiyacını hatırlamalı. Ne yazık ki, AK Parti hükümetleri döneminde iş kazaları iş cinayetlerine dönüşmüştür. Türkiye bu konuda dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci sıradadır. Utanç verici bir tablodur. Günde ortalama 6 işçiyi iş kazası adı altındaki iş cinayetlerine kurban veriyoruz ve buna yönelik hiçbir ciddi önlemin hala alınmamış olduğunu görmekte hepimizi yaralıyor.
BAŞBAKANIN BÖYLE BİR MESELEYİ DUYULDUĞU ANDAN İTİBAREN YAPMASI GEREKEN TEK BİR ŞEY VARDIR İSTİFA ETMEK !
Değerli arkadaşlar, iki günden buyana pazartesinden bu yana önemli bir tartışma dünyayla birlikte Türkiye’nin gündeminde. Nedir bu tartışma? Paradise Papers dedikleri, cennet belgeleri dedikleri off-shore hesapların açıklanması.
Dünyanın birçok basın kuruluşunun ortak konsorsiyum halinde incelediği belgelerden dünyanın pek çok ülkesindeki, bazı ülkelerindeki meşhur isimlerin off-shore cenneti olan belirli bölgelerde şirketler kurduğunu görüyoruz. Bu işin niye yapıldığını herkes biliyor. Vergi kaçırmak için kendi ülkesinde vergi ödememek için çeşitli vergi cenneti denen bölgelerde şirketler kuruluyor. Başka ülkelerde kimin ne yaptığı onları ilgilendirir. Ama ne yazık ki Türkiye bu kara tabloda yine bayrağı almış, bu tablonun içerisine girmeyi başarmış. Kimin sayesinde? Hükümetin sayesinde. Başbakanın çocuklarının Malta’daki off-shore cenneti, Malta’da şirketleri olduğu ortaya çıkıyor.
Şimdi değerli arkadaşlar, bakın bazı rakamları hatırlayalım. AK Parti 2002 yılında iktidara geldi. 1988 yılından 2002 yılına kadar Türkiye’nin cari açığı, toplam açık 1988’den 2002 yılına kadar yani 14 yıl aşağı yukarı toplam cari açık 17,5 milyar dolar. 17 milyar 700 milyon dolar bu süre içerisinde. 2003 yılından 2017 yılına kadar AK Parti iktidarı dönemindeki 14 senede toplam cari açık ne kadar? 527 milyar 800 milyon dolar. Yani kaç katı? 17 milyar nerede, 527 milyar dolar nerede? Bu neyin işareti? AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin ciddi biçimde paraya ihtiyacı var. Dış açık, cari açık, finansman açığı, paraya ihtiyacı var Türkiye’nin ama Türkiye’nin Başbakanı off-shore cennetinde çocuklarıyla, dayılarıyla, yeğenleriyle akraba taallukat yedi göbek sülalesi neredeyse off-shore hesaplarında şirket kurduruyor. Hukuki açıdan suçtur değildir bu başka bir tartışma. Ahlaken yanlıştır, ahlaken olmaması gereken bir şeydir. Bir Başbakan, senin ülkenin paraya ihtiyacı yok mu? Var. Türkiye’nin paraya ihtiyacı yok mu? Türkiye’nin paraya ihtiyacını giderebilmek için daha yeni 15 gün oldu Başbakan israfı önleyeceğiz, arabaları satacağız diyordu. Önce çerez parası diyorlardı arabalara, makam araçlarına, lojmanlara. Ondan sonra ülkenin paraya ihtiyacı var satmamız lazım, tasarrufa gidiyoruz dedi güzel, iyi söyledin. Ondan sonra Ayşe teyzenin bileziğine göz diktiler. Memleketin paraya ihtiyacı var, Ayşe teyze yastık altındaki bilezikleri çıkar getir bozdur da memleket kurtulsun dediler. Ayşe teyzenin bileziğine tamah ettiler. Ondan sonra berberin dolar bozdurmasına tamah ettiler. Berber, pazarcı dolar bozdursun diye kampanya başlattılar. Bunu bir milli mesele diye anlattılar. İyi de Ayşe teyze için yerli ve milli mesele, berber için yerli ve milli mesele ama Başbakanın yakınları, hükümet yakınları için Malta’da vergi cennetlerinde zembilli kazanç. Biri için yerli ve milli, öbürü için zembilli. Böyle bir şey olur mu? Yani bir ülkenin Başbakanın böyle bir meseleyi duyulduğu andan itibaren yapması gereken tek bir şey vardır istifa etmek. Daha ötesi yok. Yani siz kalkacaksınız enflasyon yüzde 11.9 olmuş, son 9 yılın en önemli, en büyük enflasyon oranıyla karşı karşıyayız, yükselmiş enflasyon. Açlık sınırı 1600 liranın üzerine çıkmış, yoksulluk sınırı 5 bin liranın üzerine çıkmış, asgari ücretliler açlık sınırının altında, ülke yoksulluk içerisinde, ülkenin Başbakanı vergi cennetlerinde az vergi ödemek için milyon dolarlık şirketler kuruyor. Böyle bir Türkiye yaratıldı.
Biliyorsunuz bu anlayış başından itibaren dini siyasete alet eden bir anlayıştır. Hep itiraz ettik. Bunlar dini siyaset malzemesi yaptılar, millete gelince öbür dünyada cennet vaat ediyorlar. Kendileri söz konusu olunca, kazançları söz konusu olunca kendilerine bu dünyada cennet. Cennet belgeleri adı boşuna değil, boşuna değil. Cennet belgeleri, hakikaten öyle. Bugün bunların şirketlerinin para kazanması sözkonusu olduğunda kendi evlatlarına cennet bu dünyada, Malta’da mıdır, başka adalarda mıdır neredeyse buluyorlar o cenneti. Bu dünyada kendilerine cennet ama berbere, pazarcıya, işçiye, memura, emekliye, asgari ücretliye öbür dünyada cennet vaat ediyorlar. Gel peşimden öbür dünyada cennet. İnşallah önümüzdeki seçimlerde bunların cennet ticaretinin hesabını millet sandıkta soracak. Böyle bir tablo olmaz. Ne işiniz var sizin dünyanın off-shore cennetlerinde devleti yönetenler olarak şirketler kurdurmaya ne işiniz var, ne hakkınız var?
Şimdi Sayın Başbakan dün çıktı bir açıklama yaptı. Oğlu da tekzip etti aslında açıklamasını. Tavsiye ettim ben çocuklarıma devletle iş yapmayın dedim dedi ama görüyoruz ki devletle işte yapılmış bugün basına düştü. Devletten ihalede almışlar. O tarafı başka bir şey. Çocukların dokunulmazlığı yok soruştursunlar dedi. E soruştursunlar, savcılar soruştursun, hakimler soruştursun, MASAK soruştursun o başka bir iş. Ama siyasette soruştursun Sayın Başbakan siyasette soruştursun. Birde siyasetin yapacağı soruşturma var. Suç olmayabilir ama ahlaki mi? Değil. Siyasi etiğe uygun mu? Değil. O zaman siyasette bir soruşturma yapacak. İşte siyasetin soruşturmasının yolu açılacak mı, açılmayacak mı bugün göreceğiz. TBMM’ye meclis araştırma önergesi verdik off-shore cennetlerinde kimler hangi kazançları elde etmişler, vergi ödememişler bunları göreceğiz. Sayın Başbakan’dan beklentimiz dün savcılar açısından söylediği hassasiyeti siyasetin ve meclisin soruşturması açısından da aynı şekilde devam ettirmesidir ve bu meclis araştırma önergesine destek verip meclis araştırmasının başlatılmasıdır.
EĞİTİMDE AK PARTİ DÖNEMİ NİTELİKSİZLİKTE İSTİKRAR DÖNEMİ OLMUŞTUR
Değerli arkadaşlar, eğitim hala ciddi ve esaslı bir sorun olmaya devam ediyor. Komedi gibi. Milli Eğitim Bakanı çıktı bir açıklama yaptı aslında Milli Eğitim Bakanının açıklama yapması Türkiye’de eğitim sisteminin ne olduğu konusunda bir önemli ikrardı, itiraftı. Yani yüzde 10 nitelikli okullara gidecek sınavla çocuklarımız dedi. Geri kalan yüzde 90’ı ne olacak? O yüzde 10 nitelikli okulu kazanamayan, sınavı kazanamayan çocuklarımız onlar nereye gidecekler? Onlar niteliksiz okula gidecekler. Bakanın sözü niteliksizlikte istikrarın tescilidir. Eğitimde AK Parti dönemi niteliksizlikte istikrar dönemi olmuştur. Eğitim reformu yaptık diyorlar neyin reformunu yaptınız? 6 kere değiştirdiler sınav sistemini ortaöğretimde. 6 kere sınav sistemini değiştirdiler, şimdi 6 değişikliği de reform diye anlatmışlardı 6’sınıda kaldırdılar. Çektiler, değiştirdiler. Tekrar yeni bir şey. O zaman değişmesi gereken tek bir şey var AK Parti hükümetidir, AK Parti iktidarıdır. Problemin temel meselesi AK Parti hükümetidir.
Şimdi bakın, 6 sefer bu değişikliğin sonucunda Türkiye’de hala yüzde 90 okulun niteliksiz olduğunu ikrar eden bir Milli Eğitim Bakanı var. Peki yüzde 90 niteliksizlik bir yılda, iki yılda, üç yılda, dört yılda ortaya çıkan bir şey değil. Kaç yıldır iktidarsınız? 15 yıldır iktidarsınız. Bu niteliksizliğin sebebi 1980’lerdeki iktidarlar değil, 1990’lardaki iktidarlar değil. 2002 yılından bu yana tek başına ülkeyi yönetiyorsun. 15 yılda ülkeyi tek başına yöneten ve okulların yüzde 90’ını niteliksiz hale getiren bir iktidar var. Kim söylüyor? Milli Eğitim Bakanı söylüyor. Getirdikleri sınav sistemi eğitimin niteliğini artırmaya dönük bir reform değil. Böyle bir telaş yok, böyle bir çaba yok. Bir gece AK Parti Genel Başkanı bir televizyon programında çıktı biz böyle mi yetiştik dedi, biz TEOG’la mı geldik kaldırın TEOG’u dedi. İşte tek adam rejimi budur. İşte diktatörlük dediğimiz şey budur. Milli Eğitim Bakanının bile haberi yok ertesi gün çıktı o söze uydurmaya çalıştılar bir şeyleri. Tabi ki, böyle bir anlayıştan sadece niteliksiz eğitim çıkar.
Değerli arkadaşlar, bu tablo eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak bir tablo değildir. Yapılan değişikliklerin hiçbirisi nitelik artırmaya dönük değişiklikler değildir. Eğitimin esaslı bir sorunu var. Temel problem niteliği artırmak. Düz liseleri kaldırdılar. Şimdi diyor ki, yüzde 10’u sınavla girecek, geriye kalan yüzde 90’ı 5 tane okul seçecek kendi yakın mahallesinden o 5 okuldan birine gidecek. Hangi okullar olacak o 5 okul? O 5 okulun niteliği ne olacak? O 5 okulu kendi anlayışınız doğrultusunda bir kuşak yetiştirmek için tek tip okullara dönüştürdüğünüzü millet biliyor, rahatsız. Size oy verenlerde rahatsız. Bu hükümete oy verenlerde rahatsız. Onun için çözüm bir, eğitimin niteliğini artırmaktan geçer. İki, kaliteli devlet okulları yaratacaksınız. Düz liseleri yeniden açmak zorundasınız. Düz lise diye tabir edilen liseleri yeniden açmak ve niteliklerini yükseltmek zorundasınız. Eğitimde fırsat eşitliğini getirecek önlemler almak zorundasınız. Malta’da şirket sahibi olanın çocuğu ile berberin çocuğu, seyyar satıcının çocuğu eğitimde eşit fırsatlara sahip olması lazım. Bugün Türkiye’de yaratılan eşitsiz eğitimle mücadele etmeden Türkiye’nin kalkınmasını, büyümesini ve zenginleşmesini sağlaması ne yazık ki mümkün değildir. Rezil ettiler, eğitim sistemini rezil ettiler, herkes şikayetçi, içinden çıkamıyorlar, çıkmaya çalıştıkça da debeleniyorlar ondan sonra dillerine vuruyor. İtiraf etmek zorunda kalıyorlar eğitimin niteliksiz olduğunu bakan ağzından itiraf ediyor.
KİTAP FUARLARI ARTIK MAGANDALARIN SALDIRI ALANINA DÖNÜŞTÜ
Değerli arkadaşlar, tabi eğitime böyle bakılınca, tablo böyle olunca bir başka kesim ortaya çıkıyor. Bilgiye, düşünceye, tartışmaya, hoşgörüye uzak bir iktidar anlayışı buna benzer bir başka kesim yaratıyor. Son bir ay içerisinde kitap fuarlarında iki ayrı saldırı yaşadık. Eğitimi böyle bozarsan kitap fuarlarında saldıran magandalar ortaya çıkar. Daha önce İhsan Eliaçık’a bir saldırı yapılmıştı. Ondan sonra geçtiğimiz haftada Sabahattin Önkibar’a bir saldırı yapıldı. Niye? Yazdığı kitaptan dolayı. Niye? Düşüncelerinden dolayı. Kitap fuarları artık magandaların saldırı alanına dönüştü. Bunda yaratılan iklimin, yaratılan kültürün hiç mi etkisi yok. Herkes çok iyi biliyor ki, esaslı biçimde etkisi var. Artık devletin en tepesindeki isimlerin ağzından çıkan sözlerle gazetecilerin, aydınların, yazarların tehdit edildiği bir ülkede bazıları da kendine vazife edinir niye bu kitabı yazdın diye kitap fuarlarına gider yazarların üzerine saldırırlar. Yaratılan Türkiye böyle bir Türkiye’dir ve sanki bu tablodan hiç sorumlu değilmiş gibi bunu üzerine alınmayan bir hükümet var. Bunu dert edinmeyen bir hükümet var. Bu çerçevede yapılan düşünce özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, yazarlara yapılan bütün saldırıları kınıyoruz.
SÖZCÜ DAVASINDA FETÖ’CÜLÜK YARGILANMIYOR, SÖZCÜ DAVASINDA ATATÜRKÇÜLÜK YARGILANIYOR
Değerli arkadaşlar, dün ve bugün Sözcü davası devam ediyor. Dün başladı bugün devam ediyor. Davayı hep beraber izliyoruz. Milletimiz davayı izliyor, içler acısı, utanç verici bir tablodur. Türkiye’de demokrasi adına utanç verici bir tablodur. Hukuk devleti adına utanç verici bir tablodur. Sözcü çıktığı günden bu yana, yayın hayatına girdiği günden bu yana Atatürkçü çizgisinden hiç ayrılmamıştır. Ne kadar Atatürk düşmanı varsa Sözcü’nün hedefinde olmuştur, ne kadar Atatürk düşmanı varsa Sözcü’yü hedef almıştır. Onların bir kısmının yazdığı yazılar, onların bir kısmının mensubu olduğu cemaatlerle ilişki döneminde o ilişkileri yok sayılarak FETÖ dostlarının yazdığı yazılar ya da şahitlikleri FETÖ’yle ilk günden bu yana mücadele eden Sözcü gazetesine atılan iftira davasında ne yazık ki delil olarak kullanılmaktadır. Dünden bu yana bir utanç rüzgarı esiyor, onların bir kısmı da yazılarından dolayı rahatsızlıklarını şu veya bu şekilde ifade etmek zorunda kalmışlar. Sözcü’den FETÖ’cü çıkarmak geçen haftada söyledim ancak ve ancak faşist düzenlerin büyük yalan organizasyonlarına benzer. Onların becerebileceği, başarabileceği işlerdir. Sözcü davasında FETÖ’cülük yargılanmıyor, Sözcü davasında Atatürkçülük yargılanıyor. FETÖ’cülük iftirası altında Sözcü’nün Atatürkçü duruşu yargılanıyor. Taviz vermeyen tutumu yargılanıyor. Cumhuriyet ve Atatürk’e düşman bir iktidarın, iktidar ittifaklarının yaptıklarına karşı kararlı bir mücadele yargılanıyor. Bunu herkes biliyor, tarihte bunu böyle yazacak. Onun için bu dava Sözcü’nün sahibi ve yazarları için bir onur madalyası olacaktır. O davayı açan ve Sözcü’ye bu iftirayı atanlar içinse tarihin kara sayfasında bir utanç tablosu olarak kalacaktır.
DERHAL ENİS BERBEROĞLU TAHLİYE EDİLMELİDİR
Değerli arkadaşlar, İstanbul Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’yla ilgili yine tuhaf ve ilginç bir noktaya geldik. Enis Berberoğlu davası yargının siyasallaşmasının nasıl tehlikeli sonuçlara götüreceğinin tipik bir örneğidir. Siyasetin kontrolüne giren yargı düzeninde kimsenin güvence altında olmadığının tipik bir örneğidir Enis Berberoğlu davası. Şimdi görüyoruz ki mahkeme, istinaf mahkemesi bozdu, bir esaslı hukuka aykırılıkları tek tek anlattı, 14. Ağır Ceza Mahkemesine dosyayı gönderdi, 14. Ağır Ceza Mahkemesi ben bu davaya bakmıyorum dedi, karar vermiyorum dedi. Olacak iş değil. Enis Berberoğlu dosyası bir ateş topu oldu. Kimse elinde tutmuyor. İstinaf mahkemesi bozdu, kendi karar vermedi gitti 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Tahliyeye de karar vermedi. 14. Ağır Ceza Mahkemesi karar vermedi, o da atıyor elinden bir ateş topu, kimse elinde tutmak istemiyor dosyayı. İyide bu arada siz top gezdirirken Enis Berberoğlu hapishanede. Bir milletvekili hapishanede. Anayasa Mahkemesinin kararları ortada, milletvekilinin görev yeri meclistir diyor. İstinaf Mahkemesinin kararı ortada, çok açık hukuka aykırılık var burada diyor. Bozuyorum ben bu kararı diyor. İyi bunları diyorsunuz da dosya senin mi, benim mi diye siz tartışırken Enis Berberoğlu hala içerde. Bunun anlaşılabilir bir yanı var mı? Mahkeme kendisini istinaf mahkemesinin üzerinde görmüş. Bizim bildiğimiz yargı hiyerarşisinde üst mahkeme alt mahkemenin kararını denetler. Yani istinaf ağır ceza mahkemesinin kararını denetler. Bu kararda ağır ceza mahkemesi istinaf mahkemesinin kararını denetlemiş. Diyor ki, sen yanlış karar verdin ben tanımıyorum senin kararını diyor. Peki kanun sana bu yetkiyi veriyor mu? Hayır vermiyor. Ceza muhakemeleri kanunu açık 284. maddesi. Diyor ki, istinaf mahkemesinin kararına karşı yerel mahkeme direnme kararı veremez. Bu kadar açık. Bunu anlamak için hukukçu olmaya gerek yok. Veremezsin kardeşim, inceleyeceksin bir karar vereceksin bu konuda diyor. Direnme kararı veremezsin bu yol kapalı diyor. Demek ki, üstteki mahkemenin dediğini yapıp inceleme yapıp bir karar daha vereceksin. Ha bunu yapmıyor.
Şimdi bu şuna benziyor. Eskiden özel yetkili mahkemeler vardı. FETÖ – AK Parti ittifakının yoğun olduğu dönemlerde kumpas davalarını yürüten Özel Yetkili Mahkemeler. Özel Yetkili Mahkemeler güya kaldırıldı, şimdi görüyoruz ki imtiyazlı mahkemeler ortaya çıktı. Özel Yetkili Mahkemelerin yerini Özel İmtiyazlı Mahkemeler almış görünen bu. Öyle bir imtiyaza sahip olduğunu düşünüyor ki bu mahkeme kanunun yazmadığı bir şeyi yapmak değil burada verdiği karar. Hani kanunda boşluk olur bir konu düzenlenmez mahkemede o konuda bir karar verir yanlıştır o kanunda yazmıyor niye verdin diye eleştirirsiniz. Bu ondan daha vahim. Burada kanun yapma dediği bir şeyi yapıyor. Açıkça yazmış kanun yapma diyor, direnemezsin diyor kanunun yapma dediğini yapan bir mahkeme var. Bu mahkeme bu gücü nereden alıyor? Bu mahkeme biliyoruz ki bu gücü bu davayı açtıran iradeden alıyor. Bu davayı açtıran irade öyle bir güç vermiş ki mahkeme üstündeki mahkemeye ben seni tanımıyorum diyebiliyor ve kanunda yazan hükmü tanımıyorum diyebilecek noktada. Şu anda yapılması gereken tek bir iş vardır. Derhal Enis Berberoğlu tahliye edilmelidir. Bu tartışmanın kurbanı Enis Berberoğlu olamaz. Sen mi karar vereceksin, ben mi karar vereceğim çekişmesinin kurbanı Enis Berberoğlu olamaz. Enis Berberoğlu’nu bu aşamadan sonra bir dakika bile cezaevinde tutmak hürriyeti tahdit suçu oluşturur. O yüzden derhal istinaf mahkemesi en azından dosyayı önüne alıp derhal tahliye kararı vermesi gerekiyor diyoruz.
Değerli arkadaşlar, hukukun üstün olacağı, eğitimin güçlü olacağı bir Türkiye’yi arzu ediyoruz. Hep beraber Türkiye’nin yöneticilerinin ülkelerini sevdiği bir ülkeyi inşallah önümüzdeki günlerde sandıktan çıkan iradeyle kuracağız.
Hepinize teşekkür ediyorum, soracağınız sorular varsa alabilirim.
Soru- Sizin toplantıya başladığınız dakikalarda Bahçeli’den de bir açıklama geldi seçim barajına ilişkin. Yüzde 10 seçim barajı Türkiye için çok ağır düşürülmeli açıklamasında bulundu. Siz ne dersiniz bu açıklamaya?
Bülent TEZCAN- Seçim barajıyla ilgili bizim düşüncemiz çok net. Barajlı siyaset, barajlı seçim barajlı demokrasi demektir. Barajlı demokraside eksik demokrasidir ya da olmayan demokrasidir. Biz seçim barajı olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Daha önce bununla ilgili milletvekillerimizin verdiği çok sayıda kanun teklifi var, hala mecliste bekliyor. Seçim barajı hiç olmamalıdır. Israrla belli bir baraj üzerinde mutabakat aranıyorsa o zaman belki yüzde 3 düşünülebilir. Ama arzu edilen hiç olmamasıdır seçim barajının. Fakat yüzde 10 seçim barajı hiç kabul edilebilir bir baraj değildir.
Teşekkür ederiz arkadaşlar.
Kaynak: chp.org.tr