Butik, Büyük, Gecekondliye, Uzun, Çökme

Butik, Büyük, Gecekondliye, Uzun, Çökme

Av. Burak Diyarbakırlıoğlu yazdı

Küçükken Malatya’nın tam orta yerinde “devasa” İnönü Heykelinin arkasında bulunan hükümet binasının yanına konuşlanmış adliye kısmına babamın yazıhanesinden bakardım. (Yazı boyunca boyutlandırma ile ilgili olarak söylediğim her şey manipülasyon içerebilir.) Babamın adliyeye girişi çıkışı hala gözümün önünde... Adliye hükümet binasının bir müştemilatı gibiydi. Yanlış hatırlamıyorsam mavi zemine beyaz olan metal tabelada büyük harflerle “adliye” diye yazardı.  İlkokul yıllarında Malatya “büyüme”, “gelişme” gibi kavramları bana yaşattı. Özallı yıllar olarak adlandırılan yıllar, Malatya’da çocuk aklıyla dahi fark edilebilecek değişimlerin görülmesine sebep oldu.

İlkokul yıllarında hâlâ Malatya’ya hizmet veren fakat şuan yetmeyen “devasa” adliye binası yapıldı. Hükümet binası kadar “büyük” değildi fakat “kocamandı”. Hükümet binası, orduevi ve adliye Malatya şartlarında “kocaman, dev” gibi yapılardı. Öğretmenimin babama iletmek üzere “Avukatlara da oda verilecek mi?” diye sorduğunu hatırlıyorum.

Butik kavramı daha sonraki yıllarda büyüme fetişistleri tarafından, bahsettiğim dönemleri “Butik Devlet” tabiriyle küçümseme ifadesi olarak kullanıldı. Anlatmak istediğim bir boyutlandırma ve boyutlandırmanın ardındaki düşünceyi kronolojik olarak hatırlama çabası olduğundan, “küçük” dememeyi tercih ettim. Fakat bu Malatya’daki eski adliyenin “küçük”, hatta “küçücük” olduğu gerçeğini değiştirmez. Yine bu yılları anlatmak için kullandığım butik kelimesine de muhalif olduğumu söylemem gerekir. Zira butik kelimesi sanki biraz şıklık da barınıyor gibi geliyor. Oysa o adliye hiç şık değildi. “Büyük” olan ise “büyüktü”. Fakat aynı şekilde şık değildi. O tarihte Türkiye’de neredeyse hiç bulunmayan ilk “büyük” adliyelerden biri çocukluğuma böyle iz bıraktı.

İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda ise, 2000 yılları yani, üniversiteyi yeni kazanmış bir öğrenci olarak “küçük” bir şehirden o zamanlar büyük zannettiğimiz İstanbul’a gelmiştim. Aslında çocukluk yıllarımda birkaç defa İstanbul’a gelip gitmiştim. Küçük ve büyük şehir kavramlarına aşinaydım. Ama Büyük kavramı bir türlü yerinde durmadı. Geldiğim yıllardaki “büyük” İstanbul dahi artık “küçük” kaldı.

Okul bitince Avukatlık mesleğine ilk başladığım yıllarda, İstanbul’da her semtte kiralık binalarda hizmet veren “küçük küçük” adliyeler vardı. Sultanahmet adliyesi büyük adliyeydi bize göre. Malatya’daki adliyenin daha büyük ve güzel olduğunu zaman zaman arkadaşlarıma söylerdim. Adliyeler o kadar kötüydü ki, Malatya adliyesi için şıklık kavramı anında zihnimde oluştu. Haksızlık etmemek lazım, kullanışlı binaydı. Hala da öyle ve bana göre simgesel. Şık hale de getirilebilir.

90’lı yıllarda “küçük küçük” partiler birleşerek Türkiye’yi yönetiyor, koalisyon adı verilen hükümetler oluşturuyordu. Siyasetin küçük partilerden idaresinin bir sonucu muydu bilemiyorum ama, adalet, kamu için sanki az ihtiyaç duyulan bir hizmetti. Sürekli bina aranır, bölünerek çoğalırdı.

Darbeler sonrasının bölünmüş siyaseti, darbelerin yarattığı ortamda nereden düzeltmeye başlayacağına karar veremiyor, vesayet odakları da sanki daha önce çiğnedikleri hukukun güç kazanmasını istemiyorlardı. Adalet kavramına saygı uyandıracak binaların oluşması bu maksatla kasten engelleniyor gibiydi. (bu kısım aslında aynı zamanda bir soru. Sanki büyük yapılınca ne oldu deyip okumamazlık yapma! Başka bir şey söylüyorum)

Hastane binaları bakımsızdı. Fakat binaydı. Hususi hastane olarak yapılmıştı. Şehrin planında yeri vardı. Adliye ise boş bina, boş kısım veya kiralık yer arardı. Birçoğu ruhsatsız yapılara yerleşmişti. Hukuku koruyacak makamlar, hukuksuz mekânlarda barınıyordu.

Büyük

Ardından iktidara tek başına “büyük” çoğunluğun oyunu almış bir parti geldi. O zamanlar bu oy oranını büyük oy oranı sanıyorduk. Ne kadar büyük olduğunu göstermek istercesine İstanbul’a ve ülkeye büyük kamu binaları yapmaya başladı. Aynı şekilde devasa AVM’ler bir bir açılmaya başlandı. Büyük binalar İstanbul’un her yerinde çoğalıyor, hem sivil, hem kamu binaları büyüyordu. İstikrar da tabi devam ediyordu.

 Küçük küçük, tek tek, sağlıksız, köhne binalarda görülen adalet hizmetinin yerini, “büyük” ve “sağlıklı J” binalarda yürütülen kamu hizmetleriyle değiştirmeye başlamıştı. Hiç kuşku yok, ihtiyaç da vardı. Birçok kamu hizmeti, artık hizmeti verebilecek yeterli binalara kavuşmuştu. Bu durum siyasete adını dahi verdi, “hizmet siyaseti…”

Büyük kavramını bize öğreten ve sürekli olarak şaşırtan adliyelere, önce Bakırköy’den başlandı. Bakırköy’ün bölük pörçük, köhne adliyeleri tek bir yerde toplandı. Zuhratbaba “adli barınağından” böylece kurtulduk. Yeni bina aydınlık, ferah, duruşma salonları, kalemleri, icra müdürlükleri ve diğer hizmet birimleriyle rahatlık ve temizlik vaad ediyordu. Bakırköy’ün eski binalarına kıyasla bulunmaz bir imkândı. Binanın bir meydanı vardı. Sadeydi. Adliyede kafe sanki unutulmuş gibiydi. Sonradan binanın arkasına inşa edilen müştemilatın üst katı kafe oldu. Gözlemeci teyzemiz hemen adliyede yerini aldı. Bundan önce de merdiven altları küçük kantinlere çevrildi. Müştemilatın altına icra müdürlükleri taşındı. Büyüğün büyümesi ilk böyle başladı. (devam edecek)

Gecekondliye

Şimdilerde ise Bakırköy Adliyesinde yürüyen merdivenlerin yanı başında bulunan açık alanlar, kontrplaklarla çevrilerek mahkeme kalemi haline getirildi. Unutulan kantinlere bulunan basit çözüm, hemen bu duruma da çözüm buldu. Adliyenin ferahlığına savaş açan bu bölümler, tertemiz binada birer gecekondu olarak ruhsatsız ve planlamasız şekilde kuruldu. Bakırköy Adliyesi Gecekondliye ile işte böyle tanıştı. Binanın tabiatına aykırı yapılar hem binayı bozdu, hem de Türkiye’de ihtiyaçların nasıl kolaycılıkla halledilmeye başlandığını bize gösterdi.  Avrupa’da 200 yıldır neredeyse hiç değişmeden hizmet vermeye devam eden adliye binaları duruyorken, Bakırköy adliyesi 15 yıldan kısa sürede Bakırköy’e yetmemeye başladı. Şimdilerde kendinden büyük yavrusu var.

Adliye başsavcılığı planlamadan yoksun, mühendislik, iş geliştirme, teknoloji gibi kavramların hiçbirine başvurmamış; sadece adliyenin açık alanlarını kapatıp mahkeme kalemleri inşa ederek kolaycı bir çözümü seçmişti.

Normal bir vatandaşın kendi binasına aynısını yapması halinde tapuya yıkım şerhi işlenerek eski hale getirilmesi istenilecek ruhsata aykırı bu gibi değişiklikler, konu adliye olunca varlığını sürdürebildi/sürdürüyor. Adliye yönetimi, kendisi için adaleti işletemedi ve beni bu eklentileri, resmi ruhsatsız yapılar olması sebebiyle, gecekondliye olarak adlandırmama neden oldu.

Büyük (devam)

Ardından Avrupa’nın en büyük adliyesi Çağlayan’a yapıldı. Gerçekten büyüktü. Bakırköy’ü anında küçük adliyeye çevirdi. Çok büyük bir meydanı vardı. Meydanda da gireni karşılayan kocaman iki “Türk tipi Themis heykeli” konumlandırıldı. İlk zamanlar çok tartışılmıştı. Sonradan kendilerini sevdik, belki alıştık, beli görmemeye başladık. Türk tipi sonra Türkiye’nin devlet mimarisine de ilham oldu.

İstanbul’un merkez adliyesiydi. C blok olarak isimlendirilmiş meydana bakan kısımda Ticaret mahkemeleri konumlandırılmıştı. İlk iki katta Ağır Ceza Mahkemeleri vardı. Sonrası tamamen ticaret mahkemelerine tahsis edilmişti. Türkiye’nin büyüyen hükümeti bu dönemde Türkiye’yi “büyütmek” hedefiyle sürekli büyüme rakamları açıklıyor, devamlı olarak bir “büyüme, büyüklük, ticaret hacminin büyümesi” gibi bilumum büyümeli cümle kuruyordu. Büyük oy oranının, çok büyük olmadığı her seçimde kendini gösterdi. Oy oranları daha fazla büyüdü. Seçim sloganı dahi “istikrar sürsün, Türkiye büyüsündü”. İşte Çağlayan C blok, iktidarın büyüme odaklı bakışının bir yansıması olarak adliyenin tam merkezinde temerküz etmişti.

Ardından dünyanın en büyük adliyesi Kartal’da yapıldı. Ani, fazla ve plansız büyümenin ne kadar kötü bir şey olduğunu yapılışıyla anlattı bize. Avrupa yakasında yapılan yani İstanbul’un batısında kurulan adliyeler bir kalite hissiyatını anında veriyordu. Fakat Kartal Adliyesi İstanbul’un doğusunda “en büyük büyük benim” diye adeta batıda bulunan aynı işlevsellikteki taydaşlarına bağıran, fakat büyüklüğüyle de bir şey ifade edemeyen imaret izlenimi veriyordu. Dünyanın en büyüğü olsa da, Avrupa’nın en büyük adliyesine bağlıydı.

Bunun dışında, binayı kullanana, bir kaybolma, çıkış için uğraşma, arama, bulamama, yetişememe hissi veriyordu. Dahası pek ışık aldığı da söylenemezdi. Bu sebeple içerisini gündüz dahi aydınlatmak için elektrik harcamak gerekiyordu. Adeta içeridekinin zaman kavramını yok ediyor, ne olduğu anlaşılmayan bir baskıya maruz kaldığı hissiyatı veriyordu. Katlar arasında asansör bekleme trafiği oluştu. Söylentiye göre yürüyen merdivenler planda yoktu, sonradan başbakanın talimatıyla konuldu. Otoparkı yetersiz olduğu için özellikle duruşma günleri belirli bir saatten sonra adliyeye girmek imkânsız hale geldi. Hemen yanındaki Kartal Eğitim Araştırma Hastanesinin trafiğiyle, adliye trafiği birleşti. Adliyeye girmek ve çıkmak, duruşma günlerinde içeriye girmek bir stres haline geldi. Yan tarafındaki boş arsalara açık otoparklar açılıncaya kadar Kartal Adliyesi İstanbul’un doğusuna yerleşmiş bir kâbustu benim için.

Uzun

Bir iki seçim sonra iktidar partisinden ziyade genel başkanının karizması konuşulmaya, partinin ne kadar başarısı varsa genel başkan özelinde somutlaştırılmaya başlandı. Tam bu zamanlarda iktidar partisine gönül verenler genel başkanlarının boyunun Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu keşfettiler ve “uzun adam” demeye başladılar. Kelimelerin büyüsü sanki İstanbul’da vücut buluyor gibiydi.

İstanbul Zeytinburnu’ndan başlayarak, uzun yapılaşmanın odağına dönüştü. Daha önce yapılan büyük AVM’ler yerini “uzun” binaların altındaki AVM’lere bıraktı. Büyük, uzamaya da başladı. Hatta bu uzun binalardan biri sebebiyle başbakan yakın dostuyla, lise arkadaşıyla küstü. Daha sonra İstanbul’a “ihanet ettik” şeklinde bir pişmanlık cümlesi söylendiyse de, bu dahi takdir edildi.

Adliye binaları da uzamaya başladı. Malatya MATİM diye isimlendirilen binanın 5,6,7,8, katları kiralandı ve bir kısım mahkeme buraya taşındı. Mahkemelere ulaşım için ya 4 kişilik asansörü beklemek zorunda kalıyordunuz ya da yürümek gerekiyordu. Adalete ulaşım için çileli bir tırmanma gerekiyordu. Kamu hizmetine ulaşım zorluğu eskisinden de zordu. Malatya adliyesiyle sattığım caka son bulmuştu. Çocukluğumun geçtiği şehirde, “özgüvenli” bir avukat olmama sebep olan adliye binasıyla hava atma dönemim böylece kapanmıştı.

İstanbul’da da Çağlayan adliyesi, yani Avrupa’nın en büyüğü 11 yılda İstanbul’a yetmedi. Bölündü ve uzadı. İcra mahkemeleri adliyenin yakınında alınan uzun bir binaya taşındı. Uzun adam, uzun adliye, uzun binalar konsepti böylece tamamlandı.

Çökme

İlerleyen zamanda ise iktidar partisinin genel başkanı sistemi değiştirdi. Artık seçmenleri arasında Reis diye anılıyordu. İstişaresiyle övündüğü, ortaklaşmayla övündüğü yıllar geride kalmış, sadakat kavramı öne çıkmış ve hainlik suçlaması ortada kol gezmeye başlamıştı. Reis her yerde çok ciddi bir itibar görüyor, söyledikleri koşulsuz kabul ediliyor, en doğruyu o söylüyor ve yapıyordu. Reise yakın olmak, büyük güçler kazandırıyor bir şekilde yönetimine yardım edip sadakat göstermek büyük ve uzun adliye binalarına karşı bir dokunulmazlık sağlıyordu. Bu sırada adliye binaları dosyalarla her gün şişiyor, bir türlü istenilen kararlar çıkmıyordu. Hükümetin hain olarak nitelendirilenlerle ile ilgili iddialar adliyeyi hiç meşgul etmezken, muhalefete yönelik soruşturmalar “uzuyordu” veya bekliyordu.

Reis büyüme yerine “Beka” diye bir politikaya sapmıştı. Haliyle milli güvenlik söylemi büyümenin önüne geçmiş, her kelimenin başına “yerli ve milli” kelimeleri eklenerek siyasi ayrışma yaşanmaya başlamıştı. (bahsettiğim siyasi bir ayrışma değil, devletin kendisine yakın makbul vatandaş seçimi. Bir hükümetin bir tabana dayanması gibi değil) İktidar partisi, kendisini devlet tüzel kişiliğinin yerine koyarak, kendi bakımından da büyümeyi bırakıp, millilik ve yerlilik gibi söylemlerle vatandaşları ikiye ayırmış, içlerinden yerli ve milli dediklerini kendine seçmişti. Üyelik, vatandaşlığı geride bırakmıştı.

Tam bu sırada Çağlayan Adliyesi C Blok yeni bir dönüşüm yaşadı. Ticaret mahkemeleri C Bloktan kaldırıldı ve kenar bloklara kaldırıldı. C blokta Ağır Cezaların hakimiyetine geçti. Ağır Cezalar birden bire çoğaldı. Ülkede milli güvenliği ve bekayı tehdit eden kim varsa bir bir tespit edilip, C Blokta ağırlanmaya başlandı. Türkiye’nin “bekası” C blokta tesis ediliyordu. Büyüme ise, yan bloklara itilmişti.

Sonra çökmeler konuşulmaya başlandı. İktidar partisinin genel başkanın reislik döneminde, mafyanın çökmesini engellemek için çökülen yerleri konuşmaya başladık.

Reisin yeni dönemi böyle işlerken, seçimlerin yaklaştığı şu günlerde “Dünya Lideri” diye yeni bir müstearla anılmaya başlandı. Bundan sonrasını ise yaşayıp göreceğiz.

Dünya Lideri

Loading…

Sonuç

Yürütme organın her dönemdeki bakışı ve söylemi adliye binalarına direkt olarak etki etti.

İktidarın kullandığı her kelime adliye binaları üzerinde temerküz etti. İktidarın dilinin adli hizmetleri ve binaları doğrudan etkilediği gibi bir kanaate varmak belki mümkün olmayabilir fakat buna ilişkin şüphe etme hakkına sahibiz. İktidarın adalete yaklaşımı veya adaletsizlik üretimi, ya binaları büyüttü yada dosya sayısını… Bu noktada tercihini adalet üretiminden veya adil devlet yönetiminden yana kullanma tavrı, adli mimariyi etkiledi. Adliye binaları bakımından, adaletsizlik büyüdükçe binalar küçülmeye başladı. Avrupa’nın ve dünyanın en büyük adliyeleri, ülkedeki adaletsizlik sebebiyle şişti ve içerisinde dosyaların yetmediği kocaman binalara dönüştü.

Bu devasa binalara her baktığımda Avrupa’da belki 200 yıl aralıksız kullanılan kamu binalarının ve özellikle adliyelerin büyüklükleri sebebiyle değil; işlevsellikleri sebebiyle ayakta kalabildiklerini anlıyorum. “Adli obezite” ile karşı karşıyayız. Sürekli olarak yürütmenin adaletsiz uygulamalarıyla beslenen adliyeler her geçen gün küçücük binalara dönüşüyor. “Adli Obezite” durdurulmayıp bina büyütmeyle, uzatmayla veya müştemilat eklemekle soruna yaklaşılmaya devam edildiği sürece ise, kendi rekorlarımızı kırarak dünyanın en büyük veya Avrupa’nın en büyük birinci ve ikinci adliyelerine ve müştemilatlarına sahip olmaya devam edeceğiz.

Böyle devam ederse adliye binaları koca adaletsizlik timsallerine dönüşecek ve işlevsizleşecek.      

Av. Burak DİYARBAKIRLIOĞLU

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum