7 Şubat 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
-REFERANDUMA GİDİP DEMOKRASİYİ OYLAYACAĞIZ; YA DEMOKRASİ YA DA TEK ADAM REJİMİ
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu referandum bir partinin meselesi değildir. Bu referandum bir memleket meselesidir, demokrasi meselesidir. Bu referandumda biz demokrasiyi oyluyoruz. Bu seçimin sağı solu yok; bu seçimin ortası, sağı solu, yukarısı aşağısı yok. Bu seçimin sosyal demokratı muhafazakârı yok; ülkücüsü milliyetçisi yok, bu seçim hepimizin ortak seçimidir. Referanduma gidip demokrasiyi oylayacağız; ya demokrasi ya da tek adam rejimi. Tek adam rejimlerinin nelere mal olduğunu öğrenmek isteyenler en son örnek Hitlerdir, gidip baksınlar. Dünyayı kana buladılar. Bir kişiye bütün bir ülkeyi, 80 milyonun kaderini bağlayamazsınız. Bir kişiye 80 milyonun kaderini bağlarsanız Türkiye’yi ateşe atarsınız.” dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım, büyüyeceğiz, gelişeceğiz, Türkiye’yi büyüteceğiz, aydınlığı getireceğiz, huzuru getireceğiz, birlikte yaşayacağız, beraber yaşayacağız, kardeşçe yaşayacağız. Bölmek isteyecekler, bölünmeyeceğiz; kavga etmemizi isteyecekler, kavga etmeyeceğiz; beraber, Türkiye’nin çıkarlarını beraber sonuna kadar savunacağız.
“HAYIR”LARIMIZI ÇOĞALTACAĞIZ
Bu sabah hepimiz üzüntülü bir haberle uyandık. Çanakkale’de devam eden depremler var. Can kaybı yok. Belediye başkanlarımızı aradım, yaralılar var. Yaralılara acil şifalar diliyoruz. İnşallah arkasından daha sert depremler gelmez diye diliyoruz ve temenni ediyoruz. Deprem bölgesine bizim belediye başkanlarımız dışında, Çanakkale Belediye Başkanı ve ilçe belediye başkanları dışında, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız hem sağlık ekiplerini hem de yardım ekiplerini göndermiş durumda. Aynı şekilde Kadıköy, Sarıyer, Beşiktaş ve Şişli Belediye başkanlarımız da bölgede her türlü yardımı yapmaya hazır vaziyetteler, vatandaşlarımızla ilgileniyorlar. Kaz Dağları’nda Yörük vatandaşlarımız yaşıyor. Yörükleri hepimiz biliriz, bu ülkenin teminatıdır Yörükler, bu ülkenin geleceğidir ve güvencesidir Yörükler. Hatta Mustafa Kemal Atatürk şunu söyler: “Arkadaşlar, gidip Toros Dağlarına bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” O nedenle Yörükler, bizim teminatımızdır, güvencemizdir. Yörük kardeşlerimiz de inşallah “hayır”ları çoğaltacaklardır. Hep birlikte mücadele edeceğiz, “hayır”larımızı çoğaltacağız.
CUMHURİYET GAZETESİNİN YAZARLARI 100 GÜNDÜR TUTUKLU, İDDİANAME YOK
Cumhuriyet Gazetesinden şu anda hapiste olanların eşleri aramızda, onlara hoş geldiniz diyoruz. Onlar şunu gayet iyi bilsinler: Onların şu anda cezaevinde bulunmaları hepimiz açısından üzüntü verici, ama onlar onurlarıyla ve dik duruşlarıyla kimseye ödün vermedikleri için oradalar. Onlarla hepimiz onur duyuyoruz ve gurur duyuyoruz, herkes bunu çok iyi bilsin. Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Gülay Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör 100 gündür tutuklu, aynı zamanda 39 gündür onlarla beraber Ahmet Şık da hapiste. Şu sorunun cevabını almış değiliz: Gözaltına aldınız, tutukladınız, 100 gündür iddianame yok. Nasıl bir adalet bu? Belli ki bir yerlerden talimat bekliyorlar, bir yerlerden onur bekliyorlar, olur üzerine iddianame hazırlayacaklar veya suçlayacakları hiçbir materyal yok, hiçbir şey yok. O zaman iddianameyi geciktirerek bunlara gözdağı vermek istiyorlar, öyle anlaşılıyor. O savcılara şunu söylüyorum: Eğer sizin unvanınızda “Cumhuriyet” sözcüğü varsa ve siz cumhuriyetin savcısıysanız cumhuriyetin gereklerini yapın. Birilerinin kölesi ve kulu olmayın. Birilerinin iktidar sopası olmayın. Cumhuriyeti sonuna kadar savunun. Cumhuriyet sözcüğünün gereğini yapın, onun onurunu taşıyorsanız bilinçli taşıyın, arzumuz budur. Herkes yargılanabilir, birileri iddiada da bulunabilir ama geç gelen adalet en büyük adaletsizliktir. Bu ülkede bizim adalete ihtiyacımız var. Sadece Cumhuriyet Gazetesi yazarları değil, hiçbir gazetecinin hapiste olmasını istemeyiz. Bütün gazeteciler özgür olmalı. Atila Taş niçin hapiste? Murat Aksoy niçin hapiste? Nazlı Ilıcak niçin hapiste? Turan Alkan niye hapiste? Ali Bulaç niye hapiste? Altan kardeşler niçin hapiste? Hep birlikte bütün köşe yazarlarının, düşünce insanlarının, bilim insanlarının özgürce yazı yazmalarını ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerini istiyoruz. Bu, bizim demokratik geleneğimizdir. Bu, bizim ülke sevgimizdir. Bu, bizim birlikte yaşama irademizi seslendirmemizdir. O açıdan Cumhuriyet Gazetesinin yazarları 100 gündür tutuklu, gözaltında, hapisteler, onların bir an önce kapalı cezaevinden yarı açık cezaevine dönmelerini bekliyorum çünkü Türkiye şu anda yarı açık cezaevi konumunda.
BİR KİŞİ HER ŞEYE MUKTEDİR OLACAK, BU SON DERECE TEHLİKELİ
Değerli arkadaşlarım, Pazar günü 81 ilden il ve ilçe başkanlarımızı topladık. Referandumda nasıl bir strateji izleyeceğimizi oturduk konuştuk ve tartıştık. Neden “Hayır” diyeceğimizi, “Hayır”ın ne kadar önemli olduğunu, bunun bir parti meselesi değil bir memleket meselesi olduğunu, dolayısıyla siyasi görüşü, inancı, kimliği ne olursa olsun birlikte yaşama irademizin bir sembolü olarak “Hayır” dememizin ne kadar değerli, kıymetli olduğunu hep birlikte oturduk konuştuk ve tartıştık. Şu soruyu her gittiğiniz yerde sorun: On beş yıldır iktidardasınız, koalisyon yok. On beş yıldır Parlamentodan çıkarmak isteyip de çıkaramadığınız bir kanun oldu mu? Yok. Hangi yasayı istedilerse çıkardılar. O zaman bu Anayasa değişikliğinin sebebi ne? Parlamentoda çoğunluğun var, arzu ettiğin kanunu çıkarıyorsun; biz de düşüncelerimizi söylüyoruz, sonunda milli irade olarak ve milli iradeyi temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi bir irade beyan ediyor, gelen teklif veya tasarı yasalaşıyor, Resmî Gazetede yayımlanıyor ve dolayısıyla da gereği yapılıyor. Neden şimdi Parlamento yetkisini bir kişiye devrediyoruz? Bu sorunun cevabını her vatandaşa sorun. Bu, simitçi olabilir, kahveci olabilir, esnaf olabilir, sanayici olabilir, başka partilerden vatandaşlarımız olabilir, hiçbir partiye ilgi duymayan vatandaşımız olabilir, bu soruyu sorun ve bu sorunun cevabını –biz bilmiyoruz, siz de bilmiyorsunuz- “Hayır”la perçinleyelim deyip ve anlatmaya çalışın.
Değerli arkadaşlarım, şimdi tek adam rejimi getiriyorlar, her şeye muktedir olacak tek adam rejimi. Şimdi, bakın, 2010 referandumuna gidelim. 2010’da ne diyorlardı? “Üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü sağlayacağız. Yargının bağımsızlığını sağlayacağız. Devlette gerçek anlamda düşünce özgürlüğü, demokrasi olacak, her vatandaşa devlet eşit yaklaşacak” diyorlardı ve hep bunları savunuyorlardı. Vatandaşımız da itibar etti, 2010 referandumunda anayasa oylamasına “Evet” dedi. Ne oldu? Yargıyı kime teslim ettiler? FETÖ terör örgütüne. Danıştay’ı, Yargıtay’ı, mahkemeleri -sadece onları mı, hayır- devletin müsteşarı, genel müdürü, milli eğitim müdürü, emniyet müdürü, büyükelçiler bütün hepsini teslim ettiler. Düşünün, Meclis var, Başbakan var, bakanlar var, devleti teslim adlılar ve paralel bir devlet kurdular. Şimdi bütün yetkiler bir kişide, bir kişiyi kandırdınız mı, devletin sadece belli kesimlerini değil, devletin bütün organlarını teslim edeceksiniz. Getirilen değişikliğin ne kadar tehlikeli olduğunu öğrenmek için, anlatmak için bunları ifade ediyorum. Bir kişi her şeye muktedir olacak. Bu, son derece tehlikeli bir şey değerli arkadaşlarım. O açıdan bir kişi her şeye muktedir, bir kişi isterse her şeyi yapabilir.
TELEVİZYONLARA ÇIKALIM, BU DEĞİŞİKLİĞİN TÜRKİYE’NİN LEHİNE Mİ ALEYHİNE Mİ OLDUĞUNU TARTIŞALIM
Yine arkadaşlarıma söyledim, şu soruyu da sorun: On beş yıldır iktidardalar; Başbakan kendilerinden, bakanların tamamı da kendilerinden, arzu edip de çıkaramadıkları, alamadıkları bir karar var mı? Hayır. Şimdi, Başbakanlığı kapatıyorlar, bakanlıkları da bitiriyorlar, ne olacak? Başkan ve yardımcıları olacak. Bunlar neyi eksik yaptılar? Hangi iradeyi hayata geçiremediler? Hepsini yaptılar. O zaman niye değiştiriyorsunuz? Bu değişikliği niye getiriyorsunuz? Neden milletin önüne koyuyoruz biz bunları? Bu sorunun cevabı da yok arkadaşlar. Bu iki soru en temel sorudur. Sayın Binali Yıldırım’a soruyorum, cevap yok. Sayın Bahçeli’ye de soruyorum, cevap yok. “Adalet ve Kalkınma Partisine oy veriyorum, ben o partinin bir üyesiyim” diyen vatandaşıma da soruyorum, oradan da cevap yok. O zaman bu milletin önüne niye bunu getiriyorsunuz? Hangi gerekçeyle getiriyorsunuz? Bunu çıkıp millete anlatsınlar. Hatta şu teklifte de bulundum değerli arkadaşlarım, bir televizyon kanalında, arzu ettikleri bir televizyon kanalında siyasi partilerin liderleri bir araya gelsinler birlikte medeni bir şekilde tartışalım. Onlar niye getirdiklerini ve hangi gerekçeyle getirdiklerini anlatsınlar, biz de neden bunun olmaz ya da olamaz olduğunu anlatalım. Vatandaşımız evinde televizyonunu seyrederken, yemeğini yerken, çayını kahvesini içerken bizi de dinlesin, bilgi sahibi olsun. Yanlış bir şey mi söylüyoruz? Hayır. Bir demokraside olması gereken şeyleri söylüyoruz. Kavga mı çıkarıyoruz? Hayır. Tam tersine medeni bir şekilde birlikte televizyonlara çıkalım, saygılı bir dille bu değişikliğin Türkiye’nin lehine mi, aleyhine mi olduğunu tartışalım, vatandaş bilgi sahibi olsun. Yani vatandaşın bilgi sahibi olması çok mu kötü? Bunu yapmalıyız değerli arkadaşlarım.
YAPTIKLARI ÇİFT BAŞLILIĞI ANAYASAL KURUM HÂLİNE GETİRİYORLAR
Diyorlar ki “Bu değişikliği istikrar için yapıyoruz.” Bu, ne demektir biliyor musunuz? On beş yıldır biz bu memleketi yönetiyoruz, on beş yıldır istikrar getiremedik… Yani Türkiye’yi yönetemediklerinin itirafıdır. Neyin istikrarı? “Siyasi istikrar” dediniz, tek başınıza iktidarsınız. “Siyasi iktidar” dediniz, tek başınıza hükümetsiniz, neyin istikrarı, istediğiniz kararı alıyorsunuz, istediğiniz değişikliği yapıyorsunuz, neyin istikrarı? Diyorlar ki “Bu değişiklikte çift başlılığı önleyeceğiz.” Devlette çift başlılık olmaz.
Değerli arkadaşlarım, aslında yaptıkları çift başlılığı anayasal kurum hâline getiriyorlar. Diyeceksiniz ki nasıl? Tepeden örnek vereyim: Başkan ne olacak? Tek başına başkan, bir de aynı zamanda bir partinin genel başkanı; iki başlı mı? İki başlı; hem başkan hem de partinin genel başkanı; hem tarafsız hem de taraflı, böyle bir düzen olabilir mi? Bunun neresi tek kişi oluyor arkadaşlar, tek başlı oluyor? İki başlı, bildiğimiz, devletin tepesi böyle. Geliyorum devletin en altına, valiye, illere. Başkanı kim temsil edecek? Vali. Başka? Mensubu olduğu partinin il başkanı. Oldu mu sana iki başlı bir yönetim. Bir değişiklik yaparken millete bari doğruları söyleyin. Şimdi bu anlattıklarım “Doğru değildir” diyorlarsa çıkıp söylesinler. Asıl devlette çift başlılığı böyle getirmiş oluyorlar. Devletin sigortası yok oluyor. Devlette uyumu sağlayacak olan bir cumhurbaşkanlığı yok edilmiş oluyor. İllerde vali ile il başkanları arasında kavga çıkacak, tepede kavga çıkacak, yönetimde kavga çıkacak, parlamento ile başkanlık arasında kavga çıkacak; bir alan değil her alan kavgalı hâle gelecek.
BU KADAR YETKİYİ BİR KİŞİYE VERİRSENİZ TÜRKİYE’Yİ BİR MACERANIN İÇİNE SÜRÜKLEMİŞ OLURSUNUZ
Değerli arkadaşlarım, diyebilirler ki “Bununla yetiniyoruz.” Hayır, bununla da yetinmiyorlar. Başkana diyorlar ki “Sen devletin yapısını ve işleyişini tek başına değiştirebilirsin.” Diyelim bu çıktı, başkan oturdu, bir kararname yazacak bütün bakanlıkları kapatıyorum” diyecek. Bu, mümkün mü? Mümkün. Sadece bu mu? Hayır. “Muhtarlıkları kapatıyorum, bundan sonra muhtarlık olmayacak” bir kişi karar verecek, muhtarlık olmayacak. Muhtar arkadaşlar nereden öğrenecekler? Resmî Gazeteye bakacaklar “Ya, bizim görevimize son verilmiş, artık böyle bir müessese yok” diyecekler. Yetkisi var mı? Yetkisi var. Böyle bir yetki devlette bir kişiye verilir mi? Verilemez arkadaşlar. Başka? Bütün bakanlıkları kapattım, yerine başka bir şey kurdum. Yapabilir mi? Yapabilir. Yetkisi var mı? Yetkisi var, yapabilir. Milli Eğitim Bakanlığını kapattım, eğitimi bundan sonra valilere terk ettim, valiler eğitim yaptıracak diyebilir mi? Diyebilir, yetkisi var. Çocuğunu okula gönderen her anne ve babaya sesleniyorum: Bu kadar yetkiyi bir kişiye verirseniz yarın Türkiye’yi bir maceranın içine sürüklemiş olursunuz. “Bu yetkiler yoktur” diyemiyorlar, bakın altını çiziyorum “Bu yetkiler yoktur” diyemiyorlar. “Efendim, bu böyle kullanılmaz.” Birisi gelir kullanır. Niye bütün bu yetkileri veriyorsunuz? Bazı vatandaşlarımız diyebilirler ki “Efendim, olur mu öyle şey? Cumhurbaşkanı kararname yayımlayacak ama o kararname Meclise gelecek, Meclis onu düzeltir.” Bunu söyleyen vatandaşlarıma söylüyorum: Cumhurbaşkanının bu kararnameleri Meclise gelmeyecek, direkt Resmî Gazetede yayımlanacak, kanun gibi uygulamaya girecek, Meclise bunlar gelmeyecek. Bir kişi, devletin işleyişini ve devletin yapısını sıfırdan yeniden belirleyebiliyor. Diyecekler ki “O zaman bu Meclisin fonksiyonu ne?” Malulen emekli oluyor Meclis zaten, hiçbir görevi yok Meclisin, maaş alıp oturacaklar. Bazı vatandaşlarımız belki diyebilirler ki “Bu tek adam rejimi böyle ama Anayasa Mahkemesine muhalefet partisi başvurur.” Doğrudur. “Cumhurbaşkanının devletin yapısı ve işleyişine yönelik kararnameleri muhalefet partisi Anayasa Mahkemesine götürür.” Bunu söyleyen vatandaşlarıma da şunu söylemek isterim: O Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12’sini başkan tayin ediyor. Kendisinin tayin ettiği hâkim, kendi yayımladığı kararnameye karış çıkar mı? Çünkü tayin edilmeden önce gidip yalvaracak, önünde düğmelerini ilikleyecek “Ne olur beni Anayasa Mahkemesi üyesi yap” diyecek, o da yapacak. Yaparken ne diyecek? “Bakın, kararnamelerim gelecek, sakın bunları iptal etmeyin, iptal ederseniz sizi görevlerinizden alırım.” Yargı bağımsızlığı ortadan kalkıyor arkadaşlar. Gelen felaketin boyutlarını bilmeniz için bunları anlatıyorum; bu felaketin boyutlarını herkesin bilmesi ve öğrenmesi lazım. Türkiye bir maceraya sürüklenmemelidir. Ucu açık bir macera, neyin ne olacağını kimse bilmiyor.
BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ MİLLETİN HANGİ SORUNU ÇÖZECEK?
Değerli arkadaşlarım, daha önemli olan, başkanlık sistemi gerçekleşirse milletvekili ile milletin arasındaki ilişki tamamen kopuyor çünkü vatandaş gelip milletvekiline derdini anlatamayacak. Niye anlatsın ki hiçbir fonksiyonu yok. O zaman bu milletvekili unvanını da değiştirin “Milletin vekili” demeyin buna, niye milletin vekili diyorsunuz, başkanın vekili deyin, başkalarının vekili deyin ama milletvekili diyemezsiniz. Milletle vekili arasında ilişki yoksa, bağ yoksa onu sorunlarını çözme konusunda milletvekili bir irade beyan edemiyorsa buna nasıl milletvekili diyeceğiz?
Değerli arkadaşlarım, bir örnek daha: Bu Anayasa değişikliği milletin hangi sorunu çözecek? Olur ya bir anayasa değişikliği yapıyorsunuz milletin sorununu çözmek için; barış için, esenlik için, güçlü bir Türkiye için, huzurlu bir Türkiye için, yaşamak için, vatandaşın haklarını güvence altına almak için yapıyorsunuz bu anayasa değişikliğini; çünkü Anayasa hepimizin ortak metnidir, bir uzlaşma belgesidir anayasa. Peki, bu değişiklik bu milletin hangi sorununu çözecek? Terör sorununu çözüyor mu? Hayır. Tek satır yok, hiçbir şey de yok. İşsizlik sorununu çözüyor mu? Hayır, işsizlik sorununu da çözmüyor. Türk Lirasının yabancı paralar karşısında değerini koruyor mu? Hayır. Türkiye güçlü bir ülke olmuyor, farklı bir ülke Türkiye. Kuzey Kore gibi bir kişi konuşacak 80 milyon dinleyecek “Emredersiniz” diyecek, o kadar. Buna Batı dünyası ne diyor? “Bu ülkede demokrasi yok, ben gelip niye yatırım yapacağım? Benim mal ve can güvenliğim yok” diyor. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmayacaktır. Komşularımızla bozulan ilişkilerimizi düzeltecek mi? Hayır. Mutfaklarda yangın var, gıda fiyatları düşecek mi? Hayır. Ekonomik istikrar sağlanacak mı? Hayır. Bozulan eğitim sistemi düzeltilecek mi? Hayır. O zaman biz bu referandumda ne yapmalıyız? “Hayır”larımızı çoğaltmalıyız.
BU SEÇİM HEPİMİZİN ORTAK SEÇİMİDİR
Bu referandum bir partinin meselesi değildir arkadaşlar. Bu referandum A’nın, B’nin işi değildir. Bu referandum bir memleket meselesidir, bir demokrasi meselesidir. Benim de demokrasiye ihtiyacım var, benim gibi düşünmeyen insanın da demokrasiye ihtiyacı var. Benim de demokrasiye ihtiyacım var, başka siyasi partilerin üyesi olan vatandaşların da demokrasiye ihtiyacı var. Benim de düşüncemi özgürce açıklamaya ihtiyacım var, düşüncesini beğenmediğim insanların da düşüncelerini özgürce açıklayabilecekleri bir memlekete ihtiyacımız var. Yani bu karar hepimizin ortak kararı. Bu karar bir siyasi partinin olayı, kararı değildir. Bu karar, bir propaganda kararı da değildir. O nedenle il başkanlarımıza, ilçe başkanlarımıza söyledim, eskiden sandığı giderken herkes kendi partisine oy verir, bazen kendi partisinin programına hiç bakmaz bile, seçim bildirgesine de bakmaz. Ben A’ partisindenim der ve oyunu kullanır ama bu referandum bir seçim referandumu değildir. Bu referandumda biz bir iktidar belirlemiyoruz, bir siyasi partiyi seçmiyoruz, bu referandumda biz demokrasiyi oyluyoruz. O nedenle söylüyorum, bu referandumda sandığa giderken hepimizin düşünmesi lazım. Bu seçimin sağı solu yok; bu seçimin ortası, sağı solu, yukarısı aşağısı yok. Bu seçimin sosyal demokratı muhafazakârı yok; ülkücüsü milliyetçisi yok, bu seçim hepimizin ortak seçimidir. Referanduma gidip demokrasiyi oylayacağız; ya demokrasi ya da tek adam rejimi. Tek adam rejimlerinin nelere mal olduğunu öğrenmek isteyenler en son örnek Hitlerdir, gidip baksınlar. Dünyayı kana buladılar. Bir kişiye bütün bir ülkeyi, 80 milyonun kaderini bağlayamazsınız. Bir kişiye 80 milyonun kaderini bağlarsanız Türkiye’yi ateşe atarsınız.
SORUN HEPİMİZİN SORUNU
Bakın değerli arkadaşlarım, ben bunları anlattığım zaman diyorlar ki “Kılıçdaroğlu söyleyince milletin kafası karışıyor.” Bunu söyleyenlere şunu söylüyorum: Hiç kimse endişe etmesin, Kılıçdaroğlu söylerse doğruyu söyleyecek. Çünkü sorun, Kılıçdaroğlu’nun sorunu değil, sorun hepimizin sorunu arkadaşlar. Benim sorunum, çocuklarımın sorunu, torunlarımın sorunu, simitçinin sorunu, esnafın sorunu, sanayicinin sorunu, bu ülkede yaşayan herkesin sorunu arkadaşlar. Ben anlatmak zorundayım. Ben anlatıyorum, onlar da desinler ki “Kılıçdaroğlu’nun şu cümlesi yanlış” diyemiyorlar. “Şunu yanlış söylüyor” diyemiyorlar ama ne diyorlar “Sakın onu dinlemeyin” diyorlar. Niye korkuyorsunuz? Allah akıl vermiş, hayatı sorgulayacağız; ne doğrudur ne yanlıştır öğreneceğiz. Emin olun benim bu anlattıklarım bir anayasa uzmanının konusuna girmez ki. Bir vatandaşın sokakta karşılaşacağı olaylar bunlar. Şu örneği vereyim, köyde yaşayan kardeşlerimi örnek vereyim: Köyün merası var, köyün merasıyla ilgili kararı tek başına muhtar mı versin yoksa köylüler bir araya gelip merayla ilgili karar mı versinler? Benim düşüncem ne? Köylüler bir araya gelsinler, muhtar, ihtiyar meclisi, oturup kararlarını versinler. Bunlar ne diyorlar? “Yok efendim, ne ihtiyar meclisi ne de köy halkı, boş verin onları, muhtar çıksın tek başına “Ben bu merayı ortadan kaldırıyorum” desin ve o da yetkili olsun. Doğru değil bu, yanlış. Köyde muhtarı niye seçtik, ihtiyar meclisini niye seçtik ve neden ihtiyar meclisi diyoruz arkadaşlar? Köyün düşünen insanları, köyün çıkarlarını savunan insanlar. Türkiye’yi de bir köy gibi düşünün. Biz de öyle istiyoruz. Niye buna biz Türkiye Büyük Millet Meclisi diyoruz? Niye buraya milletin vekilleri geliyor? Niye her partiden milletvekilleri buraya geliyor? Türkiye’nin sorunlarını değişik pencerelerden irdelemek, ortak aklı egemen kılmak için yapıyoruz biz bunu. Ben bunu söyleyince alınıyorlar.
BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN TÜRKİYE’YE NASIL BİR FELAKET GETİRDİĞİNİ ONLAR DA BİLİYORLAR, SAVUNAMIYORLAR
Şimdi, bakın neden “Evet” diyeceklerini bilmiyorlar, vatandaşa da anlatamıyorlar çünkü vatandaş “Niye ‘Evet’ diyeceğiz buna?” Binali Yıldırım açıklama yapıyor: “Efendim, hayır oyunu PKK veriyor, biz de hayır oyu vereceğiz; FETÖ ‘Hayır’ diyor, biz de hayır diyeceğiz.” Peki, FETÖ sana “Binali Yıldırım” dediği zaman adını değiştirecek misin? Benim adım Binali Yıldırım değildir diyecek misin? Üzülerek ve utanarak ifade ediyorum, bir ülkenin Başbakanı referandumda “Hayır” oyu verecek kişilerin tamamını “Terörist” ilan ediyor, terör örgütleriyle yan yana ifade ediyor. Ya, bu kadar üzüntü verici bir tablo olamaz. Emin olun üzülüyorum. Neden biliyor musunuz? Çünkü bu anayasa değişikliğinin Türkiye’ye nasıl bir felaket getirdiğini onlar da biliyorlar, savunamıyorlar, nasıl savunacaklar? Karşımıza çıkamıyorlar, nasıl çıkacaklar? O zaman ne yapalım? Karalama yapalım, bunları karalayalım. Bunlar bazen kendilerine ihanet de ederler, büyüklerine de ihanet ederler. Şimdi, Saadet Partisi de buna “Hayır” diyordu. Rahmetli Erbakan da başkanlık sistemine “Hayır” diyordu, şimdi o da mı terörist oldu? Ya, siz utanmıyor musunuz Allah aşkına, utanma duygusu yok mu sizde? Ar damarı denen bir şey var, halk biliyor.
BU ÜLKEYİ BÖLDÜRTMEYECEĞİZ
Ben merak ediyorum, Oslo’da bunlar yok muydu? Bunlar vardı. Dolmabahçe’de bunlar oturmuyorlar mıydı beraber? Oturuyorlardı. Habur’da yan yana değiller miydi? Yan yanalardı. Kimi suçluyorlar? Demiyorlar mıydı “Apo ile görüşün şerefsizdir, bunu söyleyen.” Sonra ne dedi? “Görüşmek için ben gönderdim, ne diyorsunuz siz?” dedi. Allah aşkına “Ne istediniz de vermedik” diyen kimdi, CHP’nin Genel Başkanı mıydı o? Allah esirgesin. “Ne istediniz de vermedik.” Memleketi verdiniz, parsel parsel sattınız ya, bunu da siz söylediniz. Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak söylüyorum: Onlar, bu milleti ayıracaklar, biz ayırmayacağız. “Evet” diyen vatandaşım da “Hayır” diyen vatandaşım da benim başımın üstündedir. Bölmeyeceğiz bu ülkeyi, böldürtmeyeceğiz.
KOSKOCA TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ BİR KİŞİNİN DEVLETİ HÂLİNE GETİRMELERİNE İZİN VERMEYECEĞİZ
Sayın Cumhurbaşkanının TOBB’da bugün 12.30’da konuşması vardı. Konuşmasını saat kaça aldılar? Saat 13.30’a aldılar millet bizi dinlemesin diye, televizyonlar vermesin diye. Bakın değerli arkadaşlarım, bu, korkunun işaretidir. Bu, ne kadar zayıf olduklarının işaretidir. Bu, yaptıkları işin ne kadar yanlış ve Türkiye ne kadar büyük bir felakete sürüklendiğinin işaretidir. Bizi kimse dinlemesin. İnadına sokak sokak, cadde cadde, tarla tarla, fabrika fabrika gezeceğiz, anlatacağız. Ben, bu milletin büyüklüğüne güveniyorum.
Tek adam rejimine her zaman karşı çıktık, tek adam rejimi olmaz. Bir adam her şeyi bilemez. Bu, liyakat sistemine de aykırıdır. Ben her şeyi bilebilir miyim arkadaşlar? “Ben her şeyi biliyorum” diyen adam hiçbir şeyi bilmiyor demektir. Ben ameliyathaneye girebilir miyim? Ameliyat yapabilir miyim? Girebilmem için tıp fakültesini bitirmem lazım, orada okumam lazam. Bitirdim mi? Hayır. Dolayasıyla bütün her şeyi, 80 milyonun kaderini bir kişiye teslim etmek doğru değildir. Eskiden böyleydi ama, bir imparatorluğun kaderi bir kişiyi bağlı idi. Mustafa Kemal Atatürk, 13 Ağustos 1923 yılında Meclisin ikinci dönem açılışında bir konuşma yapıyor, konuşma da şu değerli arkadaşlar, iki paragrafını aldım. “Efendiler, bugün haklı olarak övünebileceğimiz bütün başarıların sırrı yeni Türkiye Devletinin yapısından gelmektedir. Bunu bir kelimeyle belirtmek gerekirse diyebiliriz ki yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir. Geçmiş dönemde ise bir kişinin devletiydi, kişilerin devletiydi.” Şimdi, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni bir kişinin devleti hâline getirmek istiyorlar. Buna izin verecek miyiz? Hayır, vermeyeceğiz.
Bizleri tahrik etmek istiyorlar, provokasyonlar yapıyorlar. Tahriklere kapılmayacağız, istedikleri provokasyon yapsınlar; sakın, sağduyulu, bilgimize güvenerek, inancımıza güvenerek, özgüveni yüksek bir şekilde vatandaşlarımıza anlatacağız. İstedikleri kadar istedikleri provokasyonları yapsınlar, buna kapılmayacağız. Bizi kışkırtmak isteyeceklerdir, bir iç kavga çıkarmak isteyeceklerdir, hiçbir kavganın içine de girmeyeceğiz. Ben, Adalet ve Kalkınma Partisinin tabanındaki vatandaşlarıma da seslenmek istiyorum: Benim sorumun senin de sorunundur aynı zamanda, tek adam rejimi sadece benim için değil senin için de tehlikelidir. Bir adam gelip devletin bütün yapısını bir kararnameyle değiştirmemelidir, değiştiremez de. Ben sağduyulu hareket ediyorum, senin de sağduyulu hareket etmen lazım. Bu mesele bir dünya meselesidir, bir demokrasi meselesidir, bir gelecek meselesidir. Biz çocuklarımıza güzel bir gelecek vermek zorundayız, bunun mücadelesini yapmak zorundayız.
MAZOTUNDA ÖTV’Yİ VE KDV’Yİ SIFIRA İNDİRMEYENLERE SENİN ARTIK “HAYIR” DEME ZAMANIN GELMİŞTİR
Değerli arkadaşlarım, kısaca ekonomiye de değineyim. 3 Şubat 2017’de bir kararname çıktı. Kararnamenin maddelerinden birisi yatlar, kotralar, tekneler ve lüks gezinti gemileri için KDV yüzde 18’den yüzde 1’e indirildi, ÖTV de sıfırlandı. Şimdi, çiftçi kardeşlerime, direksiyon sallayan şoför kardeşlerime sesleniyorum: Sizin yatınız var mı? Lüks geminiz var mı? Yok. Şimdi, sizin vicdanınıza sesleniyorum: Lüks gemilerde, yatlarda KDV’yi, ÖTV’yi sıfırladılar, senin mazotunda niye sıfırlamıyorlar? Eğer senin mazotunda sıfırlamıyorlarsa sen üretimi nasıl yapacaksın, alın terinin karşılığını nasıl alacaksın? Sen traktörle Bali Adalarına tatile mi gidiyorsun? Sabahın köründe traktöre binip mazotu doldurup tarlaya gitmiyor musun? Tarlada çalışmıyor musun? Ürün elde etmiyor musun? Ürünü satıp gelir elde etmek istemiyor musun? Ben diyorum ya, bunlar çiftçilerin, bunlar emekçilerin, bunlar yoksul halk kesimlerinin iktidarı değildir diye. Şimdi, senden “hayır”lı bir iş bekliyorum, senin çıkarına “hayır”lı bir iş bekliyorum, senin mazotunda ÖTV’yi ve KDV’yi sıfıra indirmeyenlere senin artık “Hayır” deme zamanın gelmiştir. Bir kişi gelip de “Evet oyu ver” diye sana geldiğinde şunu söyle: Gezinti teknesine, yata ÖTV’yi, KDV’yi sıfırladın, buraya geldin, diyorsun ki evet ver. Niye evet vereyim? Benim mazotumda niye sıfırlamadın? Benim günahım neydi? Bak, CHP seçim bildirgesine koymuştu, ÖTV’yi ve KDV’yi çiftçinin kullandığı mazotta sıfırlayacaktık, siz bu sözü niye vermediniz diye sor. Ve bir daha da bizim kapımıza gelme, ben “hayır”lı bir iş için “hayır” diyeceğim kardeşim de, adamı da yolla, “hayır”ları büyüteceğiz de.
MİLLETİN ONLARCA YILDIR KURDUĞU, BÜYÜTTÜĞÜ KURUMLARI BİR FONA DEVREDİYORSUNUZ VE HİÇBİR DENETİMİ YOK
Bir başka kararname, öncesine gideyim, Varlık Fonu diye bir fon kuruldu değerli arkadaşlarım. Olabilir. Varlık Fonu dünyada iki temel düşünce üzerine kurulur, bunlardan birincisi şudur: Bütçeniz fazla verir, vatandaştan vergi toplamışsınızdır bütçeniz fazla vermiştir, harcamalarınızın üstünde bir geliriniz vardır. Türkiye’nin geleceği açısından dersiniz ki bu geliri gelecek kuşaklara, gelecek nesillere yardım için bir fonda toplayayım ve orada değerlendireyim diyebilirsiniz. Başka? Doğal kaynaklarınız vardır, petrolünüz vardır, doğal gazınız vardır, çok iyi gelir elde ediyorsunuz, diyorsunuz ki bu elde ettiğim gelirin bir kısmını gelecek kuşaklara aktarmak zorundayım, onların da hakları var, bizim torunlarımızın ve onların çocuklarının da hakkı var dersiniz ve bu kaynağın bir kısmını bir fonda tutayım diyebilirsiniz. Kim yapıyor bunu? Norveç yapıyor, Kuzey Denizinden petrol çıkıyor, petrol gelirlerinin bir kısmını oraya aktarıyor. Peki, bizde bütçe fazlası var mı? Yok. Çok doğal gazımız, petrolümüz ve buradan elde edilen olağanüstü gelirimiz var mı? O da yok. Peki, olabilir, bunlar olmaz ama dış ticaret fazlamız olabilir Almanya gibi. Almanya olağanüstü bir dış ticaret fazlası elde ediyor. Üretiyor, kazanıyor, ihracat yapıyor, ithalatı daha düşük, ihracatı çok daha yüksek. Bizde bu var mı? Bu da yok. Şimdi, bu fonu kurdular. Bütçenin Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde, Genel Kurul görüşmelerinde bütün bu ayrıntıları milletvekili arkadaşlarımız dile getirdiler. Bir kanun hükmünde kararname çıkardılar evvelki gün. OHAL kanunundan yararlanarak bir kanun hükmünde kararname çıkardılar ve bu varlık fonuna 4 milyar lira ödenmiş sermayesi olan BOTAŞ’ı, 3 milyar lira ödenmiş sermayesi olan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığını, çiftçilere ucuz kredi vermek için kurulan ve 5 milyar lira ödenmiş sermayesi olan 154 yıllık Ziraat Bankasını, 1 milyar liralık ödenmiş sermayesi olan PTT’yi 177 yıllık bir kuruluştur- 500 milyon dolarlık İstanbul Borsasını, 1 milyar 500 milyon liralık TÜRKSAT’I, Eti Maden’i vesaire, ayrıca 2 milyon 300 bin metrekarelik de hazine arazisini bu fona verdiler. Bu fonla bir gelir mi yaratıldı? Hayır, zaten bunlar vardı, Ziraat Bankası duruyordu orada, buraya devrettiler. Şimdi, bu fonun özelliği ne? Bu fonun özelliği şu: 18 ayrı kanuna bu fon tabi değil. Mesela İhale Kanunu’na tabi değil. Birisi çıkıp, tek yetkili adam çıktı dedi ki “Ziraat Bankasını amcamın oğluna 1 liraya devrediyorum.” Devredebilirler mi? Edebilirler. Kanunsuz mu? Hayır, kanunsuz değil çünkü İhale Kanunu’na tabi değil, istediğine verebilecek. Peki, denetime tabi mi? Denetime de tabi değil; Sayıştay denetimine de tabi değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine de tabi değil. Şimdi, vatandaşlarıma yine söylüyorum: Sevgili vatandaşlarım, bir apartmanda oturuyorsanız apartmanın bir yönetim kurulu var, sırayla herkes o yönetim kurulu başkanlığını yapar. Aidat toplanır, biz de aidatlarımızı veririz ama bir de denetim kurulu var yani verdiğimiz aidatlar, apartman için verdiğimiz aidatlar doğru kullanıldı mı, kullanılmadı mı onun hesabını sorarız yöneticiye. Bir apartmanda mütevazı gelirlerle yaptığımız bir dolayısıyla hem yönetiyoruz hem denetliyoruz. Şimdi siz, bu milletin onlarca yıldır kurduğu, büyüttüğü kurumları bir fona devrediyorsunuz ve hiçbir denetimi yok. Şimdi sizin vicdanınıza sesleniyorum: Bu doğru mudur yanlış mıdır? Çiftçi kardeşlerime sesleniyorum: Ziraat Bankası sana ucuz kredi versin diye kuruldu, şimdi birilerine peşkeş çekilecek. Rekabet Kanunu’na da tabi değil bunlar.
VARLIK FONU DEĞİL, HAYIRSIZ EVLAT FONU
Değerli arkadaşlarım, Özelleştirme Kanunu’na da tabi değil bunlar, 18 kanuna tabi değil bunlar, oturan kişi istediğini yapabilecek.
Değerli arkadaşlarım, bu varlık fonu değil, hayırsız evlat fonudur bunun adı arkadaşlar, hayırsız evlat fonu. Niye hayırsız evlat fonu diyoruz? Hayırsız evlat ne yapar? Babadan, dededen kalan her şeyi har vurup harman savurur. Ya, bu milletin 140 yıldır, 117 yıldır, 100 yıldır kurduğu bankaları, kuruluşları alıyorsun bir seferde har vurup harman savuracak bir mekanizmanın içine sokuyorsun ve hiç kimse de denetleyemeyecek. O nedenle bu hayırsız evlat fonudur arkadaşlar. Yazık günah değil mi? Bu milletin vergisiyle, alın teriyle Ziraat Bankası kuruldu, PTT kuruldu, yüz yıllık kuruluşlar bunlar. Fona devrediyorsan bari denetlensin, Meclis denetlesin, Sayıştay denetlesin, denetimden niye korkuyorsunuz? Apartman yöneticisi denetleniyor, koskoca varlık fonu denetlenmeyecek arkadaşlar. Yok böyle bir şey, olmamalı.
AYM, MİLLETİN ÇIKARLARINI SAVUNAN BİR MAHKEME OLMAKTAN ÇIKMIŞTIR
Bütün bunları neyle yapıyorlar? Kanun hükmünde kararnameyle yapıyorlar. Hangi kanun hükmünde kararname? Terörle mücadele etmek için kanun hükmünde kararname çıkardılar. Bakın, kanun hükmünde kararnamenin ilgili bakan tarafından hangi gerekçeyle çıkarıldığını, bu yetkinin verildiğini anlatıyor Sayın Bekir Bozdağ, 21 Temmuz 2016’de Mecliste konuşma yaptı. “Hükümetimiz, dün Milli Güvenlik Kurulunun aldığı karar çerçevesinde darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, milli irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüşünü Bakanlar Kuruluna bildirmiştir” diyor. Milli Güvenlik Kurulu diyor ki “FETÖ ile mücadele için sana bu yetkiyi verdim” diyor. “Biz de bu görüş doğrultusunda Cumhurbaşkanlığının başkanlığında toplandık 21 Temmuz 2016’da olağanüstü hâli ilan ettik” diyor. Peki, bu varlık fonunun, hayırsız evlat fonunun terörle ne ilgisi var? Hiçbir ilgisi yok. Niye çıkarıyorlar? Terörü bahane edip niye bunu çıkarıyorlar? Buna desteği veren Anayasa Mahkemesi. Varlık Fonu Yasası çıktığı zaman Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz dedik ki bunun denetlenmesi lazım. Burada kul hakkı var ya, vatandaşın parası var burada, vergisi var, nasıl harcanacağını en azından denetleyelim, Sayıştay denetlesin hadi Meclisten de vazgeçtik. Yürütmeyi durdurma talepli verdik dilekçemizi değerli arkadaşlar. O tarihten bu yana karar almış değiller, onun üzerine bu kanun hükmünde kararname çıktı. Cesareti kim veriyor? Anayasa Mahkemesi veriyor. Anayasa Mahkemesi neden böyle bir beklenti içine girdi? Saltanattan bilgi bekliyorlar “Nasıl karar vereceğiz, kararın içeriği ne olacak, talimat bekliyorlar. Bakın açık ve net söylüyorum, o Anayasa Mahkemesi Anayasayı korumakla görevli olan bir mahkeme olma niteliğini kaybetmiştir. O Anayasa Mahkemesi milletin çıkarlarını savunan bir mahkeme olmaktan çıkmıştır. O kadar ki eskiden aldığı kararları bile reddeder konuma gelmiştir. Eğer bir Anayasa Mahkemesi iktidarın sopası hâline gelirse, nasıl karar vereceğine dair bilgiyi, talimatı beklerse o Anayasa Mahkemesi Anayasa Mahkemesi olmaktan çıkmıştır. Acaba şu beklenti içine mi girdiler: Nasıl olsa Cumhurbaşkanı yarın atama yapacak, 15 kişiden 12’sini bizden seçecek, o 12 kişiden birisi de ben olayım, onun gözüne gireyim. Bunu yapan kişiler hâkim olamazlar, yargıç olamazlar. Hukuka ihanet ediyorlar, açık ve net söylüyorum duysunlar, hukuka ihanet ediyorlar, hukukun üstünlüğüne ihanet ediyorlar. Milyarlarca lirayı alacaksınız bir fona koyacaksınız, Türkiye’nin en değerli kurumlarını koyacaksınız, birilerine peşkeş çekeceksiniz, denetlenemez hâle gelecek ve Anayasa Mahkemesi karar vermeyecek. Hangi demokrasiden bahsediyorlar bunlar? Üzüldüğüm nokta, hukukun hâkimler tarafından katledilmesidir. Siyasileri anlarım bir noktaya kadar ama hâkim olan birisi hukuku nasıl katleder? Kendi insanının, kendi vatandaşının hakkını ve hukukunu nasıl korumaz? Kimden talimat bekliyorlar bugüne kadar? Bunu içime sindiremiyorum ve doğru da bulmuyorum. Bunun adına doğru dürüst Anayasa Mahkemesi de denmez, hangi Anayasa Mahkemesi bu? Dün verdiği kararı iki gün sonra inkâr eden mahkemeye Anayasa Mahkemesi mi denir? Her önüne gelenin önünde düğmelerini ilikleyen kişiye Anayasa Mahkemesi mi denir, hâkim mi denir bunlara? Efendim, fonu kuruyoruz, hayırsız evlat fonunu kuruyoruz, bu fonla Türkiye güçlenecek! Ya, yeni ne yaptınız ki Türkiye güçlensin? Ziraat Bankası duruyordu yerinde zaten, PTT de duruyordu, BOTAŞ da duruyordu, Halk Bankası da duruyordu, gelirleri vardı. Efendim, Türkiye güçlenecekmiş! Yeni bir gelir kaynağı mı yarattınız ki Türkiye güçlenecek? Türkiye’nin güçlenmesinin yolu üretimden geçer, üre ten Türkiye güçlüdür, bilgi üreten Türkiye güçlüdür, ürettiğini satan ülke güçlüdür; tüketen ülke değil, üreten ülke güçlüdür. Hâlâ bunun farkında değiller. Yine söylüyorum, çiftçi kardeşlerime söylüyorum: Kapını birisi çaldığı zaman, bu Anayasa değişikliğine destek ver dediği zaman ona şu lafı etmekten asla korkma: Mazotuma neden indirim yapmadın sorusunu hiç esirgemeden sor. Bu soruyu sorduğun zaman emin olun siyaset kendisine çekidüzen verecektir.
Hepinize saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.
Kaynak: chp.org.tr